Enflasyon: Hedef sapması ortalamaları da tehdit ediyor

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Bu köşede sizlerle paylaştığım ilk düşüncelerimin enflasyon içerikli olmasını çok isterdim. Ancak yazmaya başladığım dönemde şimdiye kıyasla daha sık Türk lirası ve Merkez Bankası politikaları tartıştığımızdan ilk konunun da içeriğini gündemden uzak tutmak bir yerde imkansız olmuştu.

3 Şubat tarihinde TÜİK tarafından 2017 yılının ilk enflasyon verisi açıklandı. Gerek ana harcama grubu üyelerinin ağırlıklarında yapılan güncelleme, gerekse de ilk çeyrek içerisinde görülmesi muhtemel çift haneli seviyeler nedeniyle veri son zamanlarda olmadığı şekilde yakından takip edildi. Aslına bakarsanız hiç de fena olmadı. Ben, sık sık enflasyon ve enflasyona odaklı para politikası tartışmalarının bir kenarında yer almaktan hiç rahatsız olmuyorum.

Enflasyon verisi Türkiye açısından önemli. 2000’li yılların başlarında türlü zorluklarla tek haneli seviyelere düşürmek için gösterdiğimiz çabayı devam eden süreçte büyüme odaklı politikalar nedeniyle göz ardı ettik. Ekonomide enflasyon ve büyüme arasında her daim bir yol ayrımı söz konusudur. Enflasyonist ortamda daha sıkı para ve maliye politikalarının uygulanması nedeniyle kısa vadede büyümeden vazgeçilmesi gündeme gelir. Ancak doğru politikanın doğru zamanda uygulanması durumunda ise Hindistan örneğinde olduğu üzere artan yatırımcı güveni ile birlikte ülkeye döviz girişi hız kazanır, yerel para tercihi üst sıralara tırmanır ve büyümenin sekteye uğraması söz konusu olmaz. Her zaman bu satırlarda yazıldığı üzere söz konusu süreç kolay bir şekilde gerçekleşmez. Politika yapıcıların ve vatandaşın sabrı süreç içerisinde kritik önemdedir. Verilecek mesajlar, sözlü yönlendirmeler, geleceği yönelik beklentilerin yönetimine dikkat edilmelidir.

Ocak ayında tüketici fiyatları endeksi bir önceki aya göre %2,46 yükseliş gösterirken, yıllık değişim ise %9,22 düzeyinde gerçekleşti. Böylece TÜFE olarak nitelendirdiğimiz “talep enflasyonu” son 3 ay içerisinde kümülatif bazda %4,62 artış göstermiş oldu.  Merkez Bankası tarafından derlenen beklenti anketine göre katılımcıların gelecek 12 ay içerisinde TÜFE beklentisi Ocak ayında %8,19, 24 ay içinse %7,59 düzeyinde gerçekleşmekte. Her iki döneme ait rakam da TCMB tarafından kamuoyuna hükümet ile birlikte belirlenerek sunulan %5’lik hedefin üzerinde bulunuyor. Aradaki farkın açılması, tüketicilerin, yatırım yapacak olan kesimin, elinde TL bulunduran herkesin beklentilerine etki ediyor.

Aslında söz konusu fark karşımıza ilk defa çıkan bir durum da değil. TCMB, 2012 yılından bu yana %5 düzeyinde hedef belirlemekte. Hedef ile gerçekleşen rakam arasındaki farktan performans belirlemeye yönelik yıl sonu manşet rakam üzerinden gitmeyi kendi açımdan doğru bulmuyorum. Bu noktada yıl içi ortalama enflasyon rakamına bakmak bence daha mantıklı. Ortalama enflasyon rakamları üzerinden gittiğimizde 2012-2016 döneminde enflasyon hedefinden uzak bir görüntü çizdik. En yakın performansı 2013 yılında 2,49 puanlık fark ile gösterdik. 2016 yılının ortalama enflasyonu ise %7,78 ile hedefin 2,78 puan üzerinde gerçekleşme gösterdi. 2017 yılının ilk enflasyon verisinde ise hedeften uzaklık 4,22 puan.

Fazla rakam kullanarak yazının sıkıcı hale gelmesini istemem. Bu nedenle paylaşacağım son rakam, Türkiye’de yıllık ortalama enflasyon rakamları üzerinden yaptığım 3 yıllık ortalamalara ait. Buna göre, tek haneli –yıllık ortalama- seviyelere gerilediğimiz 2004 yılının ardından, 3 yıllık ortalama enflasyon rakamı 2006 sonrasında sürekli olarak %7-8 bandında seyretti. Yani, de facto enflasyon seviyesi %8 düzeyine oturmuş durumda. 2016 yılı itibarıyla takip ettiğimiz 3 yıllık ortalama enflasyon rakamı da %8,10 olarak karşımıza çıkmakta.

Görüldüğü üzere enflasyon konusunda odak noktasının şaştığı gerçeği söz konusu. Ancak bu durum bir yerde hükümet ile para politikasına karar vericilerin ortak belirlediği bir politika. Eleştirilerin yükselmesinin nedeni ise “enflasyon hedeflemesi” yapıldığı ortamda uygun para politikasının izlenmediği savı. 12 Ocak sonrasında takip edilen TCMB para politikasına baktığımızda alışılagelmiş araçların tercih edildiğini görüyoruz. Ne gibi? Geç likidite penceresi ve swap ihaleleri gibi. Peki tercih nedeni neydi? İlk etapta TL’de oluşan volatil ortamı bertaraf etmek ve değer kaybını sınırlandırmak, elden gelirse de terse çevirmek. Kısmen de başarılı olundu. Ancak dikkat çekmek isterim; enflasyondan sapma nedeniyle bu tarz bir politika benimsemedik. Şayet çıkış noktamız bu ise sıra dışı araçların kayda değer bir süre daha tercih edilmesi gerekiyor. Edebilir miyiz? Büyüme ve enflasyon çıkmazı burada da karşımıza çıkıyor. Başka bir yazıda daha uzun tartışmak gerekiyor

Net/net toparlayacak olursak; enflasyon patikasında zorlu bir sürece giriyoruz. TL’de yaşanan değer kaybının maliyet cephesinden ürün fiyatlarına yansıma riski ile karşı karşıyayız. Son iki ayın verileri de bu durumu destekler nitelikte. TÜFE-ÜFE spreadi eksi bölgede seyrediyor –Aralık -1,41, Ocak -4,47 puan-. Üstelik eksi bölge gerçekleşmesi Ekim 2014 döneminden bu yana bir ilk. Eksi performansın anlamı maliyet artışının tüketici fiyatlarının üzerinde seyretmesi demek. TCMB’nin bu konuda savı, ekonominin yavaşladığı dönemlerde düşen talep nedeniyle maliyetlerin fiyatlara geçişinde kur etkisinin sanılan kadar hızlı olmadığı yönünde.

Enflasyon konusundan uzaklaştık. Biz odak noktası olarak görmesek de gelecek birkaç ay içerisinde kendisi bize önemini hatırlatacak. Başka bir yazıda daha detaylı bir şekilde konuşmak dileğiyle.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019