Gelişmiş ülkeler neden büyüme hızlarını artıramıyor?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Büyük Resesyon’un üzerinden 7 yıldan fazla bir zaman geçti. Ancak, bu son 7 yılda ekonomiler resesyondan çıksalar da büyüme hızları uzun dönemli ortalamaların altında kalmaya devam etti, üstelik, son krizde para politikasının bilinen tüm silahlarının kullanılması ve kullanılmaya devam ediyor olmasına rağmen. Artık yeni bir ekonomik zayıfl ama dalgasına karşı kullanılabilecek para politikası silahı kalmadı. Neredeyse tüm gelişmiş ülkelerde faizler hâlâ sıfır düzeylerinde, ABD’de miktarsal gevşeme sonlandırıldı ancak çıkan para geri çekil(e)medi, Avrupa Birlği (AB) ve Japonya’da ise “miktarsal gevşeme” devam etmekte ancak pek bir etkisi yok. 

Düşen büyüme hızlarına örnek vermek gerekirse, ABD, AB ve İngiltere’nin 1992-2006 yılları arasındaki büyüme hızlarının sırasıyla yüzde 3.4, yüzde 2.3 ve yüzde 3.0 olduğunu, ancak bu ekonomilerin 2010-2015 yılları arasındaki büyüme hızlarının ise yüzde 2.1, yüzde 0.8 ve yüzde 2.0 gerilediğini hatırlayalım. Son gelen veriler ve ileriye dönük tahminler de büyüme hızlarının 1992-2006 ortalamasının oldukça altında kalmaya devam edeceğini göstermekte. 

Gelişmiş ülkelerin büyüme hızlarının resesyon öncesindeki trendin çok altında kalması bir “histerez” in (uzun süreli etki) varlığına işaret etmekte. Gerçekten de yapılan araştırmalar son 50 yılda gelişmiş ülkelerde meydana gelen ekonomik krizlerin sonrasında, bu ülkelerin yaklaşık üçte ikisinde milli hasılanın sadece kriz döneminde gerilemediği, sonrasında da daha düşük bir büyüme trendine oturduğu görülmekte. Bu etki ekonomik durgunluğun başlangıç sebebinden (arz şoku (petrol fiyatlarındaki artış gibi), finansal kriz veya bilinçli olarak yapılan dezenfl asyonist para politikaları uygulamaları) bağımsız olarak, her durumda görülmekte. 

FT’den Martin Wolf son yazısında bu duruma yol açan önemli bir sebebin krizden beri gelişmiş ülkelerde reel sektör şirketlerinin yatırım miktarlarının ekonomilerindeki toplam tasarrufl arın giderek artan bir oranda altında kalmakta olması olduğunu vurgulamakta. Esasen, bu sorun küresel kriz öncesinde de tanımlanmış, ve hatta “küresel tasarruf bolluğu” (global savings glut) olarak adlandırılmıştı. Ancak görülen o ki, bu sorun halen (hem de giderek artan bir şekilde) devam etmekte. 

Bu yatırım eksikliği (=tasarruf fazlası) durumu farklı gelişmiş ülkelerde farklı şekilde tezahür ediyor. Milli gelir denklemi açısından baktığımızda reel sektörün tasarruf fazlası vermesi ya kamu sektörünün açık vermesi, ya hanehalklarının borçluluğunun artması, ya da ülkenin cari fazla vermesiyle dengelenebilir. Japonya’da bu fazla kamu açıklarıyla, Almanya’da ise cari fazla ile dengelenmekte. ABD ve İngiltere’de ise krizden önce görülen hanehalkı borçlanmasındaki hızlı artış dönemine geri dönülme durumu söz konusu olabilir. 

Asıl can alıcı soru ise “şirketlerin neden daha az yatırım yapmakta oldukları” sorusu. Wolf’a göre toplumların yaşlanması ile birlikte potansiyel büyüme hızlarının düşmesi sonucunda yatırım ihtiyacının da azalmakta olması önemli bir neden olabilir. Artan küreselleşme sonucunda yatırımların gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara kayması, teknolojik inovasyonlar sayesinde bilişim teknolojisi yatırımlarına olan sermaye ihtiyacının azalması, perakende hizmetlerin internet ortamına kayması, ve şirket yöneticilerin şirket yatırımları üzerinden ödüllendirilmemesi akla gelen diğer nedenler. 

Şirketlerin yatırım isteğini artırmanın önemli bir yolu kurumlar vergisi oranlarının artırılması ve aynı zamanda yatırım harcamaları ve temettülere vergi matrahından düşürülme imkanı sağlanması olabilir. Böylece, yatırım yapmayan şirketler bir anlamda cezalandırılmış olmakta. Öte yandan, böyle bir vergi politikasıyla eş zamanlı olarak gelişmiş ülkelerin maliye politikalarını gevşetmeleri ve özellikle kamu yatırımlarını ve gelir dağıtımı politikalarını devreye sokmaları şart. Para politikası araçlarının tüketilmiş olduğunu ve uzun vadeli faizlerin tarihsel düşük seviyelerde olduğunu dikkate aldığımızda, böyle bir politikanın tek geçerli politika olacağı da ortada. (Ancak Batı ülkelerinde bu politikalara yüzde 100 karşı güçlü lobiler olduğu da bir gerçek.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019