Girişin gari!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

Geçen hafta Denizli'deydik.

Denizli Sanayi Odası'nın davetlisi olarak.

Sektör temsilcileriyle kablo endüstrisini konuştuk.

Denizli bu konuda önde.

Hedef bir yol haritası belirleyip, dünya ticaretinden alınan yüzde 2.5 payı daha da artırmak.

Neyse, bugün size anlatmak istediğim şey Denizli ile ilgili ama kablo ile ilgili değil.

Kablo ile ilgili geniş haberimizi zaten yarın, öbür gün sayfalarımızda okuyacaksınız.

Kentten ayrılırken, Denizli Sanayi Odası Genel Sekreteri Dr. Bülent Uygun, "bir göz atarsanız sevinirim" diyerek bir kitap tutuşturdu elime. 

Aslında tek bir kitap değil.

CD'leriyle, broşürleriyle bir çalışma seti.

Adı; Bir Eşitlik Yolculuğu…

Altına nefis bir Buldan bezinin nezaketle yerleştirildiği seti açtım.

Doğrusu biraz da, Bülent Bey'in hatırı için.

Ama iyi ki de öyle yapmışım.

Gerçekten heyecan verici bir çalışmaya, bir projeye tanık oldum.

Tam da içerisinde yazıldığı gibi;

Ruhu olan bir projeyle…

Bir Eşitlik Yolculuğu Denizli'de kadın girişimciliğinin geliştirilmesinin öyküsünü anlatıyor.

Kentin sokaklarına asılan afişlerle başlayan, Vedat Kunt'tan İsveç'ten Anna Malmgren'e pek çok uzmanın eğitimleriyle devam eden ve oradan ilişki ağlarına ve Stockholm'e uzanan bir yolculuğu…

Projenin sahibi Denizli Sanayi Odası.

Ortağı ise İsveç'ten; Stockholm Ticaret Odası.

Bütçe 118 bin Euro. 106 bini hibe olarak Avrupa Birliği'nden alınmış.

12 kişiyle sınırlı olan projeye 138 kadın girişimci ya da girişimci adayı başvurmuş.

Bu küçücük bütçeli iş, bir umut yeşertiyor insanın içinde.

Neden mi?

Üç nedenim var.

Söyleyeyim…

Kitabın başında "Önsöz Niyetine" sunuşlar var.

Üç isimden;

DSO Yönetim Kurulu Başkanı Müjdat Keçeci

DSO Meclis Başkanı Mehmet Tosunoğlu

Ve DSO Genel Sekreteri Dr. Bülent Uygun

Üçü de erkek…

Ama böyle bir meseleleri var.

Denizli Sanayi Odası, 'kadınlık durumu'nu kendilerine mesele edinmiş.

Projenin Koordinatörü Dr. Uygun, "Bu mücadelede tarafız" diyor.

Birinci nedenim bu.

Yaşariye Bahadır.

1968 Denizli doğumlu.

Evli, bir kızı bir oğlu var.

İplik ticareti yapıyor.

Aynı zamanda A.Ö.F İktisat Fakültesi 3'üncü sınıf öğrencisi.

Devam eden işinin dışında, gıda sektöründe yeni bir iş kurmak istiyor.

Vildan Çaputçu

O da1968, Denizli doğumlu.

Onun da bir kızı bir oğlu var.

Özel Kalamış Lisesi mezunu.

Tekstil ve tasarım alanlarında kendi işini kurmak istiyor.

Nurten Ayer

1985, Denizli doğumlu.

Evli.

Hedefi tekstil sektöründeki işini genişletmek.

Dış pazarlara açılmak.

Melike Serap Ersoy

1970, Karadeniz Ereğli doğumlu.

Pamukkale Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Tekstil Bölümü mezunu.

Tekstil sektöründe çalışıyor.

Kendi işinin patronu olmak istiyor.

Gül Pınar Şahiner

1988, Denizli doğumlu.

Celal Bayar Üniversitesi Soma Meslek Yüksekokulu Maden Bölümü mezunu.

Bekar.

Maden ocaklarından çıkan dekor taşları üzerine çalışıyor.

Neşe Ataş

1976, Akkoyunlu doğumlu.

Bekar. Uluslararası ilişkiler öğrencisi.

Doğa ve ekstrem sporlar üzerine bir hizmet işletmesi kurmayı planlıyor.

Bir bu kadar kadın daha…

Hepsine bu köşede yer vermek zor.

Ama hepsinin hedefi aynı:

Önce kendilerini keşfetmek…

Geliştirmek…

Sonra da…

Sonrasını 1983 Denizli doğumlu, İTÜ mezunu tekstil mühendisi Kevser Aydemir yöreye has bir üslupla dile getiriyor:

Girişin gari!

İkinci nedenim de bu…

Belki de diyorsunuz ki; Zaten girişimci ruhunu bildiğimiz Denizli'den böyle bir tane proje çıkmış. Çok da şaşırtıcı değil. Mühim olan sonrası… Sonrası olacak mı? Devamı gelecek mi?

Ayşegül Kiraz, projenin koordinatör yardımcısı.

Girişimci bir ailenin kızı ve gelini.

Proje süresi bitse de, katılımcılar için fırsatlar yaratmaya devam etmeye kararlı olduklarını vurguluyor. "Onları ve onlar gibi pek çok kadını, Denizli ve Türkiye ekonomisinin kalkınmasına dahil etmek için çalışmalarımız sürecek" diyor.

Ve kadın-erkek tüm Denizli Sanayi Odası adına ekliyor:

"Meslek sahibi kadınlar eşitliğin kapısını aralar. Eşitlik bizi güçlü kılar!"

Üçüncü nedenim de bu…

Yoksa siz heyecanlanmadınız mı?

Türkiye, nüfusunun yarısından gerektiği gibi yararlanamıyor

Rakamlar çarpıcı:

Türkiye'de işgücünün büyüklüğü 23 milyon 805 bin kişi.

İşgücünün içinde sayılan kadınların sayısı ise 6 milyon 329 bin.

Toplam işgücünün ancak dörtte biri.

Kendi işine sahip olan kadınlar deyince…

Durum daha da dengesiz.

Eldeki son veriye göre Türkiye'de 1 milyon 249 bin işveren var.

Sadece 77 bini kadın.

Yani 16'da biri kadar.

Türkiye'de kadınlar…

Nüfusun yarısı…

Çalışan nüfusun dörtte biri…

Kendi işine sahip olanların on altıda biri…

Nedenleri hakkında ne düşünürsünüz bilmiyorum.

Her iki cinse biçilen roller nedeniyle derseniz, haklısınız.

Erkek ve kız çocuklarının yetiştirme tarzlarından kaynaklanıyor, derseniz haklısınız.

Sadece Türkiye'nin sorunu değil, derseniz, haklısınız.

Bugünün sorunu değil, yüzyıllardır böyle derseniz, yine haklısınız.

Zaten en zor durum da odur:

Herkesin haklı olduğu yerde doğruyu bulabilmek.

Konunun kökenlerini binlerce yıl öncesine götürenler var.

İnsanlığın avcı-toplayıcı dönemindeki işbölümlerine…

Klişelere bakarsanız:

Çocukları tarafından hareketsiz hale getirilen kadın sükuneti yerleşikliği ifade eder.

Erkek ise hareketliliği, eylemi temsil eder.

Çoğu kez erkeğin avlandığı, kadının bitki topladığı söylenir.

Milattan on binyıl önce, Cilalı Taş Devri ile geriye dönülemez bir süreç başladı.

İnsanlar vahşi dünyayı ehlileştirmeye başladılar.

İsterseniz "yapaylaştırdılar" da diyebilirsiniz.

Yavaş yavaş göçebeliği bıraktılar.

İlk köyleri kurarak yerleşik hayat düzenine geçtiler.

Dokuz bin yıl öncesinde tarımı keşfettiler

Sekiz bin yıl kadar önce de hayvan yetiştirmeyi.

Böylece kendi besinlerini üretmeyi öğrendiler

Bunun için de gelişmiş aletler imal ettiler, işbölümüne gittiler, yaptıkları işlerde uzmanlaştılar…

Ve hiyerarşiler kurdular…

Yerleşiklik ve tarım, toplumsal sistemin istikrarlı öğesi olan kadınları değerli kıldı.

Araştırmacılar öyle söylüyor.

Tarımla birlikte toplumsal yaşamın değiştiğini de…

Kadınların bu dönemin bir yerlerinde bir tür anaerki uygulamış. 

Yani iktidarı ele almışlar. Kadınlar yönetmiş.

Ancak bu konuda antropologlar oldukça tereddütlü…

Antropoloji incelemeleri, bazı toplumlarda soy kadın tarafından devam ettirilse bile, kadınlar sistematik olarak hakim konumda olmadıklarını ortaya koyuyor.

Doğru, Cilalı Taş Devri'nden bugüne bu yönde pek çok sembol kalmış.

Hepsi de kadını bir hayat kaynağı olarak gösteriyor. 

Ama bu kadının toplumsal erki elinde tuttuğu anlamına gelmiyor.

Kadın erki, erkek erki…

Sonuçta, insan iskeleti 211 kemikten oluşuyor.

Taa ilk atalardan beri bu böyle…

İster kadın olalım, ister erkek.

Hepimiz birbirimize benziyoruz.

Ama hepimiz de farklıyız.

Dünya üzerinde hiç benim gibi biri olmadı.

Sizin gibi de…

Kadın ve erkekler arasında pek çok fark var.

Sadece beyin araştırmaları iki cins arasında pek çok fark belirliyor

Onlarcasını…

Tıbbın diğer dalları ise yüzlercesini...

Fizyolojik ya da psikolojik.

Kadın ve erkekler arasındaki farklılıklar bir olgu.

Ama bu bir tarafın diğerine üstün olduğu anlamına gelmiyor.

Bu farklılıklar bir avantaj haline de dönüştürülebiliyor.

Yeter ki, insanlığın ortak değerleri etrafında birleştirilsin.

Konu ekonomiyse,

Konu çalışma hayatıysa,

Bu farklılıkların farkında olanlar büyük sinerji yaratabiliyor.

Her iki tarafın da verimliliği yükseliyor.

Gerçek fırsat eşitliğinin yolu da zaten bu farklıkların bilincinde olmaktan geçiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar