Haberlerin kraliçesi, CNN'in ekrandaki yüzü: Christiane Amanpour

Garbis KEŞİŞOĞLU
Garbis KEŞİŞOĞLU DÜNYA'DA MEDYA garbis.kesisoglu@dunya.com

Yıllardan beri nerede silahlı çatışma, açlık ve tabii afet varsa, ekranda karşınızda İngiliz aksanıyla konuşan Amanpour'u görüyoruz. Kimsenin cesaret edip gitmediği olaylarda bile, Amanpour elinde mikrofon anında kargaşanın içinde...

Özellikle 1992 - 1995 yıllarında Saray Bosna ve Kosova'da cephelerden yaptığı röportajlarla CNN'e büyük saygınlık kazandırdı.

Amanpour 1958'de Londra'da doğdu. Iran Hava Yolları müdürlerinden babası Muhammed ile İngiliz asıllı eşi Patricia, kızlarının doğumundan sonra Tahran'a döndüler.

Şah döneminde çok iyi durumda olan aile 11 yaşındaki kızlarını 1969'da İngiltere'deki bir Katolik kız okuluna gönderdi. Aile de Şah'ın ülkeyi terk etmek mecburiyetinde kalmasından sonra, Londra'ya yerleşti.

Amanpour Londra'dan sonra yüksek tahsil için Amerika'nın Rhode Island eyaleti üniversitesine devam ederek gazetecilik tahsili yaptı ve 1983'te mezun oldu.

Üniversite yıllarında, Brown Üniversitesi'nde okumakta olan John F. Kennedy'nin oğlu John ile kurduğu arkadaşlık, 1999'da John'un uçak kazasında ölümüne kadar devam etti.

Üniversiteyi bitirdikten sonra, Rhode Island'ın Providence şehrindeki bir radyo istasyonunda muhabir olarak işe girdi. Kısa bir süre sonra, CNN'in Atlanta'daki merkezinden aldığı teklif üzerine kendi deyimiyle bir bavul, bir bisiklet ve

cebinde yüz dolarla Atlanta'ya gitti.

CNN, Christiane'i önce New York bürosuna bağlı olarak çalışmak üzere işe aldı, daha sonra Frankfurt bürosuna gönderdi. Amanpour burada özellikle komünizmden kurtulmaya çalışan Doğu Avrupa ülkelerinin sorunlarına el attı.

Böylelikle uluslararası kariyeri Almanya'da başlamış oldu...

1990'da birinci Körfez savasına gönderildi. Savaş muhabiri olarak giydiği safari kıyafetini daha sonra her olayda giymeye başladı. Roma'da satın aldığı safari kıyafetleri onun "logo"su oldu.

Kimsenin başaramadığı röportajlar...

En tehlikeli görevleri çekinmeden kabul ederek büyük röportajlara imzasını koydu.

Bosna - Hersek, Saray Bosna, Kosova, Ruanda katliamını, Somali'deki Amerikan helikopter timinin sokaklarda sürüklenmesi, Afganistan, Irak, Darfur (Sudan), Pakistan olayları gibi büyük röportajları yaptı, 2004'te Madrid'deki demiryolu ve 2005'te Londra'daki metro ve otobüse terörist saldırılarında Amanpour yine olay yerindeydi.

Bu arada hiçbir yabancı muhabirin başaramadığını gerçekleştirerek bazı devlet adamlarıyla özel röportajlar yaptı: 1997'de reformcu Iran Devlet Başkanı Muhammed

Khatami, Filistinliler'in lideri Arafat, Pakistan Başkanı Perviz Müşerref, Iran Başkanı Ahmedinecat ve İngiliz eski Başbakanı Tony Blair gibi...

Lübnan'da Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesinden sonra Suriye Devlet Başkanı Besin Esat ile özel görüşme yapabilen ilk Batılı gazeteci oldu. Aynı şekilde 1999'da

Ürdün'ün genç kralı Abdullah ve ölümünden birkaç gün önce de Kral Hüseyin ile görüşmeyi başardı.

"Marka" olduğu ve tarafsızlığına inanıldığı için, tüm röportaj tekliflerine "evet" cevabını almakta. Nitekim, Kuzey Koreliler'le ilk konuşmayı yaptığı gibi, komünizmin yıkılmasının onuncu yıl dönümünde, Gorbacov ile 1999'da ilginç bir söyleşi yapmıştı.

Şimdiye kadar 9 Emmy Ödülü alan, medya dünyasında Ortadoğu ve İslam uzmanı olarak tanınan Amanpour, CNN için 2007'de üç önemli semavi din ile ilgili altı saatlik bir seri hazırladı. Türkiye'de de gösterilmiş olan bu serinin dışında,

"Bin Ladin'in izinde" başlıklı iki saatlik program da kendisine ödül kazandırdı.

Christiane Amanpour'un böylesine ün kazanmasının ana nedeni, röportajlarındaki tarafsızlık. Öyle ki, Saray Bosna olaylarında bazı çevreler, Müslümanlar'ı tuttuğunu ima ettiler. 1998'de Saray Bosna kenti, ona özel hemşehrilik beratı verdi.

Amerikan Savunma Bakanlığı (Pentagon), Amanpour'un röportajlarında ülkenin milli menfaatlerini "daima" ön planda tutmadığından, bazen "tarafsız hareket

etmediğinden" şikayetçi...

Buna karşılık Bill Clinton, başkanlığı döneminde Amanpour'u "İnsanlığın sesi" olarak adlandırarak sürekli övüyordu. Aynı şekilde haftalık "Time" dergisi de

Amanpour'u, Edward Murrow'dan sonra en etkili ve güçlü uluslararası muhabir olarak takdim etti.

Amanpour, yaptığı gazetecilikte röportajların sıkıcı olmamasına, iyi araştırılmış sorunların herkesi ilgilendirmesine özellikle dikkat ettiğini, dar çevreye hitap

ederek başarılı olunamayacağını belirtiyor ve yaptığı işin topluma güven vermesi gerektiğini özellikle vurguluyor.

Bütün bunların yazılı basın için de geçerli olduğunu ve ancak araştırmacı / yenilikçi gazetecilik sayesinde basın kuruluşlarının krizden çıkış yolu bulabileceklerine inanıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar