Hayabusa2, Mascot’u, 4 Ekim’de Ryugu’ya indirdi

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Her geçen gün 1990’ları bugünlere daha çok benzetiyorum doğrusu. 1990’larda da ekonominin işleyişine dair çok fazla hurafe dolaşırdı etrafta. Ortada olup bitenin ne olduğunu anlayamayınca, panik, bizim türümüzü hurafelerin peşine takar. Malum bizim türümüz, Yuval Noah Harari’nin pek güzel anlattığı gibi, hikaye anlatmayı seven bir türdür.

Ben eskiden iktisatla alakası olmayan ama karar vericilerin ağzından çıkan boş inançları “Ahir Zaman Hurafeleri Kataloğu”na kaydederdim. Bir yandan derslerde anlatırken, bir yandan da gazetelere yazardım. Geçen haftanın önemli hadiseleri nelerdi, ne yazayım diye düşünürken, “Galiba Ahir Zaman Hurafeleri Kataloğu’nu yeniden açmam lazım” diye geçti akımdan. Bugünler 1990lara benziyor diyorum ya, işte bu yüzden.

Tam o sırada, bizim 10 yaşındaki Ela, “Sen, yine konu mu düşünüyorsun?” diye sordu. Cevap vermemi beklemeden devam etti, “Bence geçen haftanın en önemli olayı, Hayabusa2’nin, Mascot’u, 4 Ekim’de Ryugu’ya indirmesiydi” dedi. Ben o ne ola ki diye şaşkın şaşkın bakarken, bir de “Bana sorarsan tabii” diye ekledi. Şaşırdım. Gündem farkına şaşırdım elbette.

Etraftaki tartışmaların, koca koca ağızlardan yapılan açıklamaların kofluğuna bakınca doğrusu ikna oldum. Doğrusu ya, hem “fiyat kontrol komiteleri” eliyle enflasyonla topyekun mücadele işini, hem de Türk PEMANDU’suna McKinsey mi baksın tartışmasını son derece yetersiz buluyordum. Gelin bugün Ryugu’dan ve Japonların asteroid madenciliği konusundaki atağından bahsedeyim. Sonra iki kısa not eklerim.

Japonya asteroid madenciliği konusunda yarışta ben de varım dedi

Ryugu çapı 1 kilometre olan bir gök taşı, bir asteroid. Japonlar Ryugu’yu bundan 4 yıl önce çok uzaktan saptamışlar. Şimdi de Ryugu’nun yolunu Hayabusa2 isimli uzay araçları ile kestiler. İyon enerjisi ile çalışan bu uzay araçları çok yavaş yol aldığı ve zor manevra yaptığı için ortada uzun vadeli bir planlama ve hakikaten bir inovasyon sabrı var doğrusu.

Hayabusa2, Eylül’ün 22’sinde Ryugu’ya iki araç indirdi. Araç dediysem öyle kocaman şeyler değiller, ufacıklar. Her biri bir ufak tava büyüklüğünde iki minik robot aslında. Ekim’in 4’ünde ise bir minik robot daha indirdiler Ryugu’ya, Mascot işte o. İndirdi dediysem aslında asteroid üzerinde yerçekimi güçlü olmadığı için, minik robotlar gök taşına inmiyor, öyle minik bir araba gibi değiller yani. Göktaşının üzerinde bir nevi zıplıyorlar. Böylece Japon Uzay Ajansı, JAXA, Amerika’nın NASA’sını bir nevi geçmiş oldu.

Bu neden önemli? Benim anlayabildiğim üç nokta var doğrusu. Birincisi, her ne kadar ilke olarak, asteroid madenciliği konusunda konuşup duruyor olsak da, bunun nasıl yapılacağını daha tam olarak bilmiyoruz. Siz bakmayın, kocaman yatırım bankalarının raporlarına filan. Ryugu deneyimi ile birlikte, öncelikle, asteroid üzerinde minik robotların nasıl çalıştığını yakından görmüş olacağız.

Neden? Oralarda madencilik yapacaksak, bu işi bu tür minik robotlar vasıtasıyla yapacağız. Onları geliştirmek için denemek son derece önemli. Farklı farklı robotlar, farklı farklı işler yapacaklar. Hepsi de bir işe odaklı olarak tasarlanmış olacaklar. Bir nevi, Seveneves bilimkurgu romanı hayata geçecek.

İkincisi, asteroidler konusunda konuşup duruyoruz ama bir asteroide ait ilk net fotoğrafı ancak 1991’de elde edebilmiştik. O da, resimlendiğinde 5 bin kilometreden daha uzaktı. Galileo’nun o vakit çektiği fotoğraf alttaki ilk resim. Arada teleskoplarımız çok iyileşti. Ama şimdi Ryugu’nun tam üzerinden resim çekebiliyoruz. Oradayız. Alttaki ikinci resim Ryugu’nun kayalarla kaplı yüzeyini gösteriyor. Binlerde insan tarafından bu durum da önemli bir adım diye anlatılıyor. Onlar bu karbon bazlı göktaşından dünyanın nasıl oluştuğunu filan öğreneceğiz diyorlar ama bana sorarsanız asıl madencilik için keşif yapmayı, alanı belirlemeyi ve de madencilik yapmayı öğreneceğiz.

Üçüncüsü ise AI(Artificial Intelligence - Yapay Zeka) ile birleştiğinde minik robotların yapabileceklerinin sınırı yokmuş gibi duruyor. Eskiden bildiğimiz AI ile robotu, mesela, yalnızca bir kapıyı açması için gönderiyorduk. Robot kapıyı önüne çıkan engeller nedeniyle aşamayınca orada duruyordu. Önüne çıkan engelleri değerlendirip, kapıyı açmak üzere kendisine yeni bir rota, yeni bir yol belirleyemiyordu. Öğrenemiyordu, görevini tamamlayamıyordu. Halbuki şimdi yine AI sayesinde, makine öğrenmesinde geldiğimiz yeni aşamada, robotların engelleri aşmayı öğrenebileceği, yeniden, yeni yollar, stratejiler bularak, bir daha, bir daha başka yollardan kapıyı açmayı deneyebileceği bir yeni dönemin başlangıcındayız. Madencilik robotlar vasıtasıyla yapılacaksa, AI’da geldiğimiz yeni aşama işi kolaylaştırıyor.

Siz Trump, Brexit, İdlib, döviz kuru krizi diye kafanızı hiç bulandırmayın. Asıl olan teknolojik değişim ve açıktır ki o süreç bütün süratiyle devam ediyor. Hayabusa2’nin bana anlattığı bu oldu. Bakın Türklerin teknolojik değişime yaklaşımı konusunda da ortada değişen hiçbir şey yok esasen. Biz hala işin ununda değil, ünündeyiz. Millet işi yapıyor, biz hala dedikodusunu.

Raflarda yeniden fiyatlama dönemi geri geliyor

Tamam, Ryugu konusu iyi geldi ama yine de müsaadenizle iki hususa kısaca değineyim. Öncelikle bugünlerde enflasyonla mücadele adı altında gündeme gelen “fiyat kontrol komiteleri” tartışması ile önemli bir meseleyi gözden kaçırıyoruz bana sorarsanız. Ayşe Teyze ile Ali Rıza Amca, malların fiyat etiketlerinin sürekli yenilendiği dönemi hatırlarlar. İşte o günlere geri dönüyoruz, 1990’lara. Gelin en uçtaki ve en somut örneği vereyim.

Geçen gün bir kitapçıdayım. Bir süredir aradığım İngilizce bir kitabı bulunca pek sevindim. Arkasında lira cinsinden bir fiyat etiketi vardı. Kendi kendine yapışan (self adhesive) etiketin üzerinde 85 TL yazıyordu. Kitabı raftan alıp, kasaya gittim. Kasiyer, kitabın fiyatını üzerindeki barkoddan dijital olarak kasaya okuttu. Fiyatı 155 TL görünce, 85 TL’lik etiketi hatırlattım. Kasiyer “O eski kurdan, lira dolar karşısında değer kaybedince kitabın fiyatı doğal olarak değişti.” dedi ve kitabın üzerindeki TL etiketini yenilemeye artık

yetişemediklerini söyleyerek, özür diledi. Doğrusu, “Siz şimdi bu kitabı kaç lira vererek satın aldınız da bu fiyattan satıyorsunuz” demek aklıma bile gelmedi.

Kur farklarından vergi alacağı yaratmamak gerekir

Esnafın rafına aynı kitabı yeniden koyabilmesi ve işletme sermayesini koruyabilmesi için, kurdan kaynaklanan değer artışını mala aksettirmesi gerekir. Yoksa işletme sermayesini yer bitirir. Burada asıl problem kur farklarına dayalı fiyat artışı, gelirleri artırdığı için, bunu gelir gibi vergilemeye kalkmaktadır. Bu durumda yine esnafın işletme sermayesini yersiniz. Eğer işletme sermayesinin azalması değil de kur farklarının fiyata yansıtılması esas derdinizse, o vakit, buradan gelen gelir artışını daha da acı bir biçimde vergileyebilirsiniz, mesela. Ama not edeyim. Biz 1990’lı yıllarda öyle yapmazdık. Şimdiden söylemiş olayım.

PEMANDU için öncelikle ortada bir program olması gerekir

Geçen haftalarda, Türkiye, gereksiz bir “küresel danışmanlık firması McKinsey Türkiye’yi mi yönetecekmiş” başlıklı manasız bir tartışma yaşadı. Doğrusu ya ben bu tartışmayı hiç anlamadım. Asıl tartışılması gerekenlerin tartışılmadığı, bir eksiklik hissi kaldı içimde. İlk soru şudur: Türkiye’nin atılacak istikrar adımlarının atılıp atılmadığını denetleyecek ve kamu kesiminin getirilen düzenlemelere uygun davranıp davranmadığını saptayacak bir koordinasyon ofisine ihtiyacı var mıdır? El cevap: Evet. Ancak Türkiye’nin bir politika koordinasyon birimi ihtiyacı yeni değildir.

Geleyim ikinci soruya: Peki, Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi (KMMDO) Hazine ve Maliye Bakanlığı için de mi olmalıdır? Benzer en yakın deneyim Malezya’da yapısal dönüşüm programı açıklandıktan sonra kurulan PEMANDU’dur. Ancak PEMANDU Başbakanlık bünyesinde kurulmuştur. Bu tür bir ofisin bakanlıklardan hesap sorabilecek yetkiye sahip olması gerekeceği için, idare içindeki yeri ona göre seçilmelidir. Bana kalırsa KMMDO Cumhurbaşkanlığı bünyesinde teşkil edilmelidir. Ayrıca PEMANDU benzeri bir yapının işlemesi için öncelikle ortada izlenecek, koordine edilecek bir programın olması gerekir. O da daha yoktur.

Üçüncü nokta ise şudur: Malezya’da kurulan PEMANDU McKinsey dahil danışmanlık şirketlerinden yeni ayrılmış kişilerden oluşturulmuştur. O deneyime ihtiyaç vardır. Ama kimse McKinsey ile doğrudan iş yapmamıştır. Türkiye, Körfez kabilelerinden farklıdır.

Biz burada bir dizi manasız geyikle vakit kaybedip, önümüzdeki işe bir türlü odaklanamazken, dünya alıp başını gidiyormuş gibi gelmiyor mu size de? Bana öyle geliyor. Yok ben bu “Ahir Zaman Hurafeleri Kataloğu”na hemen yeniden başlayacağım. Olmadı 1990’lardaki hurafelerle bugünküleri de karşılaştırırım. Farkı görmenin de önemli olduğu kanaatindeyim doğrusu. Hiç değilse eğlenirim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar