İşletme bilançolarını iyileştirme önerisi: Yatırım dönemi faizlerinin işletme dönemine kaydırılması

Nevzat SAYGILIOĞLU
Nevzat SAYGILIOĞLU EKO ANKARA nevzatsaygilioglu@atilim.edu.tr

2016 yılı işletmelerin çok büyük bir kısmı için tam bir felaket yılı. Şöyle ki bir tarafta daralan iş hacminin yarattığı çok ciddi gelir kaybı ve dolayısıyla ortaya çıkan zararlar. Özellikle turizm, küçük işletmeler, tarım, tekstil gibi belli sektörlerde yoğunlaşan bir sıkıntı. Bir tarafta da döviz cinsi iç ve dış borcu olan işletmeler için ortaya çıkan kur farkları ve faizler. Özel sektörün 250 milyar dolara ulaşan dış borçları ve ayrıca yurt içindeki banka ve finans kurumlarından borçlandıkları döviz cinsi yükümlülükleri kaldırılamayacak derecede büyük bir yük.

Dolayısıyla 2016 yılına ilişkin olarak 2017 Nisan ayında verilecek kurumlar vergisi beyannamelerinde ciddi zararlar görülecek. Bir başka ifadeyle vergi gelirlerinin yaklaşık onda birini sağlayan kurumlar vergisinde bu yıl herhangi bir artış olmayacak.

İş hacmindeki daralma ve iç ve dış kredilere bağlı borçlardaki kur farkları ve faizler bir taraftan da bankaların tahsilatını zorlayacak. Bankacılık kesimi işletmelerin borçlarını yapılandırma ve kendi finans yapılarını zorlayarak iyileştirme yolunu deneyecek.

Son bir husus da bu sıkıntılara bağlı olarak işletmelerin bilançolarının bozulması ve ticari karlılıklarının yerini zararların alması nedeniyle Türk Ticaret Kanunu’ndaki “teknik iflas” durumları ortaya çıkacak. Yani sermayesinin ve yedeklerinin yarısını veya üçte ikisini kaybedenler teknik iflas haline düşecek. Bu ifadenin ne anlama geldiğini işin içinde olanlar çok iyi kavrayacak. Gerçekten de teknik iflas hali, yeni kaynak ihtiyacını doğuracak ve ortaklık hisse yapılarında değişikliklere neden olacak.

Bu durumda hükümetin, bankaların, meslek kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin çeşitli sorumlulukları ve çabaları gündeme gelmeli. Firmalar kendi kaderine razı olup çaresiz duruma düşmemeli. Bu çaresizliği önlemenin firma bazında münferit veya mikro çıkış yolları olabileceği gibi daha genel makro çözüm yolları da vardır.

İşte tam bu noktada gerek hükümete ve gerekse bankalara yönelik bir önerimizi ortaya atmak istiyoruz. Bu önerimiz, öteden beri gündemimizde olan ve bazı büyük şirketler ve banka üst yöneticileriyle paylaştığımız bir konu.

Malum, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam yatırım için en azından şu an için çok uygun bir iklim sergilemiyor. Yabancı ve yerli yatırımcılar ya yatırım kararlarını erteliyor veya Türkiye dışında başka yerlerde yatırım planları yapıyorlar.

Yatırım demek de döviz cinsi uzun vadeli yabancı kaynak demek. Bir yatırımın yüzde 70-80’inin döviz cinsi borçlarla finanse edilmesi demek. Zira hiçbir yatırımcı yüzde yüz kendi öz varlıklarıyla yatırım yapmaz.

Dolayısıyla yabancı kaynak için bugünkü maliyetlerle yıllık yüzde 7 dolayında döviz faizi ödemek gerekiyor. 6 aylık LİBOR faizinin 1.35 ve banka spread’lerinin de yüzde 5.5 - 6.0 olması yıllık faiz yükünün en az yüzde 7 olması ve 10 yıllık bir kredinin faiz yükünün de yüzde 70 olması anlamına geliyor.

Yine bilindiği üzere bankalar genellikle 3 yılı ödemesiz toplamda 10- 12 yıl vadeli kredi açıyor ve kredinin teminatı olarak da proje gelirlerini temlik ediyor, ipotek ve şahsi kefalet alıyor. Tabii finans kurumları her önüne gelene de kredi açmıyor.

Kredi verilmesiyle beraber 3 yıllık yatırım döneminde 6 ayda bir faiz ödenmesi gerekiyor. Kredi anapara ödemeleri ise yatırım dönemi tamamlanıp işletmeye geçtikten sonra 6 ayda bir şeklinde oluyor.

Dolayısıyla yatırım döneminde ödenen faizler, şirketin başlangıçta yatırıma tahsis ettiği öz sermayesinden karşılanıyor.

Vergi mevzuatı gereği de bu faizler ödendikçe yatırım maliyetine atılıyor. Yatırımın itfa (amortisman) süresine bağlı olarak faizler dönemsel giderlere atılıyor. Yatırımın itfa süresi de 15 yıl ile 50 yıl arasında değişebiliyor. Yani yatırım dönemi faizleri, doğrudan gider yazılamadan yatırım maliyetine atılıyor ve yatırımın itfa süresinde yıllar itibariyle gider kaydediliyor.

İşte bu noktada önerimiz şu: Genelde döviz cinsi olan yatırım kredilerinin faizlerinin yatırım döneminde tahakkuk ettirilmemesi ve dolayısıyla faizlerin işletme dönemine kaydırılması. Yani genelde 3 yıllık yatırım döneminde 6 ayda bir ödenmesi gereken yatırım kredisi faizlerinin işletme döneminde gider kaydedilmesine imkan sağlanması.

Aslında bu önerinin otomatik işletilebileceğini, bankacılık mevzuatı ve vergi düzenlemeleri açısından da bir engelinin veya sıkıntısının olmadığını düşünüyoruz. Ancak bankacıların BDDK ve Maliye açısından kaygılarının olduğunu görüyoruz. Onun için de bir genel düzenleyici işleme ihtiyaç olduğunu öneriyoruz.

Bu önerinin temel gerekçesi, yatırım döneminde ödenen faizlerin ötelenerek işletme döneminde doğrudan gider yazılmasına olanak sağlamaktır. Bu faizlerin gider yazılması suretiyle şirket kârlılığını ötelemek ve hemen zarar kaydedebilmektir.

Aksi takdirde bu faizlerin, yatırım maliyetine atılarak sabit kıymetin ömrüne bağlı olarak çok uzun yıllar boyunca gider yazılması sonucu ortaya çıkıyor. Bu da oto finansman imkanını ortadan kaldırıyor.

Bu noktada bir hususu hatırlatmakta yarar var. Bankaların yatırım süresince faiz tahakkuk ettirmemesi, bu faizlerden vazgeçmesi anlamına gelmiyor. Sadece faizlerin işletme dönemine kaydırılmasına bağlı olarak fiyatlandırma gerekiyor. Yani faiz maliyetleri işletme dönemine kaydırılarak biraz daha artırılmış oluyor.

Çok açık olarak söylemek gerekirse, bu öneri, aslında bankaların bir pazarlama politikası ve piyasaya daha agresif girme fırsatı da sağlıyor.

Bu öneri özellikle enerji, sanayi, turizm yatırımları için çok akla yatkın geliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar