Kamunun öncelikli misyonu hangisi?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Son zamanlarda sık sık dikkat çekme gereğini duyduğumuz söylem-uygulama farklılığı her zaman açık ve basit şekilde ortaya çıkmıyor. Bazen de dolaylı ve karmaşık, yani ancak üzerinde etraflıca düşünüldüğünde farkına varılacak nitelikte oluyor. Sözgelişi otuz şu kadar yıldır yerel yönetimlerin geliştirilmesi ve güçlendirilmesinin öneminden söz ediyoruz, ama zaman içinde yapılan düzenlemelerin sonuçta merkezi yönetimi daha da yoğunlaştırdığını görüyoruz. Yine kendimi bildim bileli mesleki ve teknik eğitim alanında büyük ihmal olduğu, oysa asıl büyük ihtiyacın bu olduğu ifade edilir; fakat eğitim sisteminin bileşiminde o yönde bir değişim gözlenmez. Aynı şekilde 1950’den bu yana özel teşebbüsün sistemin ve ekonomik gelişmenin ağırlık merkezi ve itici gücü olacağı vurgulanır, ama geldiğimiz nokta itibariyle kamu kesiminin hakim konumu ve stratejik öncülüğü aynen hatta artarak devam etmektedir. Bu durumda belki de konuya değişik bir açıdan bakmanın, sorunun sadece politika tasarımındaki başarısızlık ile değil, toplumsal irade ve tarihsel birikim ile ilgili olabileceğini düşünmenin yararlı olacağı kanaatindeyim. 

Devlet baba da yapamıyor 

Gerçekten de bu topraklar üzerinde yüzyıllardır gerçekleştirdiğimiz en önemli başarı hikayesinin merkezi devlet örgütlenmesi olduğunu dikkate aldığımızda bu farklılıkları doğal karşılamak da gerekebilir. Üstelik artık olgunlaşma aşamasına gelmiş piyasa ekonomisi deneyimine rağmen, hâlâ ürettiği katma değer yönünden OECD ortalamalarının gerisinde kalmış bir özel sektörümüz ve gerek nicelik gerekse nitelik yönünden teknoloji geliştirme kapasitesi yaratmaktan uzak bir eğitim sistemimiz var. Bu nedenle sadece ekonomik büyümenin yönetilmesi değil, ekonomideki yapısal zaafl arın giderilmesi ve toplumsal dinamiklerin dönüştürülmesi konusunda da beklentilerin adresi hâlâ kamu otoritesi, başka bir deyişle devlet baba. Özel kesimin bu bağlamda rol talebi çok cılız, neredeyse yok gibi. Hatta örgütlü özel kesim temsilcileri, bu işlevin devlete ait olduğunu seslendirmekte başı çekiyor. 

Ancak kalıcı yüksek büyümenin yüksek katma değeri, onun da teknoloji düzeyinin yükseltilmesini ve inovasyonu gerektirdiği düşünüldüğünde kamu kesiminin de bu işlevi gereğince yerine getiremediği ortada. Zaten politika tasarımında toplumdan önemli bir sorgulama ve geri besleme almayan, dolayısıyla bir başına kalan devletin daha nitelikli bir uygulama için zorlanması da söz konusu değil. Öte yandan bizde tıpkı başta özel sektör olmak üzere toplumsal kesimler gibi devlet de kısa vadeye odaklandığı için uzun vadeli stratejik hedefler yeterince sahiplenilmiyor. 

Bürokrasi reformist olmaz 

İşin kötüsü kamu yönetimini çevreleyen ekosistemde bir özeleştiri geleneği de yok. Dolayısıyla çoğunlukla popülist saiklerle siyasal kanallardan gelen değişiklikler dışında merkezi yönetim bürokrasisinin sistemi ve kuralları geliştirmek ve iyileştirmek doğrultusunda kendiliğinden bir inisiyatif başlattığına pek rastlamıyoruz. Doğası itibariyle oldukça muhafazakar bir duruşu olan kamu bürokrasisinden parçası oldukları sistemi dönüştürecek reformist atılımlar beklemek gerçekçi de değil. Hatırlıyorum da kırk yıl kadar önce kariyerime o zaman kamunun en gözde ve seçkin kurumlarından biri olan Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu’nda başladığımda önümüze konan ve bir bölümü Osmanlı döneminden kalma yüzlerce mevzuatın bazılarındaki kuralların çok da doğru görünmediğini, değiştirilmesinin iyi olabileceğini söylediğimde başımızdaki deneyimli müfettişlerden en fazla zılgıt yiyen müfettiş muavini oluvermiştim. Çünkü sistemin özü, merkezdeki aklın her şeyi düzenlemesi, eksik akıllı uygulayıcıların da sıkıca denetlenmesi esasına dayanıyordu. Oysa ilk kurgu mükemmel de olsa, dünyada ve toplumdaki değişim, daha açık ve esnek bir yaklaşımı dayatmaktaydı. 

Nitekim 60 yılı aşkın piyasa ekonomisi serüvenimiz boyunca sağladığımız onca gelişmeye ve niceliksel büyümeye rağmen halen küresel ekonomide taşeron ya da türev ekonomiler arasında yer almaya devam edişimiz, hem makro hem de mikro ölçekte kısa vadeyi aşan, teknoloji üretimi, bilimsel araştırma ve inovasyon süreçlerini gündemin ön sıralarına koymayı başaramayışımızla yakından ilintilidir. 

Kamu, eğitime ve inovasyona odaklanmalı 

Bu açıdan kamu yönetiminin misyonunun yeniden ele alınıp biçimlendirilmesinde büyük yarar var. Özellikle ölçeği ve özkaynağının Ar-Ge,yenilikçilik ve teknoloji geliştirmeye yetmediği ortaya çıkan özel kesime oranla sosyal yararı ve dışsallığı hayati önemde olan bu alanlara yatırım, devletin öncelikli işlevi haline getirilmelidir. Aksi takdirde uzun zaman, bol bol laf ürettiğimiz inovasyondaki algımız baklava ambalajı düzeyinde kalabilir. Bir de unutmayalım ki kısa vade odaklı yaklaşımda kârlı ve verimli gibi görünen yatırımlar, kaynak dağılımını ve nitelikli işgücünü yanlış yönlendirerek, uzun vadeli katma değer üretme potansiyelini kısıtlayabilir. Yapılacak iş, tasarruf açığını aşmak için kamu tasarrufunu arttırarak, eğitime ve inovasyona en fazla kaynağı ayırmak olmalıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019