Kaynak dağılımına kafa yormalıyız

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Dünya ekonomisinde yeni bir kriz ya da durgunluk tehlikesi yolunda korkular yoğunlaşırken biz yine ayrı bir dünyadaymışız ve merkez de bizmişiz gibi sürekli kalabalıklaştırdığımız kendi gündemimize boğazımıza kadar batmış görünüyoruz. Üstelik zaten fazla sorunumuz yokmuş ve küresel konjonktür bizi ilgilendirmiyormuş gibi ekonomiyi zora sokan, bıçak sırtı dengelerdeki parametreleri daha da kötüleştiren iç güvenlik riskini ve bölgesel dış politika uyuşmazlıklarını barışçı çözüme kavuşturmaya çok gönüllü gibi de durmuyoruz. Asıl kaygı verici bulduğum nokta, bu durumun arka planında "sadece ekonomiye ve reformlara odaklanarak hedeflere varmaya inancımızın zayıflamasının" bulunması ihtimali. Hele 2016'nın büyüme, yatırımlar, dış kaynak girişi, turizm ve ödemeler dengesi yönünden 2015'i aratması tehlikesi giderek artarken böyle bir "zihinsel havlu atma" psikolojisi umarım söz konusu değildir. İyisi mi biz de öyle varsayalım ve hiç unutmamamız gereken olağan ve gerçek gündemimizi irdelemeye devam edelim.

Arabayı atın önüne koymak

Kronik sorunlarımızı ele alış ve çözüm arayışlarımızda pek sık değindiğimiz strateji ve analiz yetersizliği yanında sanıyorum şimdiye kadar fazla üzerinde durmadığımız başka bir yanlışımız daha var. Gerek hedef belirlerken, gerekse çözüm için politika geliştirmeye çalışırken arabayı atın önüne koyduğumuz, tasarladığımız eylem planlarında kısa vadede değiştirebileceğimiz unsurları ihmal edip uzun vadeli hedeflere öncelik verdiğimiz çok oluyor. Hem de bu hedeflerin, kısa vadedeki diğer eylemler yapılmadığı için gerçekleşme şansı azaldığı ve hayal kırıklığı ile sonuçlanma ihtimali arttığı halde. 

Sermaye piyasalarından vergi ve teşvik rejimine, eğitim düzeninden hukuk güvenliğine kadar pek çok alanda bunun örneklerini sıralamak mümkün. Mevzuat karmaşası ile kuşattığımız sermaye piyasalarını, yatırımcıya güven ve reel kesime makul maliyette kaynak sağlayacak bir duruma getirememişken küresel finans merkezi olmayı yakın bir hedefmiş gibi odak noktası yapmamız gibi. Hem de böyle bir hedefte güçlü olması gereken yerli para sürekli zayıflarken. Ya on yılı aşkın bir süredir geçici bir yasa maddesiyle menkul kıymet kazançlarına tanınan vergi istisnasını bu yıl başında yine bir beş yıl için uzatıp halen sistemin kalıcı bir unsuru haline getirmekte ikircikli davranmamıza ne demeli? Sığ ve istikrarsız bir sermaye piyasası ile öngörülemez bir menkul kıymet vergilemesi varken finans merkezi olunabileceğini düşünebilir misiniz? Kaldı ki bu zaafları gidersek bile abartılı küresel merkez hedefi yerine önce bölgesel ya da proje finansmanı gibi belli bir konuda merkez olmayı hedeflemek, böylece Londra ve Singapur arasına esas rakiplerimiz olan Moskova ve Dubai'den önce eklemlenmek, bu arada katılım bankacılığı ve sigorta gibi alanlarda sözgelişi Londra ile işbirliği yapıp sinerji yaratmak doğru olmaz mı? Ya da en derin sorunumuz olan eğitimde öğretmen donanımı ve öğretim yöntemi gibi öncelikli konulara dokunmadan sadece bina ve tablet yatırımı ile sıçrama yapmamız mümkün mü? Veya teşvik sistemini herkesi su üstünde tutmaya yönelik geleneksel çatısından kurtarmadan arızi paketlerle orta gelir tuzağını aşmayı, inovasyon ekosistemini oluşturmayı düşünmek gerçekçi mi?     

Kaynak dağılımı verimliliği köstekliyor

Asıl dikkat çekmek istediğim nokta başka. Giderek arkaik hale gelen mevcut yapısı içinde bilanço zararları artan reel kesimden alarm sinyalleri geliyor. Bunun şimdiye kadar rasyolarını sağlıklı tutmayı başaran, fakat sınırlı büyüklükteki finans sistemimize de yansıması kaçınılmaz.

Hem biliyor musunuz, IMF'ye göre, likidite bolluğunun hüküm sürdüğü geçmiş yıllarda Çin'den sonra en fazla Türk şirketleri kredi almış. Büyüme için son çareyi mevduata negatif faiz vermekte bulan yeni konjonktürde işler iyice zorlaşacak. Şirketlerimizin büyük çoğunluğu için geleneksel strateji olan ayakta kalma çabası önümüzdeki yılın hakim temalarından biri olacak. Zaten kamu yönetiminde olduğu gibi firmalarımızda da kaynakları etkin ve verimli kullanmaktan çok kaynak bulmak öncelik taşıyor. Stratejik ya da finansal ortaklıklar veya halka arz yerine borçlanmayı tercih ediyoruz.

Tam da bu noktada son iki yıldır dilimizden düşürmediğimiz inovasyon ile etkin kaynak dağılımı ve verimlilik arasında var olan, bizim ise pek haberdar görünmediğimiz, güçlü bağa işaret etmeliyiz. Krugman’ın dediği gibi bir ülkenin refah düzeyini yükseltmesi, son tahlilde, neredeyse tümüyle aktif işgücü başına üretim düzeyini yükseltmesine yani verimliliğe bağlıdır. Genel olarak verimlilik, başta işgücü ve sermaye olmak üzere üretim faktörlerinin ne kadar etkin kullanıldığını ölçer. Faktör niceliğinde değişiklik olmadan çıktı artışını sağlayan verimliliktir ve nitelikli/yüksek becerili insan kaynağı yardımıyla inovasyonun da temel kaynağını teşkil eder. Rekabet ise kaynak dağılımının etkinleşmesine yol açarak inovasyonu destekler. Verimliliği besleyen nedir derseniz, mal ve hizmet üretiminde kullanılan teknoloji ve bilgi dışında sektörler ve işletmeler arasındaki kaynak dağılımı öne çıkar. Yani teknolojiyi geliştirerek, organizasyon yapısı ve tedarik zincirini dönüştürerek verimliliği arttırabilirsiniz ama kaynaklar düşük verimlilikli sektörlerde toplanmışsa ve kaynak bulmakta zorlanırsanız alacağınız mesafe sınırlıdır. İki hafta önce değindiğim Dünya Bankası raporu da ülkemizdeki bu kaynak dağılımı bozukluğunun sektör içi boyutunu vurguluyordu. Sektörler arasında ise durum daha kötü.

Sözün kısası, eğitim kalitesi, hukuk güvenliği, rekabet serbestliği ve yüksek teknoloji üretimi gibi nihai hedeflerin öncesinde kaynakları verimlilik artışı sağlayabileceğimiz alanlara yönlendirmeyi becermeliyiz. Genç nüfus avantajımız da artık azalma trendine girdiğine göre, verimliliğin öneminin fazlasıyla artacak olduğunu akıldan çıkarmamak zorundayız.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019