Merkez bankaları ayrışıyor

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Tatilden döndüm. Ama yaz rehavetim devam ediyor. İnsanın gittiği yerden dönesi gelmiyor. Görevleri de yapmak gerekiyor. İnsanlığın en ciddi meselesi bu karşıtlıktır diye düşünüyorum. 

Ben yaz rehavetine teslim oldum ama ekonomik ve siyasal yaşam bu sene böyle bir gevşemeye olanak vermedi. Hem içeride hem dışarıda siyaset sıcak günler yaşarken ekonomiler de hareketi kesmedi. Siyasetin hızlanan nabzı özellikle Ortadoğu sorunlarından etkilendi. Kışı gerilimlerle geçiren uluslararası siyaset yazla birlikte çatışmalarla tanımlanır oldu. Ekonomilerde ise temel sorun zaten yaz öncesinden tanımlanmıştı. Bilinmeyen bir vadede küresel para bolluğunun sonuçlanacak ve parasal daralmanın devreye girecek olması özellikle bizim türümüzdeki ekonomilerde kaygıları ve risk algısını hareketlendirdi. ABD Merkez Bankasının (FED) likiditeyi yavaşlatmaya başlaması yaz aylarının tamamını kaplayan bir tedirginlik ve risk fırtınası üretti. Neredeyse yazın sonu geldi yavaşlatılan likidite genişlemesinin ne zaman daralmaya dönüşeceği bilinmiyor. Tabii, buna bağlı olarak, ABD’de faizin ne zaman yükseltileceği de hala bir beklenti meselesi olmanın ötesinde bir netlik kazanmadı. 

Merkez Bankacılarla iktisatçıları bir araya getirmesiyle ünlü Jackson Hole toplantılarının bu seneki buluşması böyle bir iklimde yapıldı. Faiz yükseltilmesi, likidite daraltılması ve bunların özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaratacağı etkiler gibi meseleler bu yılın toplantısında da epeyce konuşuldu. Bu havada can alıcı nokta sanki biraz dikkatlerden kaçtı. Merkez bankacıların konuşmalarında, iktisatçıların bildirilerinde hatta medyaya yansıyan yorumlarda merkez bankacılığının bir yol ayrımına geldiği noktasında bir alt vurgu belirmeye başladı diye düşünüyorum. Bu ayrım belki henüz gelişmekte olan ülkelerde belirgin değil ama önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelerdeki merkez bankacılığının karakterini belirleyeceğini söylemek mümkün. 

Söz konusu yol ayrımının iki farklı parkuru var diye düşünüyorum. Birisinin alışılmış merkez bankacığının ekseninde ve uygulama kriterlerindeki kayma olduğu söylenebilir. İkinci parkurda ise özellikle büyük gelişmiş ülke merkez bankaları arasındaki ayrışma yer alıyor. 

Alışılmış merkez bankacılığından kastım küresel kriz öncesi dönemdeki tercihler ve uygulamaların tanımladığı merkez bankacılığı anlayışı. Enflasyon hedefl emesine kilitlenen, merkez bankacılığını tek hedefli uygulamalara indirgeyen bir para yönetimi anlayışı bu. Gittikçe ortodokslaşan bu anlayışın krizin öncesiyle sonrasıyla da başa çıkamadığı biliniyor. Krizle birlikte birçok merkez bankasının bu yaklaşımdan uzaklaştığını, enfl asyon hedefl emesini bir yana koyduklarını ve ekonomileri yeniden bir büyüme rayına oturtmayı amaçlayan bir gevşek bir para yönetimine kaydıklarını da biliyoruz. Merkez bankacığında eksen kayması dediğim de bu. Şimdi, krizden çıkıldığına göre, eski eksene yeniden dönüleceği düşünülebilir. Bu seneki Jackson Hole toplantısındaki genel hava böyle bir dönüşün, belki hiç bir zaman, olmayacağı yönünde. Salt enflasyon hedefl i para yönetiminin yerini enfl asyonun yanı sıra büyüme (istihdam), finansal istikrar gibi hedefl erin de gözetildiği bir merkez bankacılığı anlayışına bırakacağı anlaşılıyor. 

Bu tabii enflasyon kaygısından bütünüyle vazgeçildiği anlamına gelmiyor. Merkez bankaları arasında ayrışma olmaya başladığı yönündeki düşünce de noktada devreye giriyor. Küresel krizle birlikte toplam talebi destekleyen, harcamayı özendiren ve bu yoldan ekonomileri yeniden büyüme dinamiğine iten bir bol para-düşük faiz politikasına kayıldı. Bunu en hızlı ve yaygın biçimde yapan ülke ABD oldu. İngiltere Merkez Bankası da bu yolu izledi. Buna karşılık Avrupa Merkez Bankası (AMB) bu dönüşe pek katılmadı. AMB’nin muhafazakar tutumunu sürdürmesinin özellikle euro alanının krizden çıkışta zorlanmasına, deflasyon riskine kaymasına ciddi katkı yaptığı biliniyor. Buna benzer bir süreç Japonya için de söz konusu oldu. 

Bu gün gelinen noktada ABD ve İngiltere merkez bankaları, biraz da enflasyon kaygısı ile, yavaşça parasal sıkılaşmaya, sıkı para-yüksek faize doğru kayıyorlar. Buna karşılık, AB ve Japonya merkez bankaları parasal gevşemeye sanki yeni başlıyor gibiler. Bu durumda gelişmiş merkez ülkelerde iki farklı para yönetimi anlayışının hakim olacağı anlaşılıyor. Yani, gelişmiş ülke merkez bankalarında bir ayrışma görülüyor. Bu yeni bir durum. 

Bize ne bundan demenin manası yok. Söz konusu ayrışmanın uluslararası para hareketlerinden başlayan fiyat ve kur hareketlerine kadar uzanan pek çok yansıması olacak. Herkes etkilenecek. Gelişmişlerde pişecek bize de düşecek anlayacağınız. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018