Önümüzde çok önemli bir pazarlık süreci var

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Görünen o ki Soçi’de üç bölge ülkesi -Rusya, Türkiye ve İran- Suriye’ye barış getirmek için işbirliğine devam etme konusunda anlaştılar. Türkiye NATO ile ilişkileri kötüye giderken Rusya’nın kollarına mı düşüyor? Emeritus Profesör İlter Turan değerlendiriyor…

Soçi’de ne oldu?

Rusya, İran ve Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Suriye hükümetinin tekil yapısını korumak konusunda büyük ölçüde uzlaşmış görünüyor. Bu bağlamda hala çözülmesi gereken konular var. Örneğin YPG/PYD’nin bu görüşmelerde bir yeri olacak mı, olacaksa ne olacak, bunun cevabını hala bilmiyoruz. Türkiye YPG/PYD’nin bu görüşmelere katılmasına çok katı bir şekilde karşı çıktığı için – onların istediği tam olarak bu olsa da - bu görüşmelerde muhtemelen doğrudan temsil edilmeyecekler. Bir ihtimal Cenevre’ye bir heyet gönderecekler, bu heyet görüşmelerde yer almayacak ama Rus tarafıyla devamlı iletişimde olacaktır. Ya da farklı bir örgüt kıyafetiyle gelmeye çalışabilirler. Rus heyetinin içinde bir temsilcileri olması bile mümkündür. Nasıl bir formül kullanılırsa kullanılsın, YPG/PYD’nin gelişmeler konusunda bilgilendirileceğinden ve ona danışılacağından emin olabilirsiniz.

Diğer bir konuya dönecek olursak, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın mevcut Suriye hükümetiyle işbirliğinin mümkün olup olmadığına dair bir soruya verdiği cevap bir değişiklik sinyali içeriyor. Sayın Erdoğan siyasette hiçbir seçeneğin dışlanamayacağına işaret etti. Ben bu sözlerini Türk hükümetinin Esad rejimi ile bir uzlaşma olasılığını değerlendirme noktasına geldiği şeklinde yorumluyorum çünkü Esad’ın bir yere gittiği yok; ve Türkiye bu gerçekle yaşamak zorunda. Dahası, Esad rejimi de Türkiye’de Suriye’nin kuzeyinde otonom bir Kürt bölgesi istemiyor; böylece ortaya bir çıkar birlikteliği çıkıyor. Ayrıca, Suriye ve Türk hükümetleri işbirliğinden fayda sağlayacakları diğer bazı alanlar da bulabilirler.

Suriye’de barışı sağlamak kolay olacak mı?

Tabii ki, bu karmaşık bir süreç olacak. Suriye’de Türkmenlerin de aralarında yer aldığı ciddi şekilde korunmaya ihtiyacı olan gruplar var. Sonra, bu süreçte Türkiye, kendisiyle birlikte çalıştığı grupların yeni Suriye sistemine entegre edileceklerinden ve cezalandırılmayacaklarından emin olmak isteyecektir. Sanıyorum sonunda bir barış formülü şekillenmeye başladı. Bugün karşımızdaki kritik soru Amerikan politikalarının bu sürecin neresine oturacağı. Şu anda ABD’nin Suriye için farklı planları var gibi görünüyor. ABD şimdiye kadar – çoğu PYD/YPG Kürt birimlerinden oluşan - sözüm ona Suriye Demokratik Güçlerini destekliyordu. ABD’nin, Suriye’de bir tutunma noktası edinmek için PYD’nin IŞİD güçlerinin Rakka’dan geri çekilmesine olanak veren bir anlaşma yapmasını dahi hoş gördüğü anlaşılıyor. Kısacası, önümüzde çok karmaşık bir pazarlık süreci var.

Peki dış politika anlamında bu tablo bize ne anlatıyor?

Soçi’deki toplantı uluslararası camiada bölge ile ilgili yeni bir siyasa yapımı çerçevesinin oluşmasında bir aşamaya ulaşıldığını simgeliyor. Türkiye geçmişte bölgedeki Batı politikalarının bir direği olarak görülüyorken, şimdi ABD’yi ve PYD’li müttefiklerini kontrol altında tutmayı amaçlayan bölgesel bir siyasa yapımı çerçevesinin içinde yer almaya yöneldi. Bu Amerika’yı rahatsız etmiş olacak ki, PYD’ye silah vermeyi durdurduğunu ilan etti. Ancak ABD, daha doğrusu Trump hükümeti, her zaman kendi kadrolarının tavsiyelerine uygun hareket etmiyor, Amerikan devlet kurumları da her zaman Trump’un talimatlarını dinlemiyor. Ne yapacaklarını görmek lazım.

Bir de, Amerika Ortadoğu politikalarını Suudi Arabistan’la yakın işbirliği varsayımı üzerine bina ediyor. Bu birçok açıdan sorunlara gebedir. Öncelikle Suudi rejiminin kendisi de çok kuvvetli değil; dolayısıyla Ortadoğu’ya ne büyük siyasi veya sosyal değişim ne de barış getirebilir. İkinci olarak, bu tercih muhtemelen İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan’daki etkisinin sağlamlaşmasına yardımcı olacaktır. Bu ülkelerin hepsi Suudi nüfuzuna ve ideolojilerine karşı. Üçüncü olarak, Suudi hükümetinin kendisi olmasa bile, o ülkedeki bazı devlet dışı aktörler Ortadoğu’daki sorunlara çözümden sunmaktan ziyade sorun yaratıcı unsurlar olarak değerlendiriliyorlar çünkü İslam’ın daha katı ve hoşgörüsüz formlarının yaygınlaşmasını teşvik ediyorlar. Bazı radikal İslamcı hareketlerin Suudi parasıyla desteklendiği kesin olarak bilinen bir şey. ABD çok sorunlu bir müttefik seçmiş bulunuyor. Bu şartlar altında başarılı bir politika sürdürmeleri zor olacak.

NATO eğitimlerinden birinde Türk takımının geri çekilmesine neden olan da büyük bir olay oldu. Sizce Türkiye NATO’dan uzaklaşıyor mu?

Soğuk savaşın ardından NATO’nun işlevlerini bütün üyelerin benimsediği ortak bir paydada tanımlamak gittikçe daha zor hale geldi; tüm üyeler bu konuda hemfikir. Bazı sorunlu bölgeler veya uluslararası siyaset sorularına ilişkin tüm üyeler arasında bir oydaşıma ulaşılsa bile, ne yapılacağına ilişkin bir siyaset geliştirmek ve bunu uygulamak için, konuya daha fazla ilgi duyan üyeler arasında bir koalisyon oluşturma gereği ortaya çıkıyor. NATO üyelerinin herhangi bir uluslararası ihtilafta çelişen amaçlar doğrultusunda çalıştığını görmek her zaman mümkün. Bu hayatın gerçeği. Eğer NATO’yu bir savunma sistemi olarak (ki bence NATO’nun varlığı halen Rusya’nın Batı Avrupa’da veya dünyanın diğer bölgelerinde düşmancıl eylemler yapmasını engelliyor) muhafaza etmek istiyorsak, NATO üyeleri uluslararası alanda birbirinden farklı, hatta zaman zaman birbiriyle çelişen siyasalar izleyebilirler ilkesini içselleştirmek zorundayız.

Türkiye’nin NATO üyeliğine dönecek olursak, tarihi olarak Türk hükümetleri ve kamuoyunun bu kuruma bir güvensizlik duyduklarını görülüyor. Bu nedenle, bir tatbikatta Atatürk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğraflarının düşmanı temsilen kullanılmasının ardından NATO Türk toplumunun her seviyesinden sert bir şekilde protesto edildi, çıkalım diyenler bile oldu. İnsanlar bir olayı çok farklı şekillerde yorumlayabiliyorlar. Ben bu yorumların arasında gerçeğe en yakın hangisidir, bilecek konumda değilim. Ama sahip olduğum az bilgiyle bir yorum yapacak olursam bu olay NATO’nun bir teşkilat olarak önceden planladığı kasti bir davranış değildir, düşük seviyede bir çalışanın bireysel işgüzarlığıdır derim. Belki de bunu yapanların istediği şey tam da Türkiye’nin verdiği tepkiyi vermesi için onu tahrik etmekti. Nitekim, çok küçük sembolik bir münasebetsizlikle NATO ve Türkiye arasında ciddi bir sorun yaratabildiler.

Şunu görmemiz gerekiyor; günümüzde küçük pozisyonlardaki insanlar bile farklı araçlar kullanarak – bunlar arasında şahsen bilgi ve belge yükleyebildikleri bilgisayarlar da var – çok büyük sorunlara neden olabiliyorlar. Böyle bir olayın NATO’dan ayrılma sebebi olabileceğinden bahsetmek çok mantıksız. NATO’dan çıkmak gibi dramatik bir eylem için Müttefikler ve Türkiye arasındaki uzlaşılamayan farklılıkların neler olduğu, ittifak güvencelerinin kapsamı ve güvenilirliği ve daha pek çok husus çok dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Ani bir heyecanla NATO’dan ayrılmak o kadar maliyetli olur ki bunu gerçek bir seçenek olarak düşünmek dahi akıllıca olmaz. Tüm savunma sistemimiz – elektronik istihbaratın da büyük bir çoğunluğu buna dahil – NATO sistemlerine entegredir. Silah sistemlerimiz, bunların tedariki, bakımı, tamiri ve kullanımı bakımından da NATO ile bütünleşmiş durumdayız. En önemlisi güvenliğimizi, her türlü zorluğa rağmen, halen NATO’nun kolektif savunma şemsiyesi ile sağlıyoruz. NATO üyesi ülkelerin paylaştığı siyasi değerleri biz de paylaşıyoruz. NATO’dan ayrılmak, Türkiye’yi savunmasız bırakıp doğrudan Rusya’nın kollarına atar. NATO üyesi olmayan bir Türkiye’nin Rus politika yapıcıların nezdinde daha önemli hale geleceğini savunanlar, bu önermelerinin mantığını bir defa daha gözden geçirmelidirler.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019