Pamuk eller cebe

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Prof. Dr. Nurettin BİLİCİ

Ekonomide bir tekrar yaşıyoruz. Atatürk döneminden sonra olanların bir tekrarı. Cumhuriyet tarihi diye bakınca ekonomi bir tek Atatürk döneminde övgüye değer gelişme gösterdi, sonrasında bir ileri bir geri giderek yerinde saydı. Mustafa Kemal Atatürk dönemi, ülkeyi yok olmaktan kurtardığı, miras kalan borçları ödediği gibi kendinden sonraya da borçsuz bir ülke bırakmıştır. Atatürk döneminin devrettiği Türkiye, istikrarlı ekonomisi ile dışarıda da saygınlık kazanmış bir ülke idi. O Türkiye’nin teknolojik gücü elinde tutan ülkeler (ABD ve ona yakın Avrupa ülkeleri) grubunda yer alması garanti edilmişti. Ekonominin dünya toplam ekonomik gücü (milli geliri) içindeki ağırlığı 1938 yılı itibarıyla yüzde 0.7 gibi bir seviyeye çıkarılmıştı.1

1938’den günümüze, dünya ekonomisi içindeki yüzde 1 civarındaki payımızda bir ilerleme kaydedemedik. Atatürk Türkiye’sinin hak ettiği ve bize bıraktığı, Avrupa ile bütünleşme mirasını da cömertçe harcadık. Neden ileri gidemedik? yüzde 1 olan payımızı niçin başka ülkeler gibi yüzde 3’e yüzde 4’e çıkaramadık? İleri gidemememizin üç temel nedeni şunlardır bize göre:

1) Yanlış ekonomi politikaları,

2) Kamu yönetiminde liyakatı olanı değil de, “bizden olan”ı tercih etmemiz,

3) Sorunlarımızı konuşma müzakere- empati (siyasi akıl) yöntemiyle değil de bizim gibi veya bizden olmayanı yok etme yöntemleriyle çözme alışkanlığımız.

Bu söylediğimiz kusurlar Atatürk sonrası yönetimlerin tamamında vardır.

Bu yazının konusunu, bu üç kusurdan sadece ekonomi politikasına ilişkin yanlışımız oluşturuyor. 1938’den bu yana bu yanlış politikadan hiç vazgeçilmemiş ve bedeli de her 20 yılda bir dış borç krizleri ile ödenmiştir: 1958, 1978, 2001 krizleri.2

Şudur yaptığımız: Kazandığın paraya ilave olarak, borçlan ve harca, gerektiğinde evdekileri satıp onu da harca, yarına Allah kerim!

Böyle olunca yarınlar iyi olmuyor: borçlar çoğalınca, rahat borç alamaz hale geliyorsunuz. Yüksek faizle para satan tefecilerin eline düşme durumu söz konusu oluyor. Ve dış borçlarınızı ödeyemez hale düşüyorsunuz. Sonra devalüasyon, yüksek faizler… IMF kurtarma paketleri... Bu krizler krize sebep olan yönetimleri de alıp götürüyor.

Şimdi ülkemiz benzeri bir tekrarla (déja vu ile) karşı karşıya. 2002 yılında 129 milyar dolar olan net dış borcumuzu 430 milyar dolara çıkardık. Aldık harcadık. O tarihten bu yana, elimizdeki üç olan KİT varlığının ikisini satıp 70-80 milyar dolar civarında kaynak sağladık. Onu da harcadık. Sokaklarımızı lüks BMW’lerle Mercedes’lerle doldurduk. Sadece büyük şehirlerimizde değil Türkiye’nin en ücra kazalarında, kasabalarında bile sokaklarda arabamızı park edecek yer bulamıyoruz. Elimizde pahalı telefonlarla caka satıyoruz. Yani yaptığımız harcamaların ciddi bir kısmı, teknoloji üreten, cazip ürünler sunan yabancı firmaların kasalarına gitti. Alışverişlerimizin ciddi bir kısmını da yüksek faizlerle aldığımız borç paralarla yaptık.

Şimdi ilave borç almanın zorlaştığı ve ödediğimiz borç faizlerinin tavana vurduğu3 anlaşılıyor ki hazırladığımız Torba Kanun’la durumu kurtarmaya çalışıyoruz:

• Bir, elimizde son kalan oturduğumuz evleri (lojmanlar, sosyal tesisler) satıp 10 milyar TL civarı para toplamayı planlıyoruz. Çünkü başka satacak dişe dokunur bir şey kalmadı.

• İki, vatandaşın cebine el uzatıyoruz. Diyoruz ki: “Cicim ayları geride kaldı. Cicim aylarında borç aldım, eldekileri sattım. Sana güzel günler yaşattım. Ama aynı şeyleri artık yapamıyorum. Ve şimdi ben de sıkıntıdayım. Lütfen anlayışla karşıla. Elindekilerden biraz daha fazla almak zorundayım. 30 milyar TL gibi bir ek paraya ihtiyacım var.4”

Kamu gelirlerinin GSYH’ye oranının genel devlet anlamında yüzde 41.4 gibi bir seviyeye çıktığı bir dönemde, bununla yetinmiyor yüzde 1 gibi daha ek para talep ediyoruz vatandaştan.

Başkaları kamuyu küçültürken biz daha da büyütmeye çalışıyoruz. Ne diyebiliriz. "Hadi hayırlısı" demekten başka.

*******

(1) Bkz. Nurettin Bilici, Avrupa Birliği(- nin) Türkiye(si), Yedinci Baskı, 2017, Savaş Yayınevi, Ankara, s. 176.

(2) İbid, s. 173.

(3) 2017 bütçesinde GSYH’nin yüzde 3’ü civarında (60-70 milyar TL) faiz ödemesi bulunmaktadır.

Yurt dışına ödenen faiz gideri şeklinde bakıldığı vakit: Kamu-özel sektör birlikte 430 milyar $ olan dış borçların faiz oranının yüzde 10 olduğu düşünülürse, yıllık 43 milyar $ tutarındaki bir paranın her yıl yurt dışına (özellikle Yahudi gücün elinde tuttuğu) finans çevrelerine aktarıldığı sonucu ortaya çıkar.

(4) 30 milyar TL ilave para toplayarak (ek gelir sağlayarak) 2018 yılı bütçe açığının yüzde 3 yerine yüzde 2 civarında tutulması amaçlanmaktadır.

(5) 2002 yılında Genel Devlet gelirleri/ GSYH oranı yüzde 31 idi. Bkz. Nurettin Bilici- Adem Bilici, Kamu Maliyesi, Sekizinci Baskı, 2017, Savaş Yayınevi, Ankara, s. 317.Başkaları kamuyu küçültürken biz daha da büyütmeye çalışıyoruz. Ne diyebiliriz. “Haydi hayırlısı” demekten başka.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ufuk çizgisi 03 Nisan 2024