Programda gerçekçilik ve tutarlılık

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Türkiye ekonomisi plan-programla yönetilmeye alışık. Cumhuriyet ekonomisinin planla yönetilmede ilk deneyi 1930’lı yıllara kadar gidiyor. Devletçilik ve tabii bunun kaçınılmaz parçası olan plancılık bize bu yıllardan yadigar. Daha sonra, liberalleşme- dışa açılmada atılan ilk adımların arkasından, 1960’ların kalkınma plancılığı geliyor. Beş yıllık planlarla ekonomiye yön verilmeye çalışılan bu dönemde plan daha çok yol gösterici bir işleve sahip. Artan liberalleşme, piyasaların gittikçe büyüyen ağırlık kazanması ve 1980’lerin ikinci yarısında dışa açılma ve arkasından gelen konvertibiliteye geçiş adımları Türkiye’de plancılığın ağırlığını azalttı. Ünlü Planlama Teşkilatı geri plana çekildi ve bütünüyle istişari bir rol üstlendi. Sanırım planların işlevsiz hale gelmesi piyasacılıkta daha bebek adımları atan özel sektörü biraz yönsüz bıraktı. Siyasi iktidarların ekonomiyi yönlendirme ve bu yönde kurumlarla iletişim halinde olma iştahı da hiç tükenmedi. Sonuçta tarafların ihtiyaçlarını giderecek yeni bir uygulama devreye sokuldu. Gelecek döneme dönük olarak siyasi iktidarın niyetlerini ve makroekonomik hedeflerini içeren “Orta Vadeli Program” adı altında yeni bir uygulama başlatıldı. 

Başlangıcı itibariyle böyle bir program uygulamasını gerekli ve doğru bulanlardanım. Programlarda yer alan üç yıllık hedeflerdeki gerçekçilik dozu ve bunların kendi aralarındaki tutarlılık bu tür uygulamaların ön koşuludur kuşkusuz. Öngörülen hedeflere ulaşmak için uygulanacak politika seti açısından da şeffaf ve tutarlı olmak gerekir. Bu özelliklerin eksikliği program ile gerçeklik arasındaki bağı gevşetir. Gevşeklik arttıkça programlar siyasi iktidarın propaganda aracı haline gelir. Yön gösterme işlevini dahi yerine getiremezler. 

Geçtiğimiz günlerde 2016-2018 yıllarını kapsayan yeni “Orta Vadeli Program” açıklandı. Yeni orta vadeli program oldukça kapsamlı. Bütün büyüklüklerini tek bir yazıda değerlendirmek olanaksız. Dolayısıyla programı büyüme ve dış kaynak açısından irdelemekle yetineceğiz. 

Programda 2016 yılı için büyüme öngörüsü yüzde 4’den yüzde 4.5’e yükseltilmiş, sonraki iki yıl için de ekonominin yüzde 5 hızında büyüyeceği öngörülmüş. Yani siyasi iktidar önümüzdeki üç yıl içinde büyümenin hızlanacağı ve potansiyel büyüme hızımızın üstüne çıkarak, büyüyememe illetinden kurtulacağımızı öngörüyor. Bunun gerçekçiliğini ve tutarlılığını hızlanmanın kaynakları açısından irdelemek gerekiyor. Büyümede hızlanmanın iç ve dış kaynaklarla besleneceği söyleniyor. Özel ve kamu tüketim ve yatırım harcamalarının hızla artacağı, toplam yurt içi talebi 2015 yılında yüzde 4.6 arttırdıktan sonra önümüzdeki üç yıl içinde de yüzde 4’ün üzerinde bir artış temposunu koruyacağı öngörülüyor. Geçtiğimiz dönemde özel yatırımların güçlü bir gerileme eğilimi içinde olduğunu biliyoruz. Özel tüketim harcamalarının da risklere karşı duyarlı olduğu malum. Bu durumda programdaki harcama bu projeksiyonlarının iyimserliğinin yüksek, gerçekçilik dozunun ise sorunlu olduğunu söylemek mümkün. Gerçeklikten uzak bir başka öngörü de tasarruf oranıyla ilgili. Türkiye ekonomisinin tasarruflar açısından anemik bir trend sergilediği biliniyor. 2016-2018 döneminde tüketim ve yatırım harcamalarındaki güçlü artışların sürüklemesiyle yurt içi tasarruf -GSYH oranının önce yüzde 16.5 düzeyine çıkacağı, üç yıllık program dönemi sonunda da yüzde 17.8 oranına yükseleceği öngörülüyor. Bu da biraz abartılı gibi duran bir sayı. Kısacası, yeni orta vadeli programın hızlanacağı öngörülen büyüme ve bunu besleyeceği düşünülen harcama - tasarruf büyüklükleri bağlamında gerçekçilik bağının zayıf, tutarlılık düzeyinin düşük olduğu söylenebilir. 

Büyümedeki hızlanmanın dış kaynak akışında olası bir artıştan kaynaklanacağını düşünmek mümkün. Geçtiğimiz yıl içinde ekonomiden önemli boyutta sermaye kaçtığını, bunun da bir yandan faiz bir yandan da risklerle bağlantılı olduğunu biliyoruz. 2016-2018 döneminde bu trendin tersine çevrilip, büyümeyi hızlandıracak sermaye girişi olması için iki noktada bu günkünden farklı koşulların oluşması gerekir. Birincisi faizin riskleri karşılayacak ve sermaye girişini cezbedecek düzeye yükselmesidir. İkincisi ise risklerin geriletilmesidir. Bu iki gelişmenin de siyasi iktidarın öncelikleri arasında olmadığını biliyoruz. Önümüzdeki dönemde de risklerin görece yüksek olacağını, faizin de düşük kalmaya devam edeceğini düşünmek daha gerçekçi bir öngörü olacaktır. Bu durumda bizi büyüyememe illetinden kurtaracak büyümede öngörüsünün dış kaynak açısından da gerçeklikle uyuşmayan ve tutarlığı olmayan bir hedef olduğunu kabul etmek doğru olur diye düşünüyorum. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018