Sermaye akımlarına bağımlılık

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU dunyaweb@dunya.com

Bir yandan Türkiye’ye yurtdışından gelen sermayenin (dış borcun) bol olmasını istiyoruz öte yandan gelen sermayenin oluşturduğu hareketlerden kimi zaman hoşlanmıyoruz.Mesela, sermaye girişlerinin çok arttığı dönemlerde kredi artışı da çok yükseliyor ve finansal istikrarı tehdit ediyor, döviz kuru düşüyor. Öte yandan, bırakın net sermaye çıkışlarını, net sermaye girişlerinin azalmasından da ürküyoruz. Çünkü böyle dönemlerde yurtiçi kredi arzı bıçak gibi kesiliyor, döviz kuru ve faiz yukarıya sıçrıyor.

2005’ten bu yana bakıldığında, Türkiye’ye net sermaye girişinde büyük bir sıçrama olduğu kolaylıkla saptanıyor. 1990-2001 döneminde net sermaye girişlerinin gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranının ortalaması yüzde 1.3 düzeyindeydi. Tüm bu dönemde sadece 1993 ve 2000’de görece yüksek net sermaye girişi var. Geriye kalan yıllarda yüzde 2.5’in altında bu oran. Oysa 2009 hariç tutulduğunda, 2005-2012 döneminde en düşük net sermaye GSYH oranı yüzde 5 ile 2008’de. Onun dışında hep yüzde 7’nin üzerinde bu oran.Yüksek rakamlar bunlar.

Yıllık verilere değil de üçer aylık dönemlere bakınca daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Net sermaye girişlerinde önemli dalgalanmalar yaşanıyor. Mesela 2010’un ikinci yarısına doğru başlayan bol kepçe sermaye girişi 2011’in ikinci çeyreğine kadar sürüyor. Benzer bir dönem 2012’nin ikinci çeyreği ile 2013’ün ilk çeyreği arasında var. Oysa 2008’in sonlarından başlayan ve 2009’un ikinci çeyreğinin ortalarına kadar olan dönemde net sermaye çıkışları var. Şu sıralarda yine net sermaye girişlerinin azaldığı bir dönem yaşıyoruz.2014’te de bu durumun sürmesi olasılığı yüksek.

Net sermaye girişlerinin sürmesi Türkiye açısından çok önemli, zira gelirimizin önemli bir kısmını tükettiğimiz için az tasarruf yapıyoruz. Bu düşük tasarruf miktarı arzu ettiğimiz düzeyde yatırım yapmamızı engelliyor. Yatırım düzeyimizi düşürmememizin tek yolu bu durumda dışarıdan borçlanmak oluyor. Vadesi gelenin üzerinde ne kadar çok borçlanıyorsak net sermaye girişi de o kadar çok demek.

Ne var ki bu sürdürülebilir bir durum değil. Birincisi, yurtiçi makroekonomik koşullar düzgün olsa bile, yurtdışında işler her zaman düzgün gitmiyor. Mesela mayıs ayından beri finansal piyasalarda gerginlik var. Böyle dönemlerde ülkeye giren net sermaye miktarı azalıyor. İkincisi, sürekli net sermaye girişlerine dayanmak, döviz cinsinden borçları yükseltiyor. Mesela, 2012 sonunda, Türkiye’nin döviz cinsinden yükümlülükleri ile döviz cinsinden varlıkları arasındaki farkın GSYH’ye oranı yüzde 55 düzeyindeydi. Bu oran 2013 içinde daha da yükseldi. Döviz açık pozisyonunun önemli bir kısmı şirketler kesiminde. Bu önemli bir kırılganlık ve özellikle finansal piyasaların gerginleştiği dönemde çok göze batıyor.

Ekonomi yönetimi net sermaye hareketlerindeki aşırı oynaklığın yarattığı ve yazının girişinde özetlediğim hareketlerden hoşlanmıyor. Kredi atış oranının ve liranın reel değerinin fazla oynamasını istemiyor. Bunları engellemeye çalışıyor. Bir anlamda sermaye hareketlerinin peşinden koşturup gidiyoruz. Ancak bu koşuşturma sırasında istenmeyen ‘yan etkiler’ görülebiliyor. Mesela kredi artış oranını azaltmaya çalışan bir politikanın ‘aşırıya kaçması’ durumunda, GSYH büyümesi olumsuz etkileniyor. Keza liranın reel olarak değerlenmesini engellemeye çalışan bir politikanın aşırıya kaçması durumunda da enflasyonun yükselmesi ve kur artışıyla sağlanan rekabet avantajının yok olması riski var. Oysa başka alternatifler de var. Bir başka yazıda...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018