Sosyal medya yasaklanmalı mı?

Açıl SEZEN
Açıl SEZEN Dünyanın Parası acil.sezen@gmail.com

Hindistan’da Modi hükümeti, sosyal medyaya sınırlama getirilmesi için yasal düzenleme yapmaya hazırlanıyor. Gerekçesi, sosyal medya üzerinden “inanılmaz hızla yayılan yalan haberler.”

Lübnan’da ekonomik kriz var. Krize dair birçok yorum, WhatsApp grupları üzerinden yayılıyor. Hariri Hükümeti bir yandan ekonomik krizi çözmek adına bakan ve milletvekili maaşlarını yarıya indirirken, bir taraftan da WhatsApp uygulamasından telefon görüşmelerine vergi getirmeyi, burayı denetim altına almayı amaçlıyor.

İran’da, Rusya’da, K.Kore gibi ülkelerde dönem dönem sosyal medya yasakları devreye girebiliyor.

Keza Türkiye de bu konuda geçmişte ciddi sosyal medya sınırlamaları uygulayan ülkelerden biri oldu.

Tüm bunları anlatmamın nedeni, fikir ve ifade özgürlüğü tartışması yaratmak değil.

Zira, sosyal medyanın fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında ne kadar değerlendirilmesi gerektiği ayrı bir yazı ve tartışma konusu. Fikirlerini paylaşan, verimli ve fayda amaçlı tartışan kullanıcılar olduğu gibi, parodi hesaplarla, takma isimlerle, kendi kimliğini gizleyerek kendisinde karşısındakine küfür etme hakkı bulan birçok kullanıcı da var.

Ancak tüm bunlardan azade, sosyal medyanın yarattığı yayılma hızının tüm dünyada işleri değiştirdiği ve kontrolü güçleştirdiği ortada.

Peki devletler açısından sosyal medya mecralarını kısıtlayarak bilinçli ya da bilinçsiz olarak yayılan kirli bilgiyi engellemek mümkün mü?

Bu yanıtı bulabilmek için, öncelikle kitlelerin analizini yaparak ilerlemekte yarar var.
Türkiye örneğinden yola çıkalım.

Reuters’ın anketine göre, Türkiye dünyada geleneksel medyaya en az güven duyulan ülkelerden biri (%38). Basına güven Almanya’da %50, İskandinav ülkelerinde %60’lara ulaşıyor.

Buna mukabil, tüm dünyada sosyal medyaya en fazla güven duyulan ilk 5 ülkeden biri (%33).
Bir başka deyişle, Türkiye’de kamuoyu için (haberi teyit etmek gibi) gazetecilik ilkelerine ve kurallarına uyduğu düşünülen basın yayın organları ile sadece duyumlar üzerinden ilerleyen sosyal medya hesapları arasında inanılırlık açısından neredeyse fark yok.

Araştırma, bu ayrımın Gezi olayları ve 17/25 Aralık döneminde geleneksel medyada bilgi akışının duruşu ve sosyal medyanın etkin kullanımı nedeniyle keskinleştiğini söylüyor. Türkiye’de medya sahipliği ve yıllar içinde hem iktidar hem muhalefet kanadında oluşan iliştirilmiş gazetecilik de kamuoyunun bu bakışını haklı çıkarıyor.

Fakat bu da ayrı bir yazı konusu ve gelmek istediğim nokta bu da değil.

Basına duyulan bu güvensizlik, herhangi bir konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan insanları yanlış yönlendirilmeye çok açık hale getiriyor.

O nedenledir ki, bugün iki tıkla açtığı YouTube kanalında Türkiye’nin iç ya da dış politikası konusunda yalan yanlış bilgilerle donatılmış insanlar da, “Dolar 10 TL, 20 TL olacak” diyen, dış politikada mesnedi olmayan bilgileri gerçekmiş gibi anlatan birçok isim yüz binlerce izlenme sayısına ulaşıyor. (Bunu bir iş olarak kabul ediyor ve hakkını vererek yapanları tenzih ediyorum.)
Suriye operasyonu sırasında zerrece bilgisi olmayan konularda yalan yanlış bilgi aktaran, insanların algılarını yönlendirmeye çalışan Youtuber’lar oldu.

Birkaç şeyi bilmek lazım. Birincisi, bu kanalların sebebi varlığı yüksek izlenme sayısına erişmek. Zira, ne kadar çok izlenmeye ulaşılırsa YouTube’dan o kadar çok para kazanıyorlar. Ne kadar karamsarlık pompalarlarsa o kadar yüksek izlenme sayısına ulaşıyor, o nedenle de her turda biraz daha karamsarlık boca ediyorlar. Dolayısıyla maksatları doğru bilgi vermek değil, daha çok izlenmek. Onlar için o bilginin doğruluğu değil, popüler görüşe yakınlığı önemli. İdeolojik olarak hükümete karşı olan (ki herkesin demokratik görüşü bu olabilir) kitleyi sömüren, bu karşıtlığı paraya dönüştürmeyi amaçlayan bir yapıdan söz ediyoruz.

“Ekranlarda sizlerin söyleyemediği şeyleri söylüyorlar” argümanıyla gelecek itirazlar için yanıtı baştan vereyim. Yayıncılığı iş edinmiş insanlar olarak bizlerin yapması gereken şey şudur:
Anın fotoğrafını çekerek olayları, yaşananları, olduğu şekliyle aktarmak. Karmaşık olduğu durumlarda, finansal okuryazarlığı düşük olan kesimlere bilgi simetrisi sağlayabilmek için bilgiyi anlaşılır dile çevirerek (decode ederek) sunabilmek. Bu yolla yatırımcıların doğru kararları verebilmeleri için gerekli veri ve analizi sağlamak. Yaptığımız ya da yapmak zorunda olduğumuz şey, makulün alıcısı kalmamış da olsa taraf olmak yerine tarafsız durabilmeyi başarmaktır.

Gelelim baştaki soruya. Devletler açısından bunları yönetmenin yolu nedir?

Açık ve net şekilde bunun yasaklamalar olmadığını söylemeliyim.

Hootsuite rakamlarına göre, örneğin Türkiye’de kişi başına ortalama sosyal medya hesabı sayısı 9. O nedenle siz sosyal medyanın bir bacağını tıkasanız, diğer kanalda paylaşımlar sürecektir.

Sosyal medya etkinliğini yasaklarla yönetilebilir kılmanız mümkün değildir.
O halde yapılması gereken 2 şey var. Bunlardan biri, izleyenleri bu konularda önce doğru şekilde uyarmak, sonra doğru bilgiye ulaşabildiklerine ikna edebilmektir. Kamuoyu doğru bilgiye, kesintisiz şekilde ulaşabildiğinde ve buna gerçekten güvenebildiğinde, sosyal medyanın ağırlığı azalmaya başlayacaktır. Bu siyaseten verilmesi gereken bir karar ve uygulaması bugünkü medya sistematiği içinde oldukça güç. Çünkü Hindistan’da da, Lübnan’da da, Rusya, Türkiye ya da başka bir ülkede de muhalif seslerin varlığına tahammülü gerektiriyor.
Ama gerçekleşmediği her gün, sosyal medya üzerinden yayılan bilgi kirliliğinin yönetilmesi daha da zorlaşacak.

Bu akışı yönetmenin bir diğer önemli boyut daha var.

O da, bu kişileri bilgi akışının içine dahil etmek.

Devletler nezdinde sosyal medya paylaşımları ya da dijital yayıncılar, yayıncı kimliği taşımıyor. Elbette tüm sosyal medya influencer’larının devletin bilgi akışı sistematiğinde yer bulmasını önerecek kadar naif değilim. Ama, bilgi ve etkinliği yüksek sosyal medya figürlerine kendinizi doğru anlatıp yorumu onlara bırakmak, yorum aleyhinizde olsa bile buna katlanabilmek, bu kirliliği önleyebilmenin tek yolu. Kirliliği “Ben parayı bu negatiflikten kazanıyorum” diyen kişiye kendinizi anlatmanız elbette mümkün değil. Ancak biraz önce de anlattığım gibi bu işi doğru düzgün yapan ve kendinizi anlattığınızda anlayabilecek insanlar da var. Bu kişilerin doğru bilgi akışına dahil edilmesi kıymetlidir. Dünyanın birçok yerinde birçok şirket geleneksel yollar yerine influencer’lara kendilerini anlatarak ilerliyor ve çok başarılı işler çıkarabiliyor.

Sizi anlamak yerine pozitif yaklaşımınızı kötüye kullanmak isteyenler elbette olacaktır. Ancak sizi doğru anlayan birkaç influencer bile olsa bu yolla kendi tezinizi daha fazla kişiye ulaştırma imkanı bulmuş olursunuz. Karşınızda bilgiyi sürekli kirleten yapılar varsa ve buna karşı doğru şekilde önlem alamıyorsanız, Lübnan’da olduğu gibi vekil maaşlarını da indirseniz, kamu kurumlarını da kapatsanız insanları ikna edemiyorsunuz. Hatta her yasaklayıcı önleminiz, bir sonraki adımda önünüze daha büyük sorun olarak çıkıyor.

Çözüm, yasak yerine ikna, eleştiriye tahammül, bıkmadan usanmadan anlatmak.
Çünkü siz sustuğunuzda bilgi kirliliğini yayanlar konuşuyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Eli yatırıma gitmemek... 21 Ağustos 2019
Acılara tutunmak... 03 Temmuz 2019