Ülkemizde bir laboratuvar deneyi yaşanıyor

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Bildiğiniz gibi, yazılarım Pazartesi günleri çıkıyor. Bir yazının Pazartesi günü yayınlanan gazetede yer alabilmesi için, en geç Pazar günü öğle saatlerinde gazeteye ulaşması lazımdır. İstisnai önemde bir olayı haberleştirmek için her zaman gazetede yer açmak ya da geç saatlerde gerçekleşeceği bilinen bir olayı son dakikada gazeteye sokmak için önceden tedbir almak mümkündür. Ancak bütün gazetenin son dakikada dizilmesi, mizanpajının yapılması, diğer işlemlerin tamamlanması mümkün değildir. Siz bu satırları okurken, anayasa değişikliğine ilişkin halkoylaması tamamlanmış ve sonuçları belirlenmiş olacak. Maalesef, bu satırlar yazılırken, henüz halkoylaması tamamlanmış değil. Sonuçlarla ilgili değerlendirmeleri daha sonraki sohbetlerimizde paylaşırız. Ancak, sonucu bilmemek, ülkemizde yaşanan ve toplumu derin ayrılıklara ve kutuplaşmaya sürükleyen anayasa değişikliği sürecinin mukayeseli bir tahlilini yapmamızı engellemiyor.

Anayasa değişikliğinin liberal demokrasilerin olmazsa olmazı olarak görülen kuvvetler ayrılığı ve denge-denetleme sistemini çok zayıflatmayı öngördüğü, aksi yöndeki bazı yorumlara rağmen, tartışılmayı gerektirmeyecek kadar kesindir. Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, zaten hiçbir zaman tam yerleşemeyen liberal demokrasinin sınırlamalarından uzaklaşmak, tek merkezden daha çabuk karar alarak “etkin” olduğunu söyledikleri bir sistemi yerleştirmek istemektedirler. Hemen belirtelim ki, bu tercihleri sadece ülkemizde ortaya çıkan ve sadece bize özgü koşulların ortaya çıkardığı bir durum değildir. Dünyanın genelinde populist dalgaların yükseklere getirdiği liderler, liberal demokrasinin öngördüğü yönetim yapısını ve anlayışını beğenmemekte, kısıtlayıcı bulmakta, bazen resmi bazen resmi olmayan yollardan değiştirmeye çalışmaktadır. Örneğin, Polonya hükümeti, anayasal yargıyı kendisine tabi kılacak yasal değişiklikler yapmıştır. Trump yönetimi ise federal bakanlıklara öncü kuvvetler göndererek (bunlara denizden yapılan çıkarmalara mülhem “beachheaders” deniliyormuş) kurumları kendine tabi kılmaya çalışmaktadır.

Populist iktidarlar, muhalefete karşı saygısız bir dil kullanıyor

Yine Türkiye’ye özgü olmayan, her yerde popülist yönetimlerin sergilediği ortak bir yönelim muhalefete karşı düşük bir hoşgörü düzeylerine sahip olmalarıdır. Hemen her ülkede, populist iktidar sahipleri, muhalefete karşı saygısız bir dil kullanmakta, hatta muhalefeti tahkirde bir sakınca görmemektedirler. Buna ek olarak, genelde muhalefeti ülkenin çıkarları aleyhine çalışan, ülke düşmanları ile işbirliği yapan bir kadro olarak suçlamaktan kaçınmamaktadırlar. Polonya hükümeti, selefinin bir uçak kazasında hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı Lech Kacszynski’nin ölümünü örtbas etmekle suçlamakta, olayın bir Rus komplosu olduğunu, ortada güçlü bir kanıt olmasa da, iddia etmektedir. Artık iyice pespaye bir diktatörlüğe dönüşen Venezuela’daki Maduro rejimi ise, kendi olağandışı beceriksizliği nedeniyle ortaya çıkan iktisadi krizden muhalefetin bozguncu ve yabancılarla işbirlikçi eylemlerini sorumlu tutmaktadır.

Popülist yönetimlerin muhalefete karşı tahammülsüzlüğü, özellikle ifade ve basın özgürlüğü alanına getirilen sınırlamalar, yaptırımlar şeklinde tezahür etmektedir. Hepimiz izliyoruz, Trump Amerikan basınını ve medyasını yalancılıkla, söylediklerini saptırmakla suçluyor. Bilmiyorum bizde basına uygulanan akreditasyon sisteminden mi esinlendi ama, onaylamadığı kuruluşların muhabirlerini basın toplantısına almıyor. Tabii, eleştirel görüşlerin tek kaynağı basın ve görsel medya değil. Birçok ülkede entellektüellerin yuvalandığı üniversiteler de hedef teşkil ediyor. Dikkatinizden kaçmış olabilir, Macaristan hükümeti kısa süre önce bir kanun çıkararak ülkedeki yabancı eğitim kurumlarının faaliyete devam etme koşullarını değiştiren bir yasa çıkardı. Buradaki hedef, Budapeşte’de merkezi Avrupa’ya hizmet vermek üzere George Soros tarafından kurulmuş Central European University idi. Kurulduktan sonra, kısa bir süre içinde önemli bir akademik merkez seviyesine yükselen bu kurumun bir kusuru da, hocalarının giderek otoriterleşen Victor Orban hükümetini eleştiren, uluslararası saygınlığa sahip, bir öğretim kadrosunu barındırması idi. Benzer bir durum Rusya’da yaşanmak üzere iken, şimdilik karardan vazgeçilmiş görünüyor. Rus üniversitelerini yöneten komisyon (isterseniz Rus YÖK’ü diyelim) St. Petersburg’da kurulu özel bir iktisat üniversitesinin ruhsatını iptal etmeyi istedi ama rivayete göre, Putin eylemi uygun bulmamış.

“Anayasayı bir defa ihlal etmekle bir şey olmaz”

Popülist yönetimler genellikle mevcut yasalar düzenini de kısıtlayıcı, ellerini kollarını bağlayıcı buluyorlar. Bürokrasinin ağır işlemesi, siyasi iktidarların arzuladığı hıza yetişememesi, yapmak istediklerinin mümkün olamayacağını iddia etmesi, uygulamada ayak diremesi, zaman zaman her hükümetin sabrını taşıran bir durumdur. Hatta, siyasi liderlerin başarısı, bu özellikleri olan bürokrasiyi harekete geçirerek sonuç almaları ile ölçülür. Ancak, liberal demokrasilerde kimsenin aklına işleri yasaları görmezlikten gelerek yürütmek gelmez. Popülist yönetimler yasal sınırları aşarak işlerini yürütmekte bir sakınca görmüyorlar. Böylelikle, liberal demokrasinin temel ilkelerinden hukuk devleti ihlal edilmiş oluyor. Kendi tecrübemizde bu yaklaşım “Anayasayı bir defa ihlal etmekle bir şey olmaz” şeklinde ifade edilmişti. Maalesef, bir defa ihlal başka ihlallerin de kapısını aralayabiliyor. Bu tutumun vardığı uç noktayı ise Filipinler örneğinde bulabiliriz. Filipinler Başkanı Dutarte uyuşturucuya karşı mücadelede kolluk kuvvetlerinin yakaladıklarını anında infazını teşvik ediyor, suçlu olduğu iddia edilenlerin yargılanmasına bile gerek olmadığını düşünüyor.

Popülist yönetimlerin siyaset literatürüne kazandırdığı bir deyim de var: gerçek-ötesi siyaset. Bu yönetimler durumun gereklerine göre “hayali” bir gerçek uydurup (siz yalan diye de okuyabilirsiniz) kitleleri tatmin etmeyi, aradan bir süre geçtikten sonra ise ilk “gerçekle” ile tamamen çelişen bir başka gerçek imal ederek kitleleri sorgusuz, sualsiz inandırmayı başarabiliyorlar. Bunun nasıl mümkün olduğu sosyal psikologları uzun süre meşgul edecek bir konudur. Anlamakta güçlük çektiğimi ifade edeyim.

Gördüğünüz gibi, Türkiye dünyadaki populist siyaset dalgasının bilinen bir örneği olmakla birlikte, istisna teşkil etmiyor. Popülist yönetimlerin görevde olmadığı ülkelerde bile yükselen güçlü populist hareketler var. Belli ki, sanayi devriminin siyasi ürünü olan liberal demokrasi, giderek artan güçlüklerle karşılaşacak. Belki direnebilecek, belki değişecek, belki de sürdürülmesi güçleşecek. Ülkemizde gelecekte ülke siyasetlerinin nasıl evrileceğini kestirmemize yarayacak bir laboratuvar deneyi yaşanıyor. Bu deneyin topluma ağır bedeller yüklememesini temenni edelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019