Yatırım ve üretim ezberleri

Güven BORÇA
Güven BORÇA NASIL YAPMALI guvenborca@markam.com.tr

Ülkemizde on yıllardır gündemden hiç düşmeyen, ekonomik sıkıntılar yaşandığında da hızla üst sıralara tırmanan klasik teoriler ve basit öneriler vardır. Bunlarının başında komplo teorileri gelir. Yok demiyorum, hatta küresel emperyalizmin çok güçlü bir Türkiye istemediğine, bunun için oyunlar çevirdiğine eminim ama her şeyi dış güçlere bağlamak da kendi hatalarımızın göz ardı edilmesine yol açan kolaycı bir yaklaşım oluyor çoğu zaman.

Yastık altı döviz ve altın da çok konuşulur ve bunda haklılık payı vardır. Ülkemizde tasarruf oranının düşük olması mukavemetimizi azaltan bir gerçektir ancak çözümü de kolay değildir. Çünkü bunun kültürel boyutları vardır. İnsanımız nesillerdir “bir şekilde biri bana bakar” ruh haliyle yaşar. Bu bakıcı çoğu zaman çocuklar, bazı durumlarda (popülist) devlettir. Köye dönüp masrafsız ve sakin bir hayat sürmek her zaman kenarda duran bir seçenektir zaten. Bu yüzden bireysel emeklilik gibi konulara fazla ilgi gösterilmez çünkü özünde “bize bir şey olmaz”. Kamu, özellikle sıkıntılı dönemlerde yastık altı ile uğraşır haklı olarak ama bu tür kültürel alışkanlıkları değiştirmek de sanıldığı kadar kolay değildir. İnsanlarımızın uzun vadeli tasarruf alışkanlığı kazanması için uzun vadeli ve kalıcı pazarlama ve iletişim çalışmaları yapılmalıdır. Bu bağlamda devletin BES desteği ve OKS çok çok önemli girişimlerdir ancak pazarlama boyutu ihmal edilmiş, ciddi bir iletişim yapılmamıştır. Merak edene bazı yurt dışı örnekleri gönderir, neler yapılabileceği konusunda önerilerde bulunabilirim.

Yine böyle dönemlerde, özellikle sol kesimin “üretim” vurgusu artar. Evet, üretmeden tüketmek ve bunu ithalata dayalı olarak yapmak bizim için intihar demektir çünkü bir petrol rezervimiz filan yoktur. Ama ürettiklerimizi iç veya dış piyasada pazarlayamazsak sıkıntı daha da büyüktür ve yaşadığımız da odur. Her alanda fazla kapasite ve işgücü var ama bunu tam kullanamıyoruz. Buradan karsızlık, batan şirketler, tahsil edilemeyen vergiler, haklarını alamayan işçilere gidiyor iş. Arkasındaki neden, kapasite fazlası ve pazarlama beceriksizliği.

Kimilerine göre üretelim ama tüketmeyelim. Pazarlayamayalım ve koca fabrikalar yatsın, mallar elimizde kalsın. Bu mudur doğrusu? Maalesef bizim enteller üretimi kutsar ama pazarlamayı kötüler. Tamam, aşırı tüketim dünyayı daha yaşanmaz hale getiriyor ama bunlar eski sol ezberlerden çok daha derin konular. Üzerine kafa yormak, yeni şeyler düşünmek lazım. Dünyaya zarar veren tüketimi azaltmak için de iletişim becerisi gerekir ayrıca.

Ve tüm bu gerçeklere rağmen sanayici ve iş adamlarımız da yatırım vurgusu yaparlar sürekli. Eskiden futbolda en önemli sorunumuz olarak tesis yetersizliği öne çıkarılırdı. Sonrasında onlarca dev stat yapıldı ama bugün çoğu boş. Çünkü oraları dolduracak çağdaş pazarlama çalışmaları yapmak yerine Passolig gibi bir zorluk çıkarıldı. Bu tür kartlara karşı değilim ve dünyada da örnekleri var ama bizdeki kötü işledi çünkü altındaki pazarlama motivasyonu zayıftı.

Ülkemizde hemen her sektörde iç talebin beş on katı üretim kapasitesi var ve hala o alanlarda üretim teşvikleri veriliyor. Her taraf organize sanayi bölgesi ve her yerde atıl fabrikalar var.

Sonra ne oluyor, hesapsız bir rekabet, kar edemeyen ve vergi ödemeyen işletmeler ülkesi.

Türkiye’nin perakende satış alanı da ülke ticari hacminin çok üzerinde. Ülkemizde bu kadar perakende alanına kesinlikle ihtiyaç yok. İsteyene 2010 yılında yaptığımız rakamsal analizi gönderirim. Üzerine yapılan onca AVM’yi ve artan dijital ticareti de eklerseniz anlarsınız mevcut durumu. Gayrimenkul yatırımları da öyle. Elimde İstanbul Anadolu yakası için yapılmış iki araştırma var. 2005 araştırması yoğun bir satın alma talebini gösterirken, 2014 yılında, özellikle üst segmentin oturum için satın alma talebi bitmiş gibiydi. Sonrasında daha çok yatırım amaçlı alımlar yapıldı ama konut arzı hız kesmeden devam etti. Öyle bir talep olmadığı için de satışlar durdu haliyle.

Özetle; Yatırım yapmalıyız, büyümeliyiz ama bunun bir fizibilitesi olmalı. Piyasa belli, tüketim belli. Fazlası zarar.

Üretmeliyiz ama pazarlamayı ve hatta katma değer yaratarak pazarlamayı, yani markalaşmayı bilmeliyiz. Bugün dünyanın en değerli 500 markası arasına on tane markamız olsa karşımızdakiler bu kadar kolay dayılanamazlardı emin olun. Ama yok. Dünyanın en değerli 500 markası arasında bizden biri yok. Durum budur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ballı Fındık 10 Aralık 2018
İstanbul Havalimanı 19 Kasım 2018
Çerez işler 05 Kasım 2018
Futbol dünyası 22 Ekim 2018
Fizibilite (2) 24 Eylül 2018
Turizmde yeni fikirler 10 Eylül 2018
Fizibilite 03 Eylül 2018