Zihinsel zincirler ve girişimcilik

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

“Alternatifleriniz sadece size sunulanlar değildir” diye, girişimcilik için anlamlı, güzel bir söz vardır. Evet, girişimci için alternatifler sadece görüp duyduğu, dokunup kokladığı veya tattığı, kısaca beş duyusuyla algıladığı seçenekler değildir. Beş duyunun ötesinde, sezgilerimizle ve hayal gücümüzle farkına varıp geliştirebileceğimiz seçenekler girişimci için çok daha önemlidir. Zira farkındalık yaratılabilecek inovatif nitelikli seçenekler ve dolayısıyla başarılı girişimcilik örnekleri oradadır. Yeter ki hayaller vizyonlara, vizyonlar strateji ve hedeflere, hedefler de eyleme dönüştürülebilsin.

Böylesi hayallerin, buna yaratıcı hayal gücü de diyebiliriz, başta gelen şartı kişilerin sahip olduğu fikir özgürlüğüdür. Zihinsel zincirler insanın doğuştan sahip olduğu fikir özgürlüğünü ve onun sağladığı hayal gücünü yaş ilerledikçe kısıtlayıp daraltan toplumsal şartlanmalar, kısıtlamalar ve kurallar manzumesidir. Halbuki bilgi toplumunun küresel ekonomik arenasının dominant mesleği olan girişimcilik, farklılığa odaklanan, başkalarının arkasına takılmadan özgün fikirler oluşturan, hayallerinin peşine düşen cesaret sahibi, meraklı, azimli, tutkulu ve aynı zamanda nitelikli özgür ruhlu bireylerin işidir. 

Zihinsel zincir kişinin hayal gücünü daraltıyor

Zihinsel zincirleri aşağıdaki örnek güzel ve anlamlı bir şekilde ortaya koyuyor. Bir anket çalışmasında aynı soru 30 yaşın üstündeki büyüklerle 10 yaşın altındaki çocuklara ayrı ayrı sorulmuş. Soru, “Sizde her şayi yapma imkanına sahip olduğunuz tanrısal bir güç olsaydı ve insana üçüncü bir göz vermeniz istenseydi, en yararlı sonucu elde etmek için üçüncü gözü insanın neresine yerleştirirdiniz?” şeklinde. 30 yaşın üstündeki büyüklerin çoğunluğu üçüncü gözü başın üzerinde değişik yerlere koymayı uygun bulmuşlar. Başka bir alternatifin olabileceğini, farklı bir yolu denemeyi hayal bile edememişler. Buna karşılık 10 yaşın altındaki çocukların önemli bir kısmı üçüncü gözü, işaret parmağının ucuna yerleştirmeyi uygun bulmuşlar. İşaret parmağını aşağı yukarı çekerek, deliklere oyuklara sokarak, denizaltı dürbünleri gibi etrafı tarayarak kullanabileceklerini düşünmüşler. Böylelikle üçüncü gözün daha fonksiyonel kullanılabileceğini hayal edebilmişler. Zira henüz zihinsel zincirlerin kıskacına girmemişler. Henüz öğrenilmiş çaresizliğin tuzağına düşmemişler. 

Kişilerin zihinsel zincirlerin tuzağına düşmemesi için uygun eğitim ve öğretim şartlarının sağlanması gerekiyor. Uygun aile, çevre ve toplum ortamının oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde insanın doğuştan sahip olduğu potansiyel zihinsel zincirlerle kuşatılıp daraltılıyor. Kişinin hayal gücü, yaratıcılığı ve dolayısıyla inovasyon kabiliyeti azalıyor. Başarılı bir girişimci olma şansı ortadan kalkıyor. 

Maalesef ülkemiz bu açıdan mevcut durumuyla olumsuz bir tablo sergiliyor. Daha çocuk yaşlardan itibaren ebeveynlerden, akrabalardan ve diğer büyüklerden, öğretmenlerden ve amirlerden gelen “yapma, etme, elleme, sorma” gibi emirler; “şunu okuma, şunu yazma, bunu düşünme” gibi talimatlar insanlarımızın fikir özgürlüğünü de, hayal gücünü de daraltıp kısıtlıyor. Kişinin hayal gücü ve yaratıcılığı zihinsel zincirlerle adeta boğuluyor. Kişi kendisini sarıp sarmalayan zihinsel zincirlerin izin verdiği “öğrenilmiş çaresizlik” sınırları içinde yaşamayı kabulleniyor. Ta ki, 50-60 yaşlarına gelip bu yasakların, bu kısıtlamaların, kısaca kendini sarıp sarmalayan zihinsel zincirlerin çoğunun anlamsız ve gereksiz olduğunun farkına varıncaya kadar. Herhalde bu nedenle olacak, ülkemizde girişimcilik için en uygun dönemler ya insanın gençliğini yaşadığı “birinci bahar dönemi”, ya da emekliliğini yaşadığı “ikinci bahar dönemi” oluyor!

Türk ve Alman çocukların eğitiminde 3 değer algısı farkı

Bir araştırma, Türk aile geleneklerinde fikir özgürlüğünün ve dolayısıyla hayal gücü ve yaratıcılığın kaynağı olan bireysel özgürlüğün kısıtlandığına işaret ediyor. Almanya’da Der Spiegel dergisinde yayınlanan bir araştırma sonuçlarına göre Almanya’da Türk aileleri çocuklarına üç değer yargısı belletiyor. Bunlar da önem sırasıyla, 1) itaat (obedience), 2) toplu halde hareket (collectiveness) ve 3) gelenek ve göreneklere bağlılık (loyalty to traditional values) olarak belirleniyor. Alman okullarında ise çocuklara üç farklı değer aşılanıyor. Bunlar da sırasıyla: 1) kendi kendini denetleme (self discipline), 2) bireysellik (individuality) ve 3) bağımsızlık (independence) (Ege Cansen, Hürriyet, 14 Eylül 2013.) Bu değer setlerinden muhakkak ki ikincisi bilgi toplumunun küresel rekabet ortamının girişimcilik mesleğine daha uygun olanı. Demek ki Almanya çocuklarını çağımızda nasıl eğitmesi gerektiğinin farkına çoktan varmış durumda.

Sonuç olarak sanayi toplumunun önünü açan Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” üçlemesi sanayi toplumunda sürdürülemedi. Eşitliğin olmadığı özgürlüğe el koyan kapitalizm de, özgürlüğün olmadığı eşitliğe el koyan komünizm de sürekliliğini sağlayamadı. Zira etik değerlerin kapsandığı kardeşlik ortada kaldı. Yalıtılmış bir özgürlüğün eşitsizliği daha da derinleştirip oluşturduğu güç odaklarıyla toplumun özgürlüğünü engellediği, zorbalıkları körüklediği anlaşıldı.

Bilgi toplumunun üçlemesi: Adalet, özgürlük ve dayanışma

Eşitliğin ise özgürlüğü ezdiği ve sonunda yok ettiği görüldü. Ama kardeşlik özgürlük ve eşitliği birleştiren bağ olarak onları insanlaştıran ve uyumlulaştıran erdemdir. Onun öteki adı da dayanışmadır. Bilgi toplumunun üçlemesi olan “adalet, özgürlük ve dayanışma” üçlemesi umalım ki Fransa Devrimi’nin üçlemesindeki uyumsuzluğun önünü açıp, insanlığı daha güzel bir geleceğe taşısın. Komünizm bu gerçeği kabul edip dağıldı. Kapitalizm sahip olduğu esneklik kabiliyetiyle bilgi toplumunun “adalet, özgürlük, dayanışma” üçlemesine uyum sağlayıp yoluna devam edebilecek mi? Bunun böyle olup olmayacağına tarih karar verecek. Biz sadece bu sürecin barış ve huzur içinde geçmesini dileyebiliriz. Özgürlüğün beraberinde getirdiği farklılığın bir çatışmaya ve güç odaklanmasına dönüşmemesi gerekiyor. Tersine uyumlu bir farklılık olarak sinerjik bir etki yaratması, simbiyotik bir yaşam ortamı oluşturması gerekiyor. Bu da ancak böylesi bir ortamın oluşturulmasına yönelik etik kuralların yaygınlaştırılması ve hukuki bir yapının hayata geçirilmesiyle; bireysel özgürlüklerin yasalarla korunması, güç odaklarının regülasyonlarla dağıtılıp parçalanması ve yasalarla sağlanabilir. Bu da bilgi toplumunun küresel ekonomik ortamında küresel düzenlemeler gerektirir. O nasıl sağlanacak henüz bilmiyoruz. Günümüzdeki gelişmeler bizi umutlandırıyor mu diye sorulursa, ona da cevabımız maalesef “evet” olamıyor. Ama insanlığın uzun vadeli gelişim sürecine baktığımızda kötümser olmaya da gerek yok diyebiliriz. Yeter ki bu süreç savaşlar ve didişip dövüşmelerle değil, barış ve huzur içinde geçsin.  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017