Geçen yıllar duyguları da eskitebilir mi?

Aleksei Arbuzov’un yazdığı, Hülya Karakaş’ın sahneye koyduğu “Söz Veriyorum”, yaklaşık yirmi senelik bir dönemi kapsıyor. Yılların zedeleyemediği dostluk ve aşk, Şehir Tiyatroları’nda perde açan oyunun özünü oluşturuyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında, kuşatma altındaki bir şehirdeyiz. Savaşın yanında soğuk da hüküm sürüyor sokaklarda. Aileler dağılmış; sevdiklerini kaybeden insanlar, bombardıman altında açlıkla, hastalıklarla ve her türlü yoksunlukla da savaşıyorlar var güçleriyle...

Annesi cephede görevli bir doktor olan 17 yaşındaki Lika da onlardan biri. Dadısı ölünce çevredeki sağlam kalmış tek eve sığınıyor. Isınmak için ne varsa yakıyor o evde, hatta duvardaki fotoğrafları bile. Gelin görün ki o fotoğrafl arda tüm çocukluğu saklı olan Marat da çıkıp geliyor evine. Tabii önce atışıyorlar; kim çocukluğunu yakan birine sempatiyle yaklaşır ki... Fakat yaşadıkları olağanüstü koşullar aralarında kısa sürede güçlü bir bağ yaratıyor. Kimi zaman dostluğun kimi zaman ilk aşkın galip geldiği bir bağ... Tam da Lika’nın 18. yaşını kutladıkları akşam bir üçüncü şahıs da dahil oluyor aralarına: Neredeyse ölmek üzere olan yaşıtları Leon... Savaşın ortasında birbirine kenetlenip bir aile olan gençler, aradan nice yıllar, nice yaşanmışlıklar geçtiğinde bile 1942 kışında yaşananlara ihanet etmeyeceklerine söz veriyorlar...

Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu “Söz Veriyorum”un konusu böyle özetlenebilir. 1942’de başlayıp 1960’ın yılbaşı gecesinde sona eren; farklı sahnelerde farklı zamanları ele alan oyun, birbirine pek de benzemeyen üç karakter üzerinden insan ruhuna, aşka ve en çok da dostluğa yakından bakmayı deniyor. Aleksei Arbuzov’un kaleme aldığı “Söz Veriyorum”, konusunun tüm müsaitliğine rağmen iri iri sözler söylemeyen, “insan”a samimiyetle yaklaşmayı deneyen bir oyun. Fatuş Sevengil’in dilimize kazandırdığı “Söz Veriyorum”u tüm ikilemleri ve söyledikleri kadar söylemedikleriyle de sahneye taşımaya gayret eden Hülya Karakaş sahneye koyuyor. Aynı oyunda, aynı karakterin 20 yaşını da 40 yaşını da sahneye taşımak gibi zorlu bir işe girişen üç oyuncuysa Murat Coşkuner (Marat), Can Ertuğrul (Leon) ve Ebru Üstüntaş (Lika.)

“Söz Veriyorum” 13-16 Şubat’ta Üsküdar Musahipzâde Celâl Sahnesi’nde, 27 Şubat-2 Mart arasında ise Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde izlenebilir.

Bir gün herkes büyür

Oyun başladığında yıllardan 1942; rol kişileri 18-22 yaşlarındalar. Bir sonraki planda yıllardan 1946, finaldeyse 1960. Yani, iki perdelik bir oyunda gençlikten orta yaşa geçiyor oyuncular... Doğrusu bu hiç de kolay bir iş değil...

Savaşın ortasında üç genç...

Perde açılınca, ısınmak için sarındıkları yırtık pırtık giysiler içinde, savaşın sonunda doktor, şair ve mühendis olma hayalleri kurarken dışarıdaki tüm çetin koşullara rağmen aşkla ve dostluğun gücüyle tanışıyorlar. Murat Coşkuner, Can Ertuğrul ve Ebru Üstüntaş’ın beden dilleri, 18-22 yaşlarında olduklarına inandırıyor seyirciyi, fakat bana daha küçük yaşları çağrıştıran seslerine alışması zaman alıyor izleyenin... Tabii oyunun prömiyerini 16 Ocak’ta yaptığını unutmamak gerek. Sanıyorum ki "Söz Veriyorum" ısındıkça bu sorunun üstesinden gelecektir oyuncular.

Ve bir yol çizilir...

Sonraki sahneyse “Bir gün herkes büyür” cümlesinin kanıtı âdeta... Toy ve hercai gençlerimiz hayatlarına bir yol çizmişler. Erkekler askerden gelmiş; hedeflerine ilerlemekte kararlılar, Lika’ysa çoktan tıp tahsiline başlamış. Ben en çok bu bölümü sevdim oyunda. Umut, kavuşma, ayrılık, savruluş hepsi bir arada ve oyuncular da bu duyguları çok dozunda yansıtıyorlar. Son bölümden ipucu vermeyeceğim ama şu kadar söyleyebilirim: O da, buruk bile olsa yeni başlangıçlara gebe. Bitirmeden eklemeliyim: “Söz Veriyorum”un dekor ve kostümü Almila Altunsoy, ışık tasarımı Mahmut Özdemir, efektleri Nesin Coşkuner, hareket düzeni ise Serkan Bozkurt imzalı.