Deneyimlemeden bilemezsiniz

Deneyim sahibi olmanın tek yolu deneyimi yaşamaktır. Deneyim resme bakarak edinilmez. Resmin içinde olmanız gerekir. 'Deneyim en iyi öğretmendir' atasözü bizlere kendi deneyimlerimizden yararlı dersler çıkarmanın önemini hatırlatır.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Çıplaklar kampına gitmek ister misin? Bilmem ki nasıl birşeydir?İşte bir sürü çıplak insan bir arada. 

Bana birkaç fotoğraf göstersen nasıl bir şey anlarım. Aslında hiç de anlamazsınız. Bir takım giysisiz insanın resmine bakıp o grup içerinde çıplak olmanın nasıl bir his olduğunu bilemezsiniz. Çıplaklar kampında olmanın hissini ancak başka insanların sizi çıplak görmesiyle anlayabilirsiniz.

Deneyim sahibi olmanın tek yolu deneyimi yaşamaktır. Deneyim resme bakarak edinilmez. Resmin içinde olmanız gerekir. Bir şeyi ilk kez deneyimlemek cesaret ister çünkü korkutucudur. İlk deneyimden gelecek korkudan kaçınmak için, o deneyimi daha önce yaptığımız bir şeye benzer bir kutuya koyarız ve kendimizi güvende hissederiz. Tabii, yeni bir deneyimi eski bir deneyimi sakladığımız bir kutuya koyduğumuzda artık o yepyeni bir deneyim olmaktan çıkar, problem de çözülmüş olur. Korkuyu zapt ederken kendinizi yeni deneyimden de mahrum etmiş olursunuz. Yeni bir kutu edinemezsiniz. Yeni deneyimin tüm maksadını kaçırırsınız.

Deneyim en iyi öğretmendir

'Deneyim en iyi öğretmendir' atasözü bizlere kendi deneyimlerimizden yararlı dersler çıkarmanın önemini hatırlatır. Çevremizdeki bilge kişiler bizlere deneyimlerini aktarabilir; televizyon, kitap, dergi ve filmlerden birçok şey öğrenebiliriz ancak çoğu zaman kendi başımızdan bir olay geçmeden anlatılanlardan ders çıkartmayız. Zorlu bir problemle karşılaştığımızda bize anlatılanların değerini anlarız ancak iş işten geçmiş olur.

Deneyimin aktarılan nasihatlardan çok daha önemli olduğunu bir çiftçi ve oğullarının hikayesinde görürsünüz. Bir çiftçinin dört oğlu vardır, oğlanlar oldukça tembeldirler. Hiçbir iş yapmakla yakından uzaktan alakaları yoktur, az iş yaparak sadece yaşamaktan keyif almanın peşindedirler. Çiftçi baba onlara hep çalışmanın önemi üzerine tavsiyelerde bulunur, ancak nafile… Bir gün onlara bir ders vermek ister ve oğullarını çok önemli bir haberi duyurmak üzere yanına çağırır. Büyük bir hazinenin topraklarında saklı olduğunu, toprağı kazıp biran evvel bulmaları gerektiğini söyler.

Oğullarının dördü de hazineyi duyunca heyecanlanır, hemen kazmaya başlarlar. Haftanın sonuna geldiklerinde tüm tarlayı kazmış ancak hiçbir şey bulamamışlardır. Kızgın ve yorgundurlar. Çiftçi oğullarına şöyle bir öneri getirir, ‘hazır her yeri kazmışken neden mısır ekmiyorsunuz’ der usulca. Tembel oğullar kabul ederler babalarının bu önerisini. Birkaç hafta sonra yoğun yağmurlar yağar tarlaya ve mısırlar hızla büyümeye başlar. O zaman çiftçi oğullarını yeniden çağırır ve mısırları toplayıp satmaları gerektiğini ancak o zaman hazineyi bulacaklarını söyler. Pazarda mısırları satan oğullar bir çuval parayla babalarına geri gelip hazinenin yerini sorarlar. Çiftçi kazandıkları parayı gösterip ‘size sözünü ettiğim hazine bu’ der. ‘Hep toprağın içindeydi ancak sizin sıkı bir şekilde çalışmanız gerekliydi. Eğer böyle çok çalışmaya devam ederseniz hazine sonsuza kadar sizin olur.’ Tembel oğullar kendi deneyimleriyle babalarının verdiği dersi anlar, çalışmanın önemini kavrarlar.

Sınav değil, keşif ve deneyim odaklı öğrenme

Financial Times’ın eğitim bölümünde bilim alanında köşe yazılarıyla tanınan Anjana Ahuja bu hafta yayınlanan bir çalışmanın sonuçlarını aktarmakta: öğrenmek için yeni bilgilere açık olmanın entelektüel meraktan daha da değerli olduğunu göstermekte. Algıları açık anı yaşayan insanların entelektüel merak sahibi soyut fikirlerin ardından koşan kişilere göre daha başarılı olacağını iddia etmekte.

Personality and Social Psychology Bulletin’da yayınlanan araştırmada mevcut ‘öğren ve test et’ üzerine kurulu eğitim sisteminin tüm yaşamları boyunca öğrenmeyi seven kişiler yetiştirme konusunda pek de başarılı olmadıklarını göstermekte. Bilgileri ezberleyen ve bu bilgilerin test edildiği sınavlara girip başarılı olan çocuklardan çok, hangi çevrede olurlarsa olsunlar, sınıf, süpermarket veya parkta, öğrenmekten heyecan duyan bireylerle dünya daha iyi bir yer olacaktır. Böylece, öğrenmek belli bir amaca servis eden hedefli bir aktiviteden çok, günlük hayatın içine taşınır. Birçok akademisyen öğrenmedeki başarıyı psikolog Raymond Cattell’in geliştirdiği yetişkin zekasının yatırım teorisine dayandırır. Teorisine göre, zeka iki komponentten oluşur: 1. Zihinsel yetenek, 2. Bu yeteneğe yatırım yapma ve kullanma yatkınlığı. Doğuştan akıllı olabilirsiniz ancak tembelseniz zekanızı geliştiremez, başarılı olamazsınız.

Akademik alanlara yatkın olanların geleneksel olarak daha iyi öğrendiği saptanmıştır. Yeni bir çalışmayla London School of Economics’in gelişim psikologu Dr. Sophie von Stumm kişiliğin öğrenme açısından nasıl bir rol oynadığını inceler. 650 kişiyi 4 farklı seviyede teste tabi tutar: en basit test Hırvatistan’ın göllerini okuyup incelemeyi gerektirirken, en zoru 2000 kelimelik bir akademik metnin üzerine uzun çok seçenekli bir test. Gönüllü katılımcılar ayrıca bu öğrenme deneyimine ne kadar açık olduklarını gösteren, beş kişilik özelliklerini ortaya koyan ve entelektüel meraklarını ölçen çeşitli testleri tamamlamışlar. Araştırmanın sonucu beklenmedik olmuştur: öngörülenin aksine entelektüel merakın gönüllülerin başarısında herhangi bir etkisi olmadığı ancak yeni deneyimlere açık olmanın sonuca doğrudan etkisi olduğu saptanmıştır.

Aralarındaki bağlantı zihinsel yetenekten büyük ölçüde bağımsızdır.Bu sonucu Dr. von Stumm şöyle açıklar: Bilgiye açık olmak demek herhangi bir yargı gütmeden karşınıza çıkan her bilgiyi yutmak anlamına gelir. Diğer bir deyişle, öğrenmeye açık olan insanlar bilgiyi içine alırlar ve her zaman öğrenirler. Çocukların eğitiminin dar bir sınav sisteminden açık araştırma ortamına çevrilmesi yaşam boyu öğrenme arayışında olan bireylerin sayısını arttıracaktır.

Paula Coelho, Veronika Ölmek İstiyor kitabında “insanlar hiçbir zaman kendilerine söylendiğinde öğrenmezler, kendileri keşfedip öğrenmek zorundadırlar” diye yazar. Belki de öğrenmek için gizli formül bu kadar basittir: O anı, o bilgiyi, o dersi hissetmek, bir metni okumak değil, o metnin anlattığı bilgiyi yaşamak. Hayatımıza yön veren öğretmenler sizi duygusal olarak o ana ve tabii öğretilene bağlayanlar. Farkındalığınızı ortaya çıkaran, önemsemenizi sağlayan, okuduğunuz bilgiyi aklınıza yazmayı ve hayal gücünüzle birleştirmeyi sağlayan öğretmenler kendi hislerini yansıtarak bilgileri aktaranlar. Latince öğreniyorsanız eklerin nereden geldiğini, neden kullanıldığını, Latin kökenli dillerde hangi dilde nasıl yazılıp okunduğunu yüzyıllar öncesine dayanan hikayesiyle verenler. Fotosentezi öğrenirken sizi balkonunuzdaki saksı çiçeğinin yaşamını hayal etmeye sevk edenler. Güçlü mesaj ortada: dünyaya açıksanız, bağlanırsınız, odaklanırsınız ve de öğrenirsiniz.

Çocuk kitapları yazarı Dr. Seuss’un ‘bittiği için ağlama, yaşandığı için gülümse’ sözü deneyimlerin önemini en yalın bir dille özetler. Yeni şeyleri denemekten kaçarak, hayatı ıskalamayın.