Otuz yıldan yarınlara

Kitap ve sanat fuarlarıyla kültür hayatımızın gelişiminde önemli katkıları olan Tüyap 30 yaşında

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Tüyap, 28 Haziran 1979 tarihinde, İstanbul’da kuruldu, yani bu sene 30 yaşında. Bu satırların yazarı, 33 yıllık gazetecilik hayatında bu gelişimin yakından tanığı… Çünkü Tüyap, kitap ve sanat fuarları da düzenleyerek kültür-sanat hayatımıza, tabii ki bu sektörlere de katkıda bulunuyor. Tüyap’ın kurucularından, onu bugünlere taşıyan Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Ünal, bu “haftanın konuğu”… Sohbetimize, 30. yıldan yarınlara bakarak başlıyoruz. Tabii ki geleceğe bakarken geçmişi de konuşacağız...

“Bu süre yalnızca bizim için önemli değil. Türkiye’de 30 yıl süreklilik sağlayabilen kurum sayısı çok az; ya yok olup gidiyorlar ya da el değiştiriyorlar… İkinci nesilde ayakta kalanlar hemen hemen yüzde 80 azalıyor; üçüncü nesilde ise yüzde 90-95’in üzerinde kayboluyorlar. Bu 30 yıllık süreçte bizim için şu önemli: Olmayan bir şeyi başlattık. Çok önemli bir kavramı, kurumsallaşmış bir meslek olarak fuarları düşünebiliyor olmak o dönemde benimsenen bir şey değildi. Hatta şöyle küçük anılarım var ‘eli ayağı düzgün bir adama benziyorsun, gel bizi üzme fuar gibi şeylerle. Şuradan bin liralık, bin 500 liralık bir ilan verelim de git’ diyen çok müşteriyle karşılaştım; sonra onlar da fuarlarımıza katıldılar ve çoğuyla ahbap olduk. Böyle baktığımızda sürekli gelişerek, üzerine bir şeyler koyarak fikri üretimle çalıştık. Ortada mal yok, makine yok, hammadde yok; sadece insanlar, akıl, tasarımlar ve bunlarla geleceği kurgulayabilmek var. Biraz daha deştiğimizde, Türkiye’nin fuar tarihinin ciddi gelişmesini, 1980 öncesi ve sonrası dönemleri yorumlayabilmek var. İyi bir mücadeleydi, keyifliydi. Geçmişin varlığı geleceği, bugünleri yarattı.

Fuar Merkezleri

Bugün İstanbul’da dünya standardında bir fuar merkezine sahibiz. Bunun yanında Anadolu’da 4 şehirde de - ki ben bunları çok önemsiyorum - fuar merkezlerimiz var. Hemen hemen İstanbul’un yarısı kadar bir alana sahip Bursa’daki, Adana’daki, Konya’daki fuar merkezlerimize, önümüzdeki günlerde - belki senin bu röportajı yayınladığın günlerde - açılacak olan Diyarbakır eklenecek.

30 yılda 60-70 değişik ülkeden 17-18 milyon ziyaretçi geldi. 120 binin üzerinde firmayla işbirliği yapıldı. Fuarların yapıldığı yerlerde esnaf da ziyaretçi akınından memnun kalıyor. Diyarbakır’daki 4 günlük tarım fuarı için Mardin ve Batman’daki oteller de kullanılacak.

Bu arada İstanbul dışında Türkiye’de 9 şehirde bürolarımız var. Ayrıca 5 ülkede o ülkelerden insanlarla birlikte çalışıyoruz: Rusya, Bulgaristan, Gürcistan, Suriye, İran’da. Tüyap’ın o yörelerdeki kadrolu elemanları hepsi ve gayet iyi Türkçe biliyorlar.

Bir mesleği İstanbul’da başlatıp Diyarbakır’a, hatta yurtdışına taşıyabilmek, oralarda ayakları üzerinde durdurabilmek Türkiye’nin ekonomik gelişmesi, tarihi içinde bir yer alabilmek benim çok önemsediğim bir çaba. Bunun 30 yıllık olması da sanıyorum üzerine koyduğum keyif veren bir şey.”

Yani fuarcılık, Tüyap’la özdeşleşti, başka bir iş alanı düşünmez diye yorumlayabiliriz Bülent Ünal’ın anlattıklarını.

“Evet. Biz, fuarcılık mesleği ile özdeşleştik. Başka bir iş yapar mıyız sorusunun cevabı hayır. Geçmişte belki denediğimiz şeyler oldu ama biz bugün, kendi mesleğimizde daha büyüyebileceğimiz, çok daha uluslararası ilişkilerin içinde olabildiğimiz, bugünkünden daha büyük ölçüde dünya oyuncusu olabileceğimiz birtakım çabaların peşinde koşturuyoruz. Herhalde hep de koşacağız, bitmiyor çünkü. Öyle hızlı bir devinim ki bu, bugün bir şey düşündüğünüzde ertesi gün onu tekrardan kurgulamanız gerekiyor. Hizmetler çok çeşitleniyor dünyada. Bizim yaptığımız da hizmeti gerçekten kusursuz şekilde verebilmek. Her yıl milyonlarca insanı, on binlerce firmayla bir araya getirip her iki tarafın da mutlu olabilecekleri bir ilişkiyi başlatabilmek. Bunun hem keyfi, hem de zorlukları var. Amacımız bunları geleceğe biraz daha farklı, daha büyüyen altyapılarla taşıyabilmek. Dünyada var olan değişimin içinde kendine önemli yerler, noktalar, köşeler tutabilecek bir yapıyı sürdürmek. Evet, fuarcılıktan başka bir şey sanıyorum ki yapmayacağız...”

Öyleyse fuarcılık alanında daha da derinleşecek, yapmış olduğu işleri de muhakkak çeşitlendirecek Tüyap bugünden önümüzdeki yıllara baktığımızda...

“Mesleğimiz Türkiye’de hâlâ bakir gözüküyor. Bizdeki ölçütler biraz farklı. Dünyada hemen hemen 150-160 konunun fuarı yapılıyor. Biz ülke olarak 50-60 konuyla birbirine benzer işleri, değişik isimlerle tekrardan pazara sunma çabasındayız. Aradaki fark 100 konuluk... Ama bu fark hem ekonomik, hem sosyal gelişmeye bağlı. Bir atılım mümkün, konuları çeşitlendirmek mümkün. Önümüzdeki dönem, hem fiziki alanı büyütmek, hem de konuları çeşitlendirmekle geçecek sanıyorum. Elimizde çok iyi yetişmiş bir kadro var. Tüyap çok emin ellerde. Şu an 440 çalışanımız bulunuyor. Bunların 170’i üniversite mezunu, aralarında master’ını, doktorasını yapmış olanlar var. Evet, iyi bakıyoruz geleceğe. Sıkıntılar mutlaka söz konusu, ama onlar geçmişte de olduğu gibi belirli mücadelelerle aşılabilecek şeyler. Geleceği, hem bizim mesleğimiz açısından olumlu yorumluyorum, hem de Türkiye’nin, bütün iniş çıkışlarına rağmen olumlu bir mecraya doğru gittiğini düşünüyorum.”

Kadro genişliyor

Tüyap’ın 30. yılında, çalışanlara yüksek zamlar yapıldı. Yeni elemanlar alınıyor...

“Zamlar, insanların alışık oldukları yaşam standartlarını koruyabilmeleri için lâzım. Kendi içimizde disiplinlerimiz var. Eğer çok büyük sıkıntılarla karşı karşıyaysak herkes biliyor ki hiç itiraz etmeden o sıkıntıları paylaşabiliriz. Yılbaşından önce sisteme 40 arkadaş daha ilave ettik. 400 kişiydik, 440 olduk. Amacımız şuydu - ki ben yaptığımızdan mutluyum - Türkiye’de mesleğimizle ilgili basmadığımız yer, çalmadığımız kapı bırakmamalıyız. Genç, iyi eğitimli insanlara ihtiyacımız var bunun için. Yaş ortalamamız 28-29. Piramidin yukarısındaki yaşlısından aşağı doğru gencine indiğinizde bir yerdeki bilgi birikimi, öbür taraftaki iyi eğitimle o dinamik yapıyı kurduğunuzda çok başarısız olmuyorsunuz.

İlginç bir yapımız var: Biz, 30 yıl içinde kazandıklarımızın hepsini yatırıma dönüştürdük. Eleştirirler hep ‘Tüyap 30 yıldır bir tek lira kâr dağıtmamış bir kurumdur’ derler. Sağlıklı mıdır değil midir ayrı tartışılır, ama herkes maaşıyla yaşar; hoşça, kimseye muhtaç olmadan yaşar. Tüyap, bütün elde ettiklerini Anadolu’daki  yatırımlara dönüştürmüştür. 20-30 sene geriye dönsem, yine aynı şeyleri yaparım gibi geliyor.”

Bülent Ünal, kitap ve sanat fuarlarının ötesinde kişi olarak sanata, kültüre yakın bir isim... Fuar merkezlerinin duvarları resimlerle dolu...

“Güzel bir koleksiyonumuz var. Biz, diğer kazandıklarımızdan ayırdığımız paylarla bu işleri yapmaya çalışıyoruz. Bu işleri derken 28 senedir devam eden kitap fuarı var. İstanbul’da başladık Bursa’da, Adana’da ve İzmir’de sürüyor. Becerebilirsek önümüzdeki sene Diyarbakır’da da gerçekleştireceğiz. Bunlar, parasal olanın ötesinde çok daha büyük getirileri olan işler. Öncelikle yaptığınız işten çok büyük bir haz alıyorsunuz; ikincisi ise yapılması lâzım. Birilerinin yapması lâzım. Kitap Fuarı üçüncü neslini büyütüyor; bu çok önemli bir şey. İlk başladığımızda 20-25 yaşlarındaki gençler, bugün neredeyse torun sahibi olacak 50-55 yaşlarında insanlar. Torunuyla gelen, o ilk günden itibaren izleyen insanlarla dostluk ediyorum. Sadece İstanbul Kitap Fuarı 300 binin üzerinde ziyaretçi çekiyor, ki bunun yüzde 70-75’i öğrenciler. Onlara kitap sevgisini aşılamak, o havayı solutmak, böyle bir şeyin varlığını birebir yaşatarak hissettirmek hoş bir şey. Bunlar, geriye dönüp baktığında para kazanmak için yapılacak şeyler değil. Zaten o niyetle yola çıkarsanız kazandırmaz.  Kazançlarınızın belirli bir bölümünü kitaba, sanata, edebiyata harcayabildiğinde hem görsel olarak ortaya çok güzel şeyler çıkıyor, hem manevi olarak çok büyük tatminler oluşuyor. Sanıyorum yapılan bu işlerin, kurumsallaşma çabası için de çok olumlu etkileri oluyor. Biz bunları, yapmış olmak için değil, keyif aldığımız için gerçekleştiriyoruz. Kitap fuarı 2 tane dikiş makinesi sergilemek gibi değil. Yüz binlerce insanın, binlerce kitap üretenle, yazarla, politikacıyla, gazeteciyle, konu ile ilgili hemen herkesle buluşabildiği tek mecra ve çok demokratik bir ortam. Belki Türkiye’nin en demokratik yeri. 28 senedir herkes fikrini kavga etmeden, hiçbir olay çıkmadan orada söyleyebiliyor.”

Tüyap, sonuçta bir şahıs şirketi ve Bülent Ünal’ın kişiliği bütün bu yapılanlara damga vuruyor olsa gerek...

“Ben, kendimle barışık bir insanım. Kavga eden biri değilim, ama hedeflerim ve amaçlarım var. Bunlara ulaşmak için de taviz vermem. Ama hepsinin makul çözümleri vardır. Geriye dönüp baktığımızda ortak akılla, birlikte çözülmüştür. Çözülemediği yerde muhakkak birinin son sözü söyleyen, müdahaleci olması gerekiyor, ama bugüne kadar 10 iş yaptıysak biliyorum ki 9’u ortak akılla, hep birlikte çözüldü. Bu, bir kurum kültürü olarak yerleşiyor. Bizim içimizde bize rağmen çok farklı davranan insanlar olabiliyor, gelebiliyor, ama barınamıyorlar. Biz, çok sesliyiz. Herkes düşündüğünü söylüyor. Gün oluyor ciddi tartışmalar yaşanıyor, ama bunların hepsi yaptığımız işin daha iyi nasıl olabileceği yönünde. Eğer bu ortak amaç ve ortak kültür benimsemiyorsa zaten dışarıda kalıyorlar. 30 senenin envanterini yaptığımızda muhakkak hatalar da olmuştur, ama bunlar sanıyorum büyük facialara neden olacak, kıyametler koparacak, insanların tepkiler gösterebileceği hatalar değildi.”

30. yılla ilgili veya ilgisiz özel projeler var mı?

“Türk Tarih Vakfı’ndan ‘Türkiye’de Fuarcılık’ adı altında bir kitap çıkacak 15 gün içerisinde. Gökhan Akçura ile hazırlandı. Yalnız fuarcılığın tarihi değil, 1860’lardan itibaren Türk ekonomisindeki gelişmelerin de bir göstergesi olacak o kitap.

Yine Türk Tarih Vakfı ile hazırlanan ve Tüyap’ın 30 yıllık tarihini anlatan bir kitap da yıl sonuna kadar yetişecek.

Bir de bir yaşlılık projem var! Biliyorsunuz Tüyap’ın bir çocuk tiyatrosu var. Bunun yanında binası ile birlikte bir Tüyap Komedi Tiyatrosu kurmayı hedefliyorum. Haftanın her günü değişik oyunlar oynayacak bir tiyatro olacak bu.  İnsanların yüzlerinin gülmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.”

“Bugünü anlamakta zorluklarla karşı karşıyayız...”

Bülent Ünal, yaşanan  krizi nasıl değerlendiriyor?

“Bu, bir ekonomik krizin ötesinde. Birtakım paracıların, belki o şımarıklığın, paragözlüğün, kolay para kazanma beklentilerinin ve bunları körükleyen, o şekilde davranmalarına izin veren birtakım sistemlerin sonuçları. Hiçbir şey kalıcı değil. Dünyanın bilinen, ölçülebilen zamanından bugüne benzer krizlerin ortalaması en fazla bir buçuk sene sürüyor. İstatistikler böyle. Bu da böyle bir dönem, yaşanacak bitecek bir dönem.

Türkiye açısından baktığımızda her ne kadar ekonomisi dünyada 16-17. gibi bir ifade kullanıyorsak da - ki bu çok önemli; önemli olmadığını söylemiyorum - gerçekte çok küçük işletmeler var. Bunların gerek sermaye yapılarıyla, gerek ürünleriyle, gerek kendilerini geliştirebilmeleriyle dünya pazarında bir şeyler yapabilmeleri çok kolay değil.

Türkiye 70 milyonluk bir ülke. Üretimine baktığımızda yüzde 71-72’si iç pazar için. Bunları yok sayıp da ihracatla şartlanmak! İhracat büyük para, araştırma-geliştirme, yatırım isteyen; iyi finansmanı, nakit akışlarının çok iyi yönetilmesini, birden fazla müşteri ile haşır neşir olmayı gerektiren bir alan. Tek müşteriye mal sattığınızda işte bugünkü duruma düşüyorsunuz. ‘Benim Amerika’da bir müşterim var, ona mermer satıyorum’, ‘E ne oldu?’,  ‘O müşteri almadı, ben battım.’ Nasıl olmalı? Amerika’da müşterin olacak, ama Almanya’da da, Çin’de de... Eğer yaşamak istiyorsan riskini dağıtmak zorundasın. Türkiye bunları iyi yapmadı ya da gücü yetmedi. Bunları ileriye kurguladığımızda krizin iz bıraktığı yerler olacak; küçük işletmeler belirli ölçülerde yara alacaklar sanırım. Bir hayli kapanan da olacak. Ama onların yerine - budanan ağaç gibi düşün - yeniden daha akılcı üretimler, daha uygun işler yapabilecek kurumlar gelecek. Ekonominin bir kuralı, mukayeseli üstünlük diye bir şey var. Yavaş yavaş insanlar artık biz ne yapabiliriz’i düşünmeye başlayacaklar. Uçak yaptık da elimizi kolumuzu kim tuttu?! Katma değeri yüksek ekonomi şart. Yüksek ederi olan mal üretebilir miyiz? Önemli olan bu...

İki sivri örnek var kimsenin konuşmadığı. Türkiye yaklaşık 7 milyar dolarlık plastik hammaddesi ithal ediyor. Sonra elindeki petrokimya tesisini birilerine yok pahasına satmaya çalışıyor yenilerini kuracağına. Bu 7 milyar dolarlık ithalatla ne yapılıyor dendiğinde ketçap şişesi, belki otomobile parça, çamaşır leğeni yapılıyor. Bunların kiloya vurduğun zaman ortalaması 3-4 doları geçmiyor. Ama aynı plastik hammaddesiyle akıllı bir toplum kalp kapakçığı yapıyor. O bir buçuk gram, tanesi 10 bin dolar. Çok ekstrem iki örnek vermeye çalıştım. Ne üretebiliyorsun, ortak aklınla neler yapabiliyorsun’un cevabını Türkiye, açık yüreklilikle aramak, problemi ortaya koymak zorunda.

Türkiye’nin 85 yıllık tarihi aslında bir insanın ömrü kadar. Türkiye, aydınlanma döneminde Rönesans ve Reform hareketlerinin içinde olmamış; yokmuş gibi davranmış farklı bir ülke. 18.i yüzyılı yaşamamış, hazmedememiş ülkelerin bugünü anlamaları zor olur, diyorlar. Şimdi biz, bunun sıkıntısını da çekiyoruz. Bugünü anlamakta zorluklarla karşı karşıyayız. Gene uhrevi değerlerin peşinde koşuyoruz. Tamam itirazım yok, kapını kapatırsın onlarla ilgilenirsin çok meraklıysan. Ama günlük yaşamda bu kadar yer etmesinin bir yararı olmadığını düşünenlerdenim ben de...”