Promosyon olarak verilen ajanda, sektörü öldürüyor

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Seydali Gönel

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Osmanlı İmparatorluğu'nda Batılılaşma hareketleri içinde önemli bir yer tutan 2. Meşrutiyet'in, Liberalizm rüzgârlarının estiği 1909 yılının son aylarında, genç girişimci Mehmet Sadık Efendi bugünkü anlamı günlük – andıç olan ilk "1910 Muhtırası"nı yayınladı. Ve daha sonraki yıllarda Osmanlıca basılan bu ajandalar, sosyal, siyasal ve ekonomik olaylardan etkilenmeksizin Balkan Harbi, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince ara verilmeksizin sürdü. Cumhuriyet'le birlikte Mehmet Sadık Efendi, "Harf Devrimi" sonrası ajandalarını Latin harfleriyle yayınlamaya başladı. "Kâğıtçı" soyadını da isminin sonuna ekledi. Ve eski kuşakların, siyasetçilerin günlük düşüncelerini not ettikleri yerler, muhtıra defterleri, yani ajandalar, bugün Ece ismiyle 100. yaşına ulaştı... Ece Ajandaları, Bâb-ı Âli Caddesi'nde (Ankara Yokuşu), 100. yılı nedeniyle, ünlü isimlerin Ece  Ajandaları'ndan oluşan bir sergi açtı. Ece Ajandaları mağazasının yanından girilen Asmalı Meydan'da ziyaretçilerini ağırlayan serginin başlığı: "Gün Uzar 100. Yıl Olur." Yeni yılın yaklaştığı, bu nedenle yeni ajandaların alınacağı şu günlerde, Ece'nin üçüncü kuşak yöneticilerinden Seydali Gönel ile Ece Ajandaları'nın 100 yılını ve sergiyi konuşacağız. Önce, 1900'lü yılların başlarına gidiyoruz:

"Dede Mehmet Sadık Bey ilk kez 1909'da, 1910'un ajandalarını üretmiş ve 11 Kasım 1909'da piyasaya sürmüş. Kendisi '93 Harbi'nde Kafkaslardan, oralardaki savaşlardan yılarak göçmen olarak İstanbul'a gelmiş. İstanbul, 72 milletin toplandığı büyük bir metropol, burada hemşehrilerinin yaptığı işlere yani kitap-kırtasiye alanına girmiş. Bu sektörde tezgâhtarlıktan tutun seyyar satıcılık da dahil olmak üzere her işi yapmış ve 1892'de Beyazıt'ta - o zaman kitap sektörünün kalbi orada - 'Afitap' adıyla bir mağaza açarak kırtasiye ürünlerinin imalât ve pazarlamasına başlamış. Reşat Ekrem Koçu bir yazısında Mehmet Sadık Kâğıtçı'yı ve mağazasını ifade ederken şöyle bir cümle kullanmış: 'Çok kaliteli, çok güzel mallar satıyor; cebi yufka olanların rahatlıkla girip alışveriş yapamayacağı bir yer,'

"NUMERO 109"

Aksaray yangınından sonra bütün yayın ve kitap piyasası Bâb-ı Âli'ye doğru kaymış. Dede de şu anda bulunduğumuz Ece Ajandaları'nın satış mağazasının olduğu yeri kiralamış 1905'te. Onun deyimiyle 'Bâb-ı Âli numero 109'a gelmiş ve kiracı olarak kırtasiye ürünlerine devam ettirmiş. 1908, 2. Meşrutiyet liberalleşme süreci… Osmanlı'da ekonomide liberal rüzgârlar eserken o da ajanda imalatına girişmiş. Bu arada, sektörün içerisinde en önemli yayıncılardan Hacı Kasım Efendi Maarif Kütüphanesi'nin sahibi, Maarif Kütüphanesi'ni 1860'ta kurmuş…"

Maarif Kitaphanesi…

"Maarif Kitaphanesi, siz daha iyi bilirsiniz… İşte o Hacı Kasım Efendi'nin kızı Talât Hanım ile evlenmiş ve bu evlendikten sonra 1909'da ilk ajandayı yayınlamış. O zamanki adıyla muhtıra… Muhtıra kelimesi giderek anlamını değiştirdi tabii. Bugün muhtıra dediğiniz zaman insanın olmayan saçları diken diken oluyor. Yani aslında hayatı derleyip toparlayan, bir düzene sokan ve bir program dahilinde toplumsal gelişmeyi sağlamayı amaçlayan bir kelime ajanda. Siz de zamanınızı, insan ilişkilerinizi, doğa ile olan ilişkilerinizi programlayın ve zamanı kontrollü kullanın anlamında…"

O sırada bütün zevat Bâb-ı Âli'de...

"Tabii tabii. Yine bir eserde, ama hangisinde hatırlayamıyorum şöyle yazar: 'Mehmet Sadık'ın dükkânına Darülfünun'dan milliyetçi talebeler gelir giderdi.' O talebelerin gelip gittiğini, belki onlarla düşünce birliği yaptığını ifade eden cümlelere rastlamak mümkün. Ben okudum. Dedemiz Mehmet Sadık Kâğıtçı o toplumsal hareketin içinde, o dönüşümde bir şekilde ya bir tarafından tutuyor ya da içinde yer alıyor. Nedir bu? Belki Jön Türk hareketi, belki biraz ulusalcılık, çok fazla örgütsel bağ olmadan İttihat ve Terakki… Bilemiyorum. Bununla ilgili elimizde çok fazla verimiz yok. İlk defa Osmanlı'da bir Türk ve Müslüman yayıncı ajanda basıyor. Ondan önce de Ermenilerin ve Rumların yayınladığı ajandalar var, çok da güzeller - işçilik olarak söylüyorum bunu – cildiyle, baskısıyla çok hoş ajandalar var. O da ajanda basıyor ve bunu sürdürüyor…"

Ece adının gelmesinin de bir hikâyesi var değil mi?

"Muhtıranın adı, İstanbul'daki her oluşumla değişiyor. 'Yeni Muhtıra' oluyor, Kurtuluş Savaşı'nın biraz hareketlenmesi ve zaferlerle beraber 'Zafer.' Sonra genç Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte 'Yeni Zafer'… 1930'lu yılların başına kadar geliyor. 30'lu yıllarda milli duygular her tarafta kabarıyor, herkes o hareketin içinde olmaktan mutluluk, keyif duyuyor, bir başka dünya… Hatta bu duyguların topluma malolması ve toplumda sinerji yaratması için de ajandalarda bayrak ölçüleri, Atatürk'ün resimleri, Gençliğe Hitabe yayınlanıyor. Daha çok öğrensinler ve Türkiye Cumhuriyeti'nin tek devlet, tek millet duygusunu ile haşır neşir olsunlar diye bir çaba var.

Bir görüntü var elimizde, o yıllarda 1926'da ajanda sektöründe olan dede Mehmet Sadık Efendi ve takvim sektöründe (Saatli Maarif Takvimi) olan dedenin kayınpederi Hacı Kasım Efendi şapka devriminin son günü toparlanıyorlar erkekler ve çocuklar - kadınlar yok! - Foto Süreyya'ya gidiyorlar ve fesli resim çektiriyorlar. O resimde ajanda ve takvim sektörüne yön veren ailenin yapısını görmek mümkün."

DOKUNAKLI BİR ÖYKÜ

Bunun bir benzerini yeni kuşaklar bir araya gelerek süren serginin açılışında 83 yıl sonra yeniden oluşturdunuz. Önemli bir belge oldu geleceğe. Neyse, biz Ece adına dönelim yeniden...

"1930'lu yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti'ni temsilen bir hanımefendi Avrupa Güzeli seçiliyor: Keriman Halis... Keriman Halis, Türkçe adıyla Ece unvanını alıyor, kraliçe anlamında. Buna atfen de markaya Ece deniliyor. Ama Ece'nin bizde bir başka anlamı daha var pek legalize olmayan, son zamanlarda konuşmaktan da pek rahatsızlık duymadığımız. Dedenin büyük oğlu Ahmet Dayı Romanya'ya gidiyor, orada pilotluk eğitimi alıyor. Sonra dedenin geldiği memlekete Azerbaycan'a geçiyor. Orada Ece diye bir kız âşık oluyor ve bir daha da ondan haber alınamıyor. Yani dayıya ne oldu öldü mü, öldürüldü mü, intihar mı etti hiç bilinmiyor… Öyle de bir ikinci ve bizi etkileyen anlamı var Ece adının.

O yüzden biz bu sene ilk defa dedenin elimizde bulunan en eski tarihli ajandası olan 1917 tarihli ajandayı örnek alarak lastiğini, cebini, yan kâğıdını ona benzeterek notebooklar yaptık, adına da 'Aşkın Defterleri' dedik. Bunlar, 6 çeşit defter ve hepsini 'Seyir Defterleri' serisi olarak değerlendirdik. Mimar Sinan, Piri Reis, Hazerfan, Evliya Çelebi, Barbaros ve Kâtip Çelebi… Yani geçmiş toplumun izlerini gelecek toplumlara aktaran insanların isimlerini verdik. Bu seriden biraz da o isme atfen 'Aşkın Defterleri' diye bahsediyoruz."

Ben de annemin eski Ece ajandalarını saklıyorum; kendime ait de ajandalarım var...

"Ece adı iç ve dış dinamiklerin etkisiyle markalaştı ve 1931'den itibaren devam ediyor…  Bir piyasası oluştu, özellikle internet üzerinden 30-40'lı yıllar arasındaki ajandalar aşağı yukarı 40-50 TL arasında satılıyor; 20-30'lu yıllar arasındakiler 70-80 TL… Ondan öncekiler pek bulunmuyor, kimin elinde var belli değil. Belki onlar da bizim gibi Osmanlıca bilmedikleri için farkında değiller. Ama birileri gelip bize 'İşte 1910 tarihli Mehmet Sadık'ın muhtırası' derlerse herhalde iyi bir fiyat biçeriz diye düşünüyoruz."

YÖNETİMİN YENİ YÜZÜ

Üçüncü kuşaktan Ali Mohsenzade ile birlikte yönetiyorsunuz şirketi. Ne kadar oldu bu görevi üstleneli?

"Markanın bu sene 100. yılı, bir başka torunla - Ali Bey ile - beraber yönetime geldik. Mehmet Sadık Bey'in 3 kızı, 2 oğlu var. Biri, Ahmet Dayı Azerbaycan'a gidip dönmeyen, ikincisi Murtaza Sadık Kâğıtçı ki ikinci kuşak olarak 1950'den 2001'e kadar burayı yöneten odur. 3 kız kardeşi var. 3 kız kardeşten birisi benim kayınvalidem, diğeri de Ali Bey'in annesi.  Şu anda biz ikimiz yönetiyoruz. Dedik ki Ece'nin altına şöyle bir şey yazalım; '100 yıllık diyoruz, ama daha yeni başladık.' Biz 3. kuşak yöneticiler olarak geçen sene Ağustos'ta yönetime geldik."

Bir aile şirketi mi Ece?

"Evet, bir aile şirketi… Bunun bir dönemeç olduğunun bilincindeyiz. 100 yıllık bir birikimin, o etik değerlerin, kendisine özgü duruşun günün ticari şartları ve sosyal ilişkilerine adapte olması gerektiğinin farkındayız ve buna yönelik bir strateji geliştirmemiz gerekir diye düşündük. Önümüzdeki sene 100. yıl. Biz bu seneden itibaren başladık çalışmalara, ki doğru olan da bu sanıyorum."

Bu yenilikçi anlayışla oluşturduğunuz projelerden bahsedebilir miyiz?

"Notebook serisine devam edeceğiz. Bu arada, Ocak başından itibaren bir İstanbul serisi yapacağız. İstanbul ajandası çıkardık. Söyleşimizin yayınlandığı gün piyasada olacak. Bu, 2010 İstanbul Kültür Başkenti olayından esinlenerek yaptığımız bir iş değil. Bir kere ben, İstanbul'un kurulduğundan beri bir kültür başkenti olduğunu bilenlerdenim. Tarih boyunca bir İstanbul imparatorluğu olduğunun bilincinde olan birisiyim. Şu an itibariyle 600 milyon insanın yaşadığı bir pazarın, bir coğrafyanın başkenti olduğunun da bilincindeyim. Her bakımdan bu böyle kültürel, ticari, siyasi ne derseniz deyin…

İstanbul gibi 15 milyon insanın yaşadığı bir yerde zamanı kontrol ederek sosyal ilişkileri geliştirme ihtiyacı duyan milyonlarca insan var. Onlara hitap eden bir ürün çıkarmamız gerekiyor. Festivalleriyle, ibadet yerleriyle, konaklama, eğlence yerleriyle, adresleriyle… 240 sayfalık hem ajanda, hem rehber niteliğinde… Ürünlerimizden bir tanesi bu…

"ÖZEL AJANDALAR"

Bir diğeri yine İstanbul ve şehirleşen toplumun yaşantısına kendimizi adapte etmemiz gerekir diye 'rezervasyon ajandası.' Rezervasyon ajandası randevu ile iş yapan özel ve resmi kurumlar restoranlar, oteller, lokantalar, doktorlar, avukatlar için… Büyük boy 17x33 cm. ve Cumartesi - Pazar, özel günler, anneler-babalar günleri, sevgililer günü, bayramlara orada ikişer sayfa ayrıldı…

Bu arada, özel sipariş anı defterleri de ürettiğimizi belirtmek istiyorum...

Şunun farkındayız: Bundan 100 sene önce toplumun büyük bir kesimi kırsal alanda yaşıyordu. Kırsal kesimde dünyanın hareketleri, ayın hareketleri, güneşin hareketlerinden yararlanarak çıkarımlar yapılıyordu. Ama artık şehirdeyiz. Şehirdeki insanın zamanı nasıl paylaşacağını takip edebilmesi için bir araca ihtiyacı var."

Ece Ajandaları'nın yarınlarıyla ilgili değerlendimelerinizle bitirmek istiyorum söyleşimizi.

"Bu sektörde - biz de içinde dahil olmak üzere - geçmişte tam bir harakiri yapmışız… Ne yapmışız? Bankalara, kurumlara promosyon ajandalar yapmışız. Bunlar, kullanıcıya bedava veriliyorlar. Bedava dağıtılan hiçbir şeyin kıymeti olmuyor. Kıymeti olmadığı için de kimse o ajandayı gerçek anlamda kullanılmıyor. Ben, sizin aracılığınızla büyük şirketlere, bankalara, kurumlara diyorum ki lütfen kendinize başka bir promosyon ürünü bulun, ev verin, araba verin, başka bir şey verin ajanda vermeyin.

Promosyon ajandalar bizim sektörümüzü, bırakın bizim sektörümüzü insanların zamanı yönlendirerek kullanma duygusunu ve özelliğini yitirmesine yol açıyor. O yüzden rica ediyorum bu promosyondan vazgeçin.

Ece için söylemek istediğimiz şu:

Biz, ulusal bir markayız bu ulusal markayı uluslararası platforma sıçratmak istiyoruz. Onun için de altyapımızı hem maddi, hem manevi anlamda hazır etmemiz gerektiğinin farkındayız. Günün, küreselleşen ekonomisinin bize dayattığı şeyleri yapmak mecburiyetindeyiz, ama eski duruşumuzu, etik yapımızı kaybetmeden. Bunları, müşterilerle olan o saygın ilişkimizi para uğruna harcamadan yapma inceliğini göstermek durumundayız. Bu, bizim önümüzde bir ev ödevi olarak duruyor." 

100 yıllık tarih sergileniyor

12 Aralık'a kadar süren bir sergi açtınız. Serginin adı ise "Osmanlı'dan Günümüze Ece Ajandaları Sergisi." İki kaynaktan oluşuyor: Ailelerin sergi için verdiği ajandalar ve Ece'nin kendi arşivi.

"Birtakım etkinlikler yapmamız, markayı genç kuşaklara özellikle 30 yaş altı gençlere benimsetmemiz ve onların kullanabilecekleri hale getirmemiz gerekiyor. Gelişen teknoloji ile örtüşüp genç kuşağın özlemlerine ve yaşam biçimine kendimizi uydurabileceğimiz birtakım şeyler yapmamız gerektiğinin farkındayız. Bu nedenle marka ile ilgili bir hafıza tazelemesi yapalım, yeniden gündeme getirelim diye bu sergi gündeme geldi.  Serginin mottosu Cengiz Aytmatov'un o bildiğiniz çok güzel sözü: 'Gün uzar yüz yıl olur.' Biz de bunu, kendisine teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunarak kullanalım dedik. 'Gün Uzar 100. Yıl Olur' adıyla elimizdeki, ulaşabildiğimiz koleksiyonları toplayalım bir sergi açalım ve bunun etrafında söyleyebileceğimiz şeyleri söyleyelim dedik.

Sanıyorum önümüzdeki haftalarda Cengiz Aytmatov'un oğlu Askar Aytmatov da konuğumuz olarak sergiyi ziyaret edecek. Bu yönde temaslarımız ve görüşmelerimiz de var. Bu sözün bedeli ödenmez, ama şükran borcumuzu belki ödeyebiliriz diye düşünüyoruz. Bu çerçevede de Ece'nin 100 yıllık tarihini, geçmişini, duruşunu anlatabileceğimiz bir sıçrama platformu olarak gördük bu sergiyi. 50'ye yakın ajanda sergiliyoruz burada. Nihat Erim Bey'in, birinci dönem mebuslardan Mithat Aydın Bey'in, Betûl Mardin Hanım'ın babası Muhiddin Arif Mardin Bey'in, Rubabe Ar Hanım'ın koleksiyonlarından ürünler var. Nihat Erim mesela 1935'ten itibaren öldürülene kadar hep Ece'ye yazmış. Yapı Kredi Yayınları bunu 4 cilt halinde yayınladı.

İsmet İnönü de 1917'den itibaren Ece'ye yazmış ve Yapı Kredi Yayınları'ndan 'Defterlerim' adıyla çıktı. Biz, İsmet İnönü Vakfı'ndan orijinallerini alamadık sadece fotoğraflarını verdiler. Biz de sadece fotoğraf sergilemek istemedik, o nedenle sergide onlar yoklar.

Atatürk'ün kullandığını Ece ajandalarının bir kısmının Anıtkabir'de, bir kısmının Genelkurmay'da, bir kısmının da Bilgi Üniversitesi arşivinde olduğunu biliyoruz. Toplumun her katmanından, her kesiminden, aydın, asker, esnaf herkes, her ailenin bir ferdi mutlaka bir şekilde Ece ile şöyle ya da böyle bir temas halinde olmuş. Bu, bize hem gurur veriyor hem de çok büyük bir yük bindiriyor. O yük, bunca sene sizi ayakta tutmuş insanlara karşı, gelişen ve eskiye göre biraz da yozlaşan piyasa şartlarına kendinizi kaptırmadan gidebileceğiniz bir sırat köprüsü, bir yol çiziyor. Ne Kapitalizm'in şu andaki şekli gibi para ve kazanç uğruna müşterileri her hangi bir malzeme gibi görmek ne de eskisi gibi gerilerde kalıp 1910'ların 20'lerin yönetim anlayışını sürdürmek… O yük, insanı tam sırat köprüsünün üzerine getiriyor."

Serginin bitimine birkaç gün kaldı, uzatmayı düşünüyor musunuz?

"Evet, öyle bir düşüncemiz var."

Rastlantıya ele geçen ajanda

Arşivinizde en eski kaç yılına ait Ece ajandaları var?

"Tam koleksiyon daha önceden vardı, ama burası 1975 yılında yanmış ve o yangın sırasında pek çok arşiv ürünü yok olmuş. Biz, sahaflardan bir ajanda aldık, yani yalnızca arşivimiz için bir ajandaydı, değerinin farkında değildik… Osmanlıca'ydı… Kültürel kopukluğumuz olduğu için de eski yazıyla neler yazıyor bilmiyoruz. Ancak 4 sene sonra onun, dedeye ait olan bir ajanda olduğunu öğrendik. 1917 yılına ait, en eski ajanda bu elimizdeki…  1919 var, 1918 yok meselâ, ondan öncekiler hiç yok. 1920 yok, '21 yok, ki hiç aksamadan devam ettiğini biliyoruz. Balkan Harbi, Osmanlı'nın yedi düvele göğüs gerdiği ve kendini korumaya yönelik savaştığı dönemler, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, işgal yılları… Bütün bu zamanlarda ajanda üretimi aksamadan devam ediyor."