Seyirci severse her şey doğrudur

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Halit Akçatepe

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yeşilçam'da yüzümüzü güldürenlerin başında gelenlerden bir usta, Halit Akçatepe bu haftaki konuğum. Son projelerinden söz ederek başlıyoruz sohbetimize... Yeni çalışmalar var mı?

"Vallahi yeni bir şey yok, ama eskisi devam ediyor. Bu nedenle o yeni sayılır benim için."

Yani "Geniş Aile" dizisi önümüzdeki sezon da sürecek...

"Evet. Ancak Ramazan'da falan başlayacak yeni çekimler…"

Yaz arası...

"Evet, evet. Onun dışında bir şey yok. Zaten olmasını da istemem, her şeye çalışacak adam değilim ben, o yeter."

Sizi sahnelerde göremeyecek miyiz ?

"Tiyatro! Olmuyor, yani televizyonla beraber yürümüyor. Çok yoruluyorum bu sefer. Onun için tiyatroyı biraz geriye attım. Bu dizi varken tiyatro yapamıyorum, ama olmazsa mutlaka tiyatro yaparım tabii, o başka."

"Geniş Aile" biraz Ertem Eğilmez filmlerini andırıyor değil mi?

"Tabii, kalabalık olduğu için. Ertem Ağabey de hep kalabalık kadrolu filmler yaptı. Oradan andırır, ama bütün mesele yönetmendedir. Yönetmen işi iyi idare edemezse olmaz. Ömer (Uğur), çok iyi bir yönetmen, çok da güzel idare ediyor, güzel çekiyor, onun için iş de güzel oluyor tabii."

Ertem Eğilmez filmleri hâlâ televizyonlarda gösteriliyor, çok da izleyicisi var...

"Senaryoları çok güzeldir. Ertem Eğilmez, filmini yaptığı halkı tanıyordu ve onlara göre film yapıyordu. Senaryoya çok önem verirdi. Senaryo iyi olduktan sonra 40 yıl da geçse, ki geçti çektiklerimizin üzerinden, hâlâ seyredilirler, çünkü tazedirler, eskimezler. Ertem Eğilmez'in, bizim filmlerimizin başarısı da buradadır zaten. Çünkü, senaryoları çok güzel."

Siz o filmleri gönül vererek yaptınız. Profesyonel olmaktan çok amatör ruhla çalışılmış işlerdi, onun da payı vardır Ertem Eğilmez yapıtlarının sıcaklığında sanırım...

"Olmaz olur mu… Ertem Eğilmez'le çalışırken saf amatördük, saf… Katiyen başka bir şey düşünmedik, işimizi düşündük sadece. İşin güzel olması için çalıştık, çok çaba gösterdik. Ertem Eğilmez de bu güzel topluluğu bulunca çok güzel işler yaptı. 'Hababam Sınıfı'nı Ertem Ağabey çekinceye kadar bir sürü şirket müracaat etmiş çekmek için, olmamış. Çünkü senaryosunu çıkaramamışlar sansürden, ama Ertem Ağabey o güzel kadroyu bulunca çok uğraştı, didindi, çıkarttı. 'Hababam Sınıfı' adıyla da çok güzel olduğu için herkesin aklında o kalmıştır, ama daha nice filmler vardır Ertem Ağabey'in çektiği, çok güzel işlerdir hepsi, hâlâ da seyredilirler işte."

O filmlerin senaryolarını yazan ekipte siz de vardınız değil mi?

"Bizim senaryo ekibimiz her sabah saat 9'da Ertem Ağabey'in evinde toplanırdı. Çekim olsun olmasın mutlaka toplanır, senaryo çalışırdık. En bilinen senaryo bile bizden en az bir, bir buçuk, iki ayda falan çıkardı. Bu, bir emektir. Bu emeğin karşılığını da daima aldık. Yazılanlar, düşünülenler not edilir, Sadık Şendil'e verilir, o senaryo haline getirip bize yollardı."

O amatör, gönül işi çalışmalara artık pek rastlanmıyor değil mi?

"Yeni arkadaşlarım bu işi böyle yapmıyorlar, ama belki de kimse onlardan bunun böyle olmasını istemiyor. Birisine veriyorlar yazdırmak için, o senaryoyu gönderiyor, çekiyorlar…"

Ya yeni oyuncular?

"Yeni oyuncular neden bizim gibi yapsınlar ki?! Görüyorlar etraftakileri. Herkes sadece para düşünüyor şimdi. O zaman da başka bir şey beklemek gereksiz. O sadece gelecek, oyununu oynayacak... İyi oynayacak, kötü oynayacak. O kadar çok dizi yapılıyor ki bu kadarına yetişecek oyuncu yok bizde, ama ne yapalım ki bulduklarıyla çekiyorlar. Seyirci de onları seyrediyor, onlar da para kazanıyorlar. Olabilir, ne yapalım bu iş para işi."

Şimdiki seyirciyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Seyirciyi artık değerlendirmiyorum. Çünkü onları böyle saçmalıklara alıştırdılar. Televizyonda öyle saçma şeyler oldu, öyle saçma filmler çekildi ki seyirci başka bir şey bulamıyor, onları buluyor, seyrediyor, seyrede seyrede de alışıyor. Şimdi birtakım sululukları komedi olarak görüyorlar... Artık bilet fiyatları da çok yükseldiği için bu işi yapan herkes çok para kazanıyor. Helâl olsun kazansınlar, ama güzel işler çıkmıyor, ne yapayım?!"

Yani iyi tiyatroya hasret kaldık diyebilir miyiz?

"Tiyatroya hasretiz, çünkü oyuncu kalmadı. İyi oyuncu tiyatroda çalışmıyor artık. Çünkü tiyatro, o ne yaparsa yapsın çok para veremez, kazancı nedir ki parayı versin. O yüzden iyi oyuncular da televizyona geçtiler, oradan para kazanıyorlar, haklılar da… Çünkü yıllarca ufak paralara çalıştılar şurada burada, ben de dahil. Şimdi televizyona gidiyorlar, oradan dünyanın parasını alıyorlar. O zaman artık tiyatroda da oyuncu aranmıyor, ama tiyatro daima iyi oyuncuyla yapılır. Oyuncu olmazsa tiyatro olmaz, maalesef o yok şimdi. O yoksa o zaman tiyatro da, sinema da yok, televizyon da, ama bunlar yetiyor şu anda. Yetiyor dediğim, halka yetiyor. Çünkü halk böyle şeylere alıştı, onları seyrediyor."

Meselâ "Aşk-ı Memnu"nun finali oldu olay oldu Türkiye'de…

"Ben, bir gün bile seyretmedim 'Aşk-ı Memnu'yu…"

Siz son yıllarda turneye çıkmıyorsunuz, ama yine de sormak istiyorum: Anadolu seyircisi ile İstanbul seyircisi arasında fark var mı?

"Eskiden de yoktu, şimdi de yok."

Seyirci seyircidir diyorsunuz.

"Anadolu'da tiyatroyu seyreden ya da kaliteli filme giden seyirci azınlıktaydı. Şimdi yine azınlıkta... Ama dediğim gibi artık sinema salonları büyüdü, seyirci sayısı arttı. O zaman en kötü film bile büyük iş yapıyor, büyük paralar kazanıyor. Bunu gören başkaları ben de yaparım, ben de para kazanırım diyor. Yapıyor, kazanıyor… Ama sonuçta böyle şeyler çıkıyor ortaya…"

İyi oyunculuk yetmiyor ki...

Gençlerden umutlu musunuz?

"Umutluyum tabii… Çok iyi oyuncular çıkacak, ama yer yok. Bu dizilerde, bu tiyatrolarda, bu filmlerde oynayacaklar, para kazanacaklar. Onlar ne yapsınlar… İyi oyunculuk yetmiyor ki... Ben iyi oyuncuyum demekle bir şey değişmiyor. Onlara yol gösterecek, destekleyecek yapımcılar lâzım. O yapımcılar çıksa, o zaman daha iyi olur, ama maalesef olmadıkları için, onlar da kavrulup gidiyorlar."

Kızınızın oyuncu olmasını ister misiniz?

"Tabii isterim, ama olabilirse... Ben hadi oyuncu ol demem. Eğer severlerse, ben yapacağım derlerse buyursunlar yapsınlar… Büyük kızlarımın ikisi de yapmadı, istemediler…"

Ya Günsu?

"O daha 8 buçuk yaşında, 9 yaşına girdi. Ne yapacak bilmiyorum."

Hevesi var mı?

"Evde bana oynuyor, ama bu, onunla belli olmaz... Bir yerde bir şey yapacak ki çıksın ortaya, ama öyle bir imkân olur mu bilmiyorum. İleride görürüz inşallah."

Yani demin de söylediğiniz gibi, tiyatro ölmeyecek, gençler sahneye çıkacaklar...

"Bu şekilde veya başka şekilde, ama tiyatro mutlaka yürür. Tiyatro başka bir şeydir, canlı bir şeydir. Televizyon, sinema canlı değildir. O canlı olayı da seyirci daima sever ve ister. Hiçbir zaman ölmeyecektir tiyatro."

Ya seyircinin azalması...

"Seyirci azalacak tabii. Kaç tane gazetede, kaç tane televizyonda görüyorsunuz şurada şu oynanıyor diye… Onların verdikleri haberlerde mutlaka bir kadın olacak, şu olacak, bu olacak… Bunlar olmazsa olmazmış! Tiyatroda böyle şeyler yok, tiyatro ciddi bir iştir, ciddi bir şekilde işini yürütür. Oraya da pek önem vermiyorlar, önem vermeyince de güdük kalıyor tiyatro."

Peki dizilerde oynayan eğitimsiz güzel yüzler için ne diyosunuz?

"Oynarlar, onları seçiyorlar. Sadece biz burada güzel insanı gösterelim, yeter bize diyorlar…"

Peki bunu tiyatrocular da yapsa?

"Yaparlar, ama gel desen gelirler mi? Para isterler, aç kalmak üzere tiyatroya gelirler mi? Orada iki kere şuradan şuraya gidiyor, dünyanın parasını alıyorlar. O zaman onu seçecekler tabii, onlar da haklı. Çünkü tiyatro paralı bir olay değil. Çalıştığın zaman dahi ev kiranı bile zor ödüyorsun. Niye gelsin, olmaz."

Siz bir Güdük Necmi karakteri yarattınız, çok sevildi... Son yıllarda sinemada yaratılan ve seyredilme rekorları kıran yeni karakterler için ne diyorsunuz?

"Sululuğa kaçıyorlar. Sululukla güldürmeye çalışıyorlar, bu da benim hoşuma gitmiyor, o yüzden de beğenmiyorum onları. Beğendiklerim yok mu, var tabii. İçlerinde gayet iyi olanlar da var, onlar da başarılı oluyorlar. Kötü yapıp da para kazananlar yok mu, onlar da var. Türkiye oldu 70 milyon. Bunun içinde tabii kötü olanı seven, ona gidenler de olacak. Böyle bu iş… Türkiye'nin eğitim düzeyi biraz engel oluyor."

'Kötü'den para kazanıyorlar!

Eğitim düzeyi kaliteli ürünün ortaya çıkmasına mı engel oluyor, yoksa kalitesizler daha mı çok seviliyor?

"Eğitim düzeyi yüksek olan yerde daha kaliteli işler yapılır, çünkü böyle sululuklara yer verilmez. Verilir, ama onun seyircisi mahduttur, şu kadar insan gider seyreder. Türkiye'de televizyonlarda bile kaliteli bir iş yapılamıyor. Yapıldığı zaman tutmuyor zaten. Tutmayınca da gidiyor, sululuklar yapıyor…

Ona göre seyirciyi orada topluyor. Yanlış bunlar, ama ne yapalım ki böyle. Ama bakın 'Aşk-ı Memnu'nun finalinde sokakta insan kalmamış, herkes finali seyretmek istemiş, çünkü beğenildi. Ama ne kadar doğruydu, o da su götürür. Çok beğenildi, seyirci sevdi. Seyirci severse her şey doğrudur, çünkü biz seyirciye yapıyoruz işimizi. Seyirci bir şeyi tuttu mu gider. Onun gibi neler tuttu saymakla bitmez…"

Seyirci tutuyor diye kötü şeyler de mi üretilecek?

"Üretilecek tabii, çünkü kötüden para kazanılıyor…"

Peki bir eğitim yönü yok mu yapımcılığın, yayıncılığın?

"Yok, katiyen yok. Yapımcının umurunda değil iyi olmuş, kötü olmuş… O sadece işe, gelen paraya, seyreden seyirci sayısına bakıyor. Onun dışında başka bir şey düşündüğü yok ki... O yüzden de bunlar çıkıyor ortaya ne yapalım."

Peki bu tür diziler, filmler gençleri nasıl etkiliyordur?

"Herhalde doğru etkilemez, ama bu böyle. Bunu değiştirmenin imkânı olmadığına göre oturup ütopya yapmaya gerek yok. Böyleyse böyledir, değişmez."

Bütün istediklerinizi yapabildiniz mi tiyatro ya da sinemada? Şu eksik kaldı dediğiniz bir şeyler var mı?

"Yok. Ben istemedim, ama bana o rolleri verdiler. Bir oyuncunun oynamak isteyeceği her türlü rolü oynadım hem tiyatroda hem sinemada. O yüzden öyle bir şunu oynasaydım, bunu oynasaydım diye bir isteğim kalmadı."

Siz bir şeyler yazdınız mı?

"Ben, Ertem Ağabey'in yanında herhalde 60-70 senaryonun çalışmasında bulundum. Dediğim gibi bizim bir senaryo ekibimiz vardı."

Kendiniz?

"Ben yazmam, benim elim kalem tutmaz… Ben konuşurum şöyle olsun, böyle olsun, şuraya gitsinler, buraya gelsinler. Bunları anlatırım, ama hiçbir zaman kalem alıp da şunları yazayım demem. Sevmem çünkü. Ben yazı yazmayı sevmiyorum. Düşünürüm, söylerim… Benim senaryo çalışmalarındaki görevim buydu, Ertem Ağabey'de onu istiyordu benden, çünkü yazarımız vardı: Sadık Şendil."

"Geniş Aile"de böyle bir çalışma yok tabii...

"Evet, evet. Genç iki arkadaş yazıyorlar, onlar da çok başarılı, çok güzel işler yapıyorlar…"

Peki, tulûat yapıyor musunuz dizide, çıkıyor musunuz senaryo dışına?

"Şu ana kadar pek yapmadık, ama gerekirse çıkarız, çünkü tulûata yatkın arkadaşlarım var orada. Ama gelen metinler gayet iyi, onları söylediğin zaman iş iyi oluyor zaten. İyi olurken zorlamanın ne gereği var?! Doğru yazmış adamcağız, onu söylüyoruz. Geçiyor, gidiyor, gayet de güzel oluyor."

Kendinizi seyrediyor musunuz?

"Ben pek sevmem kendimi seyretmeyi."

Neden?

"E hep yanlışlarımı çıkarırım şurada şöyle yapsaydım, böyle yapsaydım. Ona oturup üzüleceğime seyretmem daha iyi."

Çok yanlış çıkıyor mu?!

"Bilmem, devamlı seyretmiyorum ki... Ama tabii ki yanlış çıkacaktır, daha iyi oynayacağım yerler vardır mutlaka, ama o sırada öyle gelmiş, içimden öyle oynamışım."

Peki bir müzik aleti çalmayı denediniz mi?

"9-10 yaşındayken annem 'bir şey çalmak ister misin?' diye sordu, saksafon çalmak isterim, dedim, ama çok küçüğüm, o yaşta saksafon çalmak iyi değilmiş, nefesi, ciğerleri kötü yapıyormuş. Akordiyon aldı annem bana. Hoca geldi, ama sevmiyordum... Öğrendim, ama gıy gıy çaldım biraz bir şeyler. Yoksa sevdiğim bir şey olsaydı daha fazla üzerine düşerdim, düşemedim, o kadarla kaldı. Müziği de, müzik çalışmalarını da çok seviyorum. Öyle oldu, ne yapalım hepsi birden yapılmaz ki..."

Kızınızın masada çok güzel bir resmi var, siz resim yapıyor musunuz?

"Çöp adam bile çizemem. İlkokuldaki arkadaşlarım hâlâ dalga geçerler benimle. Yapamıyorum, olmuyor, hiç yeteneğim yok o işe."

Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?

"Vallahi ne olacak bu Türkiye'nin hali?!"

"Deli olmayan, tiyatrocu olmaz"

Türkiye'de tiyatroculuk biraz deli işi mi veya beyhude bir çaba mı?

"Beyhude değil, ama tamamen bir deli işidir. Deli olmayan tiyatrocu olmaz. Para yok, şu yok, bu yok… E niye yapar insan bunu? Sever… Sevgiyle yapar. Özellikle Türkiye'de tiyatro hep sevgiyle yapılmıştır. Gönül vererek yaptıkları için de tiyatrocular parayı pulu, hiçbir şeyi düşünmezler, güzel bir şey yapmak isterler. Bakın yeni tiyatrolara genç arkadaşlar bile neler yapıyorlar, ortaya çıkarıyorlar, ama ne kadar seyrediliyorlar bilmiyorum. Zaten artık tiyatro salonları da kalmadığı için 50-100 kişilik yerlerde oynuyorlar, ama yapıyorlar. Tiyatro ölmez o yüzden, tiyatroyu devam ettirecek çok genç var. Çok güzel bir şey bu, onları kutluyorum…"

Sizin tiyatroyu seçmeniz babanızın oyuncu olmasından kaynaklanıyor değil mi?

"Tamamen babamdan. Babam oyuncu olduğu için ben de 5 yaşından beri tiyatro ve sinemanın içindeyim… Bu işin içinde olan bir insan olarak çok seviyorum. Babam da çok severdi, 'Allah benim canımı sahnede alsın' derdi. O kadar sevdiği bir işti. Onun arkadaşları da öyle insanlardı, hepsi tiyatroya gönül vermişlerdi, aç biilaç oyun oynarlardı. Ben de onlardan gördüm, benim yaştaşlarım da o şekilde tiyatrocu oldular, ama şimdi öyle bir şey yok."

"Güdük Necmi, Rıfat Ilgaz'dı"

Rıfat Ilgaz herhalde izlemişti Hababam Sınıfı'nı, kendisiyle konuşmuş muydunuz?

"Konuştuk tabii. Biz evine ziyarete giderdik sevgili Rıfat Hoca'nın. Çok hoşuna gidiyordu yaptığımız işler. Bir de tabii benim için çok güzel bir şeydi, çünkü ben Rıfat Ilgaz'ın kendisini oynadım, o söyledi bunu. 'Halit seni bir severdim, şimdi bin seviyorum' dedi bana. 'Niye Rıfat Ağabey?' diye sordum, 'e beni sen oynuyorsun oğlum' dedi. Sonra oğlu Aydın anlattı bana hastaneye ziyarete geldiği zaman 'Halit, babamın boyu ortaokul, lisede bu kadar uzun değilmiş, o yüzden ona Güdük derlermiş, Güdük Necmi'yi kendisi olarak yazdı, sen oynadın' dedi. İşte böyle bir güzellik de vardır. Bunlar, yaptığımız işin güzellikleri…"

 

Bu konularda ilginizi çekebilir