”Yaşamın hakkını verelim!”

"Ustalara Saygı"da geçen haftalarda ağırladığımız Ataol Behramoğlu ile şiir, sanat ve aydın sorumluluğu üzerine...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

"Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var", "Aşk İki Kişiliktir", "Ben Ölürsem Akşamüstü Ölürüm", "Bu Aşk Burada Biter", "Sevgilimsin" gibi ezbere bilinen şiirleri okurlara armağan etmenin yanı sıra yaptığı çeviriler, edebiyat-kültür üzerine yazıları, antoloji ve tiyatro çalışmalarıyla da sanat hayatımıza katkıda bulunan, diye başlamıştık geçtiğimiz günlerde kendisi için düzenlediğimiz "Ustalara Saygı" gecesini anlatırken... Ataol Behramoğlu'ndan söz ediyorum. Ekşi Sözlük'te bir okuru onun için şöyle diyor:

"Muhteşem bir sanatçıdır. Her şeyden öte tam bir beyefendidir. Az ve öz yazar. İmgelerde kaybetmez okuyucusunu... Doğru dürüst anlatır şiirlerinde duyguları ve bazen de okuyucunun duygularına tercüman olur şiirleri... Şiiri sevmek bazen sevgili Ataol ile mümkün olabilir ve bazen de şiir yazmak yine onunla mümkündür... İyi bir yazar ve şair olmanın yanı sıra gerçek bir ilham kaynağıdır toy yazarlar için... 'Kahretsin bu kadar mı güzel yazılır' diye bitirir bazı okuyucuları şiirlerini ve çoğunlukla da mısraları yerleşir belleklerine... Türkiye'de birçok insana sanatçı/ yazar/ şair sıfatları gereksiz verilirken Ataol bunu gerçekten ispatlamış yaşayan sanatçılar arasındadır... Seven, sevmeyi bilen ve sevdirendir... Yaşadığı karanlık anılara rağmen yaşayan, yaşamı sevdiren ve yaşatandır... Onun gibi kısa cümlelerle kendini ifade eden bir kişiye daha fazlasını yazmak ne gereklidir ne de haddimizedir."

Biz, bugün onun sözcüklerini dinleyeceğiz burada. Söyleşimize, birkaç gün önce döndüğü Kanada'ya gidiş nedenini ve izlenimlerini öğrenerek başlıyoruz:

"Kanada'ya gidişimin nedeni 'Uluslararası Birinci Direniş Şiirleri Festivali' için internet yoluyla bir davet gelmesiydi. Gerekçesi de 'Kübalı Beşler'i desteklemekti. Bu konu hakkında açıkçası hiçbir fikrim yoktu. Araştırdım baktım, biri şair 5 Kübalı, 10 yıldır Amerika Birleşik Devletleri'nde cezaevindeler, tutuklular ve çok uzun yıllar hapse mahkûm edilmişler. Sebebi de, bu kişilerin Küba hükümeti tarafından Amerika'ya gönderilmeleri ve orada Küba'ya karşı bozguncu faaliyetleri ya da terörist eylem hazırlıklarını araştırmakla görevli olmaları, ama tutuklanmışlar. Destekleme gerekçesi ise şu: Bu insanlar herhangi bir terörist eyleme katılmış değiller, tam tersi kendi ülkelerine karşı düzenlenebilecek kışkırtıcı terörist eylemleri haber almak gibi bir misyonla oraya gitmişler...

Özellikle Güney Amerika'dan, tabii Küba'dan, başka birçok ülkeden ve de Kanada'dan şairler vardı. Gerçekleştirilen toplantılarda şiirlerini okudular. Bir de festival kapsamında 'Geçmişin Direniş Şairlerini Anma' bölümü vardı. Tam olarak 'geçmişin' de denemez, meselâ Mahmud Derviş de orada anıldı, demek ki hayatta olmayan direniş şairleri demek daha doğru olur. Ben, orada Nâzım Hikmet'in şiiri üzerine konuştum. Kanada'daki Türk arkadaşlar da güzel bir slayt gösteri düzenlemişlerdi müzik eşliğinde. Aynı gün bir de 'Neden Şiir Yazıyoruz?' başlıklı bir konuşma yaptım, şiirlerimi okudum."

Türkçe'nin gücü

Ataol Behramoğlu, uluslararası birçok toplantıda şiirimizi, dilimizi temsil etti. Türkçe'nin bu etkinliklerdeki gücü hakkındaki yorumları çok önemli...

"Türkçe, her zaman etkili bir dil oluyor böyle toplantılarda, dinletilerde. Ben, genellikle kendi şiirlerimi Türkçe söylerken ardından çevirileri de okunuyor. Önce Türkçe'nin ses örgüsünü izleyen dinleyiciler, sonra anlamı da alınca gerçekten etkili bir ortam oluşuyor Türk şiiri ve Türkçemiz hakkında. Bunları yaşadım ve gerçekten de etkili olduğunu Kanada'da bir kez daha gördüm dilimizin ve şiirimizin."

Behramoğlu için de ayrı bir etkinlik düzenlendi Toronto'da...

"Aynı günlerde Kanada'da yaşayan bizim insanlarımız, yurttaşlarımız güzel bir gece düzenlediler benim için. Çok iyi geçtiğini söyleyebilirim. Türk arkadaşlarla buluşmamızın şöyle bir anlamı var: Oradaki konuşmamda da söyledim, hangi etnik kökenden gelirsek gelelim, aramızdaki ideolojik, düşünsel farklılıklar ne olursa olsun bizi birleştiren ortak değerler var. Nitekim o toplantıya gelen insanlar arasında sanıyorum ki hem kendi aralarında görüş ayrılıkları olanlar, hem de benim düşüncelerimle belki de aynı paralelde olmayan kişiler vardı. Ama dil bir etnisite olgusunun ötesinde bir kültür olgusu. Türkçe, bizi bir kültür değeri olarak birleştiriyor. Ve tabii aynı zamanda şiir dediğimiz olgu ve içeriği, sadece kendi sınırlarının içinde değil evrensel mesaj taşıyan bir yaratı olduğu için bütün insanları birleştiren ortak bir değer. Bir de şunu ilave ettim, aydınlanma değerlerini burada ve herhalde hiçbir zaman, hiçbir yerde tartışmamalıyız. Türkiye'nin sahip olduğu, bütün bir 19. yüzyıl boyunca araştırılmış ve 20. yüzyılda da Mustafa Kemal devrimleri ile zirveye ulaşmış, gerçekleşmiş olan aydınlanma değerleri bizi birleştiren ortak değerlerdir. Bunları vurguladım ve genellikle çok iyi karşılandı söylediklerim."

Tabii ki Niagara Şelalesi'ne de gitmiştir Ataol Bey.

"Evet, oraya gitmek ayrıca keyifliydi. Genel olarak bu gibi durumlarda bir hayal kırıklığı yaşanır. Muazzam olarak hayal edilen bir şey yerine onun biraz daha ufak boyutlusu ile karşılaşılır, ama tam bu böyle olmadı. Amerika sınırında olan Niagara Şelalesi'nden çok - filmlerin çekildiği şelale de oymuş, bilmiyordum ben - belki de daha yakın olduğumuz için Kanada sınırları içinde kalanı beni daha çok etkiledi. Zannediyorum bu Kanada yolculuğumun en güzel yanlarından biri de bu ziyaret oldu."

Yolculuklar, yeni çalışmalara engel oluyor mu acaba?

"Geçen yıl iki kitap yayınladım: 'Hayata Uzun Veda' ve 'Okyanusla İlk Karşılaşma'. Ondan sonra belki biraz da bir rehavete kapıldım açıkçası. Şimdi yeni yeni yaza doğru ilerlerken - ben yaz aylarında zannediyorum daha da verimli oluyorum, öyle görünüyor - şiir çalışmalarına yeniden başlayacağım.

Şu anda İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında, Adalar'ı yazıyorum. Bu söyleşiyi de Adalar İskelesi'nin yakınında yapıyoruz. Epeyce de yazdım, bitmeye yakındır. Hem tarihsel arka planlarını, hem de görmediğim yerlerini... Büyükada'yı çok iyi biliyorum. Kınalı'yı, Burgaz'ı da tanımakla birlikte tarihi yerlerini, bunların yanı sıra tepedeki manastırları, yazar evlerini tek tek bir kez daha ziyaret ettim. Bu kitapta kişisel yaşantılar da var. Projenin anlamı da o; yazarlar, yaşadıkları ya da yakından tanıdıkları semtleri yazarken kendi anılarını, düşüncelerini, yaşantılarını da kaleme alıyorlar. İlginçliği de galiba burada, sadece turistik bir kitapçık olmanın ötesinde olması. Benim de özellikle Büyükada ile ilgili yaşantılarım, anılarım, düşüncelerim, oradaki buluşmalarımız yer alıyor. Böyle bir çalışma içindeyim. Zannediyorum kısa bir süre sonra da tamamlayıp teslim edeceğim yayınevine."

Çeviriler

Bu söyleşide çevirmen Ataol Behramoğlu'nu ihmal etmemeliyiz. Rusça'dan birçok klasik yazarı, o kazandırdı dilimize. Tezgâhta yeni bir şeyler var mı?

"Türkiye İş Bankası klasikler dizisi içinde Lermontov'un şiirlerinin yeni eklerle yeni bir basımını istediler. Bir de 'Zamanımızın Bir Kahramanı'nın Rusça'dan çevirisini. Tabii çok güzel bir çeviri var Ülkü Tamer'in İngilizce'den yaptığı, ama bir de Rusça'dan klasikler içinde istediler. Ara ara vakit buldukça da onlarla ilgileniyorum."

"Ustalara Saygı" toplantısında vurgulananlardan birisi de Ataol Behramoğlu'nun "katı" bir görünüşü olduğuydu, ama iç dünyası...

"Görünüşüm katı mı, tabii onu bilmiyorum, ama bazen fotoğraflarıma baktığımda katı göründüğümü hissettiğim oluyor. Ama şunu da biliyorum ki kahkahalarla gülerken daha fazla kendim oluyorum, görüntü olarak da öyle. Ben, tabii ki duygusal bir insanım, başka türlü nasıl olunur?! Bu katı görünüş ve iç yaşantı hakkında eşim Hülya'nın 'Ustalara Saygı' toplantısında okuduğu metin bana göre çok aydınlatıcı ve çok güzeldi. Dıştan belki öyle görünen bu kişinin, iç yaşantısında çocuksu yanlarının bulunduğu, çok duygusal biri olduğu görünüyor o yazıda.

Şunu da eklemek isterim: Ben, mizaha da çok yakın bir insanım. Her ânı, bir olayı şakaya dönüştürmem mümkün... Mizah, beni her zaman çok etkilemiştir. Meselâ 'İyi Bir Yurttaş Aranıyor' adlı şiirler toplamım biraz da mizahi, ironik, politik bir kabare metinidir. Aziz Bey'e (Nesin) bir mizah yazarı gibi 'Başarmış mıyım?' diye sorduğumda, 'Elbette' demişti samimiyetle. Böyle bir tarafım da var. Katı görünmek biraz da yaşadığımız hayatın bize giydirdiği, zorunlu olarak taşıdığımız bir maske gibi belki de. Başka türlü nasıl kendini koruyacaksın, mücadeleni yürüteceksin. Kararlı olmak gerekiyor birçok bakımdan. O kararlılığın getirdiği katılık görüntüsü olabilir."

Bunlara bir de zorunlu sürgünü, orada ve dönüşte yaşananları ekleyebilir miyiz?

"1984 yılında zorunlu olarak yurtdışına çıktım. Bir süre sonra ailem de yanıma geldi. Ve gerçekten, Fransa'da zor koşullarda bir yaşam sürdürdük, kolay değildi o hayat. Dönüşte ise işsizlikle karşılaştım. 1989 sonlarına doğru, güzünde döndüm, dönebildim. Çünkü, hakkımdaki davalar beraatle sonuçlandılar. İş yok, nerede çalışacaksın, ne yapacaksın? Ev yok... Sığıntı gibi bir yaşam sürdürdüm bir müddet. Ekonomik zorluklar içindeydim, çok sıkıntılar çektim. Diyebilirim ki sürgündeki koşullardan daha ağır, daha zor şartlarda yaşadım burada birkaç ay da olsa. Ama sonra bazı olanaklar doğdu. Erol Özkök'le Nevzat Şenol - bugün ikisinin de hayatta olmadığını düşünmek gerçekten çok acı verici - Pendik Belediye Başkanı Burhan Köseoğlu'nun arkadaşları idiler, Pendik'te CHP yönetimi vardı, beni aldılar ona götürdüler. O da beni çok iyi karşıladı ve ben, birkaç yıl Pendik Belediyesi'nde Kültür Danışmanı oldum. Aynı süreçlerde Simavi Yayınları'nda Doğan Hızlan'ın gerçekten unutulmaz desteği ile yabancı yayınlar bölümünü yönettim. Böylece aşıldı bu mesele.

Rasyonel olmak...

Katılık meselesinden çok, yurtdışı deneyimleri bana, daha rasyonel olmak gerektiğini göstermiştir. Bizler duygusal, plansız, programsız insanlarız genelde. Benim esasında doğrusunu söylemek gerekirse çocukluğumdan beri hayatıma dair rasyonel projelerim vardır. Şu yaşımda bunu yapacağım, şu kitapları okuyacağım, şu ülkeleri göreceğim şeklinde. Ama 1984-1989 yılları arasındaki yurtdışı deneyimimde ben, Batılı insanı tanıdım, katı ve olumsuz yanlarını eleştirmekle birlikte rasyonel oluşları, doğrusu benim için önemli olmuştur."

Son olarak, Ataol Behramoğlu, bugüne ve yarınlara nasıl bakıyor?

"İnsanın bir kendi kişisel yaşamına bakışı vardır, bir de genel olarak dünyaya bakışı. Bu genelin içinde çevresi söz konusudur, ülkesi söz konusudur, yaşadığı çağ söz konusudur ve daha da genelleştirerek söyleyebilirim bütün insanlık tarihi söz konusudur. Kişisel yaşamıma bakışımda olumluluklar, olumsuzlukların üstündedir. Bunu bu şekilde ifade edebilirim, yapmak istediklerimi belki talihin yardımıyla, belki yazgımın katkısıyla büyük ölçüde başardığımı söyleyebilirim, ama bu, unumu eleyip eleğimi duvara astım anlamına gelmiyor. Hâlâ yapmak istediğim, öğrenmek istediğim şeyler var. Meselâ size şaşırtıcı gelebilir, ama ben 40 yaşımda vals yapmayı öğrendim. Şimdi bu yaşlarımda neden klasik tango dersi almayayım diye düşünüyorum ya da iki yıl önce sirtaki öğrendik eşimle, neden Güney Amerika dansları öğrenmeyelim?! Bu, benim hayat projemin içindedir.

10 yaşımdan beri bağlama çalarım, ama hayatımın her döneminde ona birtakım katkılarda bulunmuşumdur, hâlâ yeni bir türkü öğrenmek beni heyecanlandırır. Şimdi Ada'ya giderken bile yanımda en son çalıştığım birkaç küçük parçanın notaları var, onları orada bağlamamda çalacağım. Böyle şeyler işte.

Yazma konusunda da açıkçası yeni şiirler yazmak her zaman hayat projem içindedir; daha farklı şiirler, daha farklı boyutlarda, farklı formlar kullanarak yazmak düşüncesi hep vardır. Tezgâhta da böyle çalışmalar, taslaklar bulunur.

Tiyatro, hep ilgi alanımın içindedir. Geniş zamanlar bulamadım oyun yazmaya çalışmak için. Tek tük çalışmalarım vardır. Biri sergilendi de: 'Lozan'. Büyük bir sevinç ve sevgiyle çevirdim Çehov'un aşağı yukarı bütün oyunlarını.

Bunların dışında Türkiye konusunda birçok yurtsever aydın gibi zaman zaman çok karamsar oluyorum. Bunun gerekçeleri de çok açık. Emperyalizmin bu bölgedeki hesapları içinde Türkiye'nin temelini oluşturan değerlerin de bozulması ve başka bir Türkiye ortaya çıkarılması konusunda çalışmalar var, bununla mücadele ediyoruz. Bu konuda zaman zaman biraz karamsar oluyorum, ama mücadele etmek gerekiyor. İnsanlık konusunda da hem olumlu hem güzel duygularım var, hem de bugünün insanları bütün bu bilimsel kazanımlara, dünyanın geldiği aşamalara lâyık mı diye düşünüyorum. Bugünün insanlarından bahsediyorum, günümüzde daha çok tüketen, gittikçe bencilleşen, kendinden başka hiçbir değer tanımayan, insanlık değerleri dediğimiz aydınlanmanın temel değerlerine gittikçe yabancılaşan insanlardan. Beni üzüyorlar. Yazdıklarımda da bunların yansımaları oluyor.

Sonuç olarak şunları söyleyebilirim: Ben, bireyci bir insan değilim, ama bireysel anlamda derinleşmeyi her zaman çok önemsemişimdir. Yeni bilgiler edinmek, kişiliği durmaksızın geliştirmek her zaman hedefim olmuştur. Ama bunları bireyci olarak, ben böyle olayım diye değil de, madem ki insanız ve yaşıyoruz bunun hakkını verelim düşüncesi ile gerçekleştirmeye çalışıyorum. İnsanlığa yardımcı olmak, genç insanlara, çocuklara yeni ufuklar, yeni yollar açmak, yaşamayı daha katlanılır, dünyayı daha güzel kılmak konusunda da bütün insanlık tarihinin bir parçası olarak kendimi sorumlu hissettiğim için yapıyorum."

Seyahat etmek, hep planlarım içindedir...

Ataol Behramoğlu, çok seyahat eden bir yazar. Bildiğim kadarıyla gençlik yıllarından beri de böyle bu...

"Seyahat etmek, her zaman hayat planımın içinde yer almıştır. Örneğin 20 yaşlarındaydım bütün Ege'yi otostopla dolaştım, ki o zaman böyle bir kavram yoktu Türkiye'de, 1962 yılı falandı. O yolculuğun bana kazandırdığı çok fazla şey olmuştur. İnsan karşılaşmaları, doğa, bir yerden bir yere gidiyor olmak, hareket ve ufkun değişmesi çok önemli. 1973'ten itibaren de İngiltere, Rusya, Fransa başta olmak üzere gezilerim oldu. Asıl 1980'li yıllarda zorunlu olarak yurtdışına çıkma sürecinde Fransa'yı mesken edinip dünyanın birçok ülkesinde bulundum. Tabii o bulunuşların başlıca nedenlerinden ve işlevlerinden birisi, Türkiye'deki baskı rejimine karşı bir mücadeleyi yürütmekti, o mücadelenin bir parçası olmaktı. Aynı zamanda da şiirlerimi okuyarak dolaştım bu ülkelerde Avustralya'dan Finlandiya'ya kadar...

Bunlar çok önemli: Farklı insanlar, farklı doğalar... Sonuçta her zaman o anda etkisini göstermeyen, ama giderek bilinçaltımızda yer tutan yaşantılar ve izlenimler. Ve zaman zaman şiirlerimde de ortaya çıkıyor.

 'Başka Gökler Altında' isimli bir kitabım var, şimdi yeni basımını hazırlıyorum eklerle. O kitapta da yol notları vardır farklı üslûplarla kaleme alınmış. Bazen çok romantik ve içe dönük izlenimler, bazen bir gazeteci gibi daha somut yazılar şeklinde... Bu da bir edebiyatçı için bir kazanımdır. Ama şunu da söyleyebilirim ki bu geziler, giderek daha çok Türkiye'ye dönük duygularımın yoğunlaşmasına yol açıyor. Bu kez de öyle oldu. Niagara Şelalesi'ni görmek çok güzel, ama oradaki arkadaşlarla karşılaşmak harika... Oradaki Türkler'le, yurttaşlarımızla buluşmak, başka ülkelerden şairlerle karşılaşmaktan daha fazla heyecanlandırıyor, önem taşıyor. İnsan, daha fazla kendi ülkesine ait oluyor gitgide. Bu duygu bende her zaman vardı, ama gittikçe daha çok belirginleşti, derinleşti. Bunu hissediyorum."

Tabii her yolculuk, yeni bilgiler doğuruyor ya da bilgi açlığını artırıyor...

"Toronto'yu da Kanada'yı da tanıdığımı söyleyemem bu kadar kısa süre içinde. Ama şunu gördüm; bilgi sahibi olmak gerekiyor herhangi bir ülkeyi daha iyi tanımak, anlamak için. Birkaç ay önce Japonya'dayken de şunu düşünmüştüm; Japon edebiyatını birkaç büyük yazar dışında iyi tanımıyoruz. Japon şiiri, çağdaş Japon şiiri hakkında ise hemen hemen hiçbir bilgimin olmadığını görmüş ve bu eksikliğimi gidermeye karar vermiştim. Henüz bir şey yapamadım bu konuda, ama böyle bir kararım var. Şimdi, Kanada için de edebiyat olgusundan başka; tarihi, Kanada'nın kendi içindeki, ABD ile durumları, özellikle bir göçmen ülkesi olması gibi konularda bilgi sahibi olmak gerektiğini düşündüm."