Zihniyet dönüşümü kolay olmuyor

Faruk Şüyün'ün konuğu Kadınlar Günü nedeniyle Nazan Moroğlu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Bugün 8 Mart. Kadınların uzun yıllardır yürüttüğü özgürleşme mücadelesinin kutlandığı ve güncel taleplerinin ifade edildiği gün. Ve bu haftanın konuğu, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörlüğü'nü yürüten, bunun yanında kadınların eğitimi ve hakları konusunda yıllardır çalışmalar yapan; dersler veren Nazan Moroğlu. Sohbetimize, 8 Mart'ın tarihini ve anlamını konuşarak başlıyoruz.

"Kadın hakları hep bir mücadele sonucu elde edilmiştir. 8 Mart da bir simgesel, yine bir kadın mücadelesi günü. 1857 yılında Amerika'da bir tekstil atölyesinde çıkan yangında ölen 129 kadının anısına devam ettirilen bir gün. Bu tekstil atölyesinde çalışan kadınlar şunları istiyorlardı: 8 saatlik sınırlı çalışma süresi, doğum izni ve insanca yaşayabilmek için kendilerine ayıracakları zaman...

Bu mücadeleyi başlattıklarında tekstil atölyesine âdeta kapatıldılar ve o sırada çıkan bir yangında ne yazık ki canlarını verdiler. 1910'da Sosyalist Enternasyonal'in toplantısında 8 Mart, Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edildi. Gerçekten de emekçi kadınların bir hak mücadelesiydi bu. Daha sonra da dünya gündeminde yer almaya başladı.

2. Dünya Savaşı'nın ardından özellikle insan hakları, evrensel bir değer olarak ortaya çıktı. Kadın hakları da bunun bir parçasıydı tabii. Bu mücadeleyi veren kadınlar, insan hakları kapsamında kendi haklarını da talep etmeye başladılar. Böylece hem kurumsal olarak yerleşti Birleşmiş Milletler'de Kadının Statüsü Komitesi vasıtasıyla hem de eylem olarak aynı zamanda bütün dünyada görünür kılındı kadın sorunları..."

Ama kadın, yasalarda hep ikincil roldeydi.

"Evet, aile kutsaldı...Âdeta bir görev bölümü yapılmıştı ve kadının rolü, evin içindeki düzeni sağlamak, çocuklara bakmak, eşine yardım etmek olarak belirlenmişti. Erkeğin görevi de dışarıda çalışıp kazanıp evine getirmekti. Böylece erkek, ekonomik açıdan güçlü, evin geçimini sağlayan, kadın da onun yanında belli ikincil görevleri olan kişi olarak kabul edildi. Bu, bir anlamda dinlerin ve toplumsal yaşamın etkisiyle hukuk kurallarına da aynen böyle girdi. 1900'lerin başında bakıyoruz medeni hukukların aile hukuku bölümünde ve diğer alanlarda eşya hukuku, miras ya da kişiler hukukunda herkesin eşit haklara sahip olduğu düzenlenmiş olsa bile aile hukukunda ailenin bir başkanı var…"

Şöyle yazıyor kanunda değil mi: Ailenin reisi erkektir…

"Evet, bu medeni kanunlarda yer aldı Almanya'da, İsviçre'de, Fransa'da ve dolayısıyla Türkiye'de. 1926'daki devrim yasamız, Medeni Kanun'u İsviçre'den aynen bu şekliyle aldı. Çünkü, o zamanki aile yapısı buydu ve kurallar da ona göreydi. Zamanla kadının ailedeki ikincil konumunun aslında bütün hayatında engelleyici bir durum meydana getirdiği görüldü. İnsan hakları, eşitlik, ayrımcılığın olmaması çalışmaları sürerken kadın sorunları, kadın hakları mücadelesi görünür kılındı ve bir çözüme ulaştırılmaya çalışıldı.

Birleşmiş Milletler'de yapılan çalışmalarda da 1975'te dünya kadınları için bütün sorunların artık görünür kılınıp raporlara geçmesi için bir ‘kadın on yılı' kabul edildi. Bu on yıl süresince bütün ülkelerde hangi alanda sorun varsa yasalarda ve yaşamda bu konuda çalışmalar yapıldı. O arada, dünya kadın konferansları toplandı. 1910 yılında Emekçi Kadınlar Günü olarak anılan günün, o mücadelede canlarını veren kadınların tekrar hatırlanması, mücadele günü olarak anılması için 1977 yılında Birleşmiş Milletler, 8 Martların Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasına - buna kutlanması demek tabii ki mümkün değil, çünkü sorunlar devam ediyor- karar verdi. Türkiye'de de yıllardır 8 Martlar mücadelenin tekrardan hatırlatılması, sorunların dile getirilmesi ve çözümlerin önerilmesi günü olarak kabul edildi ve etkinlikler yapılıyor."

Aslında Türkiye kadınları, örneğin siyasi haklarına birçok Avrupa ülkesinden daha önce kavuştu, ama yeteri kadar bilinçlenme olmadı herhalde ki kanunen birtakım hakların alınmış olması yetmedi...

"Evet, birçok Batı ülkesinden önce Türk kadınları bu hakka kavuştular. 1923'te Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte büyük bir kararlılıkla çağdaş dünyaya katılma yolculuğu başlarken hukuk devrimi yapıldı, yani din kuralları bırakılıp laik hukuk düzenine geçildi. Yani devletin işleyişine egemen olmayan bir din, sadece vicdanlarda kalan... Cumhuriyet'in kuruluşunun ilk on yılında birçok devrim yapıldı çağdaş, uygar yaşam biçimine uyabilmek, devletin bir laik devlet olarak yapılandırabilmesi, yurttaşların bu gelişmeye uyabilmeleri için.

Bu arada Medeni Kanun, ülkemizde yaşayanların bir yurttaş olarak haklara sahip olabilmesi için hakikaten temel taşı oldu bu hukuk devriminin. Özellikle kadınlar açısından çok büyük önemi var, çünkü o tarihe kadar aile içindeki bütün ilişkiler, din kurallarına göre uyarlanmıştı ve uygulanıyordu. Ama 1926'dan sonra artık Türkiye'de kadınlar da yurttaş olarak eşit haklara sahip oldular."

Kadınlar, ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar son yıllarda. İş dünyasında tepelerde onların isimlerini görebiliyoruz. Ekonomik özgürlükleri kazanmak, her anlamda özgür olmayı sağladı mı?

Ekonomik özgürlüğe doğru

"Eğer çalışıyorsa kadın ve ekonomik bağımsızlığı da varsa aile içinde de özgür oluyor. İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Bölümü'nde bir tekstil makineleri kursu açtık. Buraya gecekondu bölgelerinden ve eğitim imkânına ulaşamamış kadınlar gelerek bu makineleri kullanmayı öğrendiler. Devlet Bakanlığı ile müşterek bir sertifika verdik ve bazı atölyelere yerleştirdik. Çalışmaya, para kazanmaya başladıktan sonra hatta kursa gelirken bile aile içinde daha fazla önemsendiklerini hissettiklerini gördük, dile getirdiler bunu."

Ancak bu kadınlar sonunda erkek egemen topluma koşullanmış eşlerin ve çocukların olduğu evlere dönüyorlar. Acaba kadınlardan çok erkekleri mi bilinçlendirmek gerekiyor?

"Tabii, çok haklısınız. Bugün bile birçok kadın hem haklarının farkında değil, hem de öğrense bile bunları nasıl kullanacağını bile bilmiyor. Uzun yıllar hep kadın hakları kadınlar tarafından kadınlar için istendi. Bu, hatta sloganlarla bütün dünyada yürütüldü fakat bunun yeterli olmadığı görüldü. 1995 yılındaydı Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi ilk defa İstanbul'da toplanmıştı. Oradaki konu başlığını Demokrasi için Erkeklerin Eşitliğe Eğitimi olarak çevirebiliriz. Bu, gerçekten çok önemli."

Önemli, çünkü, kadına yönelik şiddet de zengin-fakir, aydın-cahil demeden her kesimde sürüyor...

"Kadına yönelik şiddet en büyük engelleyici. Her türlü yaşam alanını engelleyen kötü bir davranış biçimi kadına yönelik şiddet. Bunu önlemek için önce bilgilendiriyoruz kırsal kesimde sürdürdüğümüz alan çalışmalarında. Yasal hakları konusunda bilgi sahibi olduktan sonra eğer kullanmak istiyorlarsa barolar aracılığıyla hukuki destek veriyoruz. Fakat oraya gelen kadınlar hep şunu söylüyorlar, ‘biz bilgi sahibi olduk, belki bu hakkımızı da kullanacağız – hakikaten çok sayıda kullanan da var - ama bu yeterli değil. Biz burada öğrendikten sonra yine aynı yere dönüyoruz.' Dolayısıyla bu kısırdöngüyü kırmak için bilgilendirmek çok önemli. Ama bunu yaparken de sadece kadınları bilgilendirmek yetmiyor..."

Siz, hangi platformlarda çalışıyorsunuz?

"Sivil toplum kanadında İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği'nin koordinatörlüğünü yürütüyorum 2003 yılından beri. 36 dernek var: Üniversiteli Kadınlar, Kadınlar Birliği, Hukukçu Kadınlar gibi... Hep birlikte projeler üretiyoruz. Meselâ 3 yıldır kadına yönelik şiddet üzerine çalışıyoruz. Hukukçular yasal hakları anlatıyor ve eğer ihtiyacı varsa kişilerin, başvururlarsa destek veriyorlar. Onun yanında birçok derneğin de içindeyim, ayrıca yöneticisiyim. Bir de yerel yönetimlerde Kent Konseyleri kuruldu. Buralarda vatandaşın birebir katkısıyla sorunlar çözülmeye çalışılıyor… Ben de Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanlığı'nı yürütüyorum. İlçedeki kadınların ihtiyaçlarına göre çalışmalar yapıyoruz."

Eğitim hala sorun

Aslında kadınlara yönelik birçok şeyler, yıllardır yapılıyor değil mi?

"Kadın hakları için çok fazla şeyler yapılıyor, belki fark etmiyoruz. Tabii sorun çok yaygın bir şekilde. Türkiye'de kadınların eğitim sorunu var, hâlâ 4 milyondan fazla kadın okur-yazar değil. Kadınlar çalışamıyor, ekonomik kriz önce kadınların işten ayrılmasına yol açıyor. Siyasette yoklar. Aslında bence en büyük sorun, karar verici konumlarda olmamaları.

Bir şeyler yapılıyor, çok şey yapılıyor, belki yasalar değişti, ama kadınlara hak getirici kritik maddeler tasarıda varsa bile meclise geldiğinde bir önergeyle çıkarılıyor. Dolayısıyla kadınlar karar verici yerlerde olmazsa bu kısırdöngüyü aşmaları o kadar kolay olmayacak. Siyasi parti başkanları bugün yine konuşacaklardır kadınlar olmazsa demokrasi olmaz diye, ama ertesi gün unutacaklar. Bir de muhalefetteyken bunu çok daha fazla dile getirirler, ama iktidara gelince unuturlar. Böylece kadınların mücadelesi yine görünür bir şekilde yine kendileri tarafından yapılmaya devam edecek."

Siz, bu mücadeleyi, üniversitede kadın hukuku konusunda verdiğiniz derslerle de sürdürüyorsunuz...

"1996 yılında kadın hukuku alanında yüksek lisans yaptım. Bugün hukuk fakültesinde kadın hukukunun ders olarak okutulması büyük bir gelişme. Hukukçuların yetişirken kadın erkek eşitsizliğini nasıl uygulamalarla kaldıracaklarını öğrenmeleri açısından bu ders çok önemli. Ben de 5 yıldır Yeditepe Üniversitesi'nde kadın hukuku dersi veriyorum.

Aslında Türk kadınının konumunu bütün dünyaya iyi anlatabilmemiz lâzım. 1934 yılında Türk kadını seçme ve seçilme hakkı kazandı deyince inanın hayretle karşılıyorlar Batı'da. Çünkü kendi ülkelerinde 50'li yıllarda kazanılmış ya da İsviçre 1971'de. Her yetişkin Türk kadını için bir görev olmalı kendimizi iyi anlatabilmeliyiz. Ayın 15'inde Brüksel'de bir toplantı var İktisadi Kalkınma Vakfı ile birlikte gidiyoruz, yine bunları anlatmaya çalışacağız."

Yarınları nasıl görüyorsunuz, kadın haklarında umutlu musunuz?

"Ben yarından umutluyum. Fark edelim veya fark etmeyelim boş bir bardağın yarısı doldu. Yasalar değişti, kadınlar kendi hakları konusunda az veya çok bilgilendi. Ancak, zihniyet dönüşümü o kadar kolay olmayacak. Tarih boyunca gelmiş bir kadın ve erkek modeli var, ataerkil toplumlar bunu o kadar kolay terk edemiyorlar. Onun için bu değişim, zaman içinde yavaş yavaş gerçekleşecek. Demokrasiye doğru yürüyüşü sürecek Türkiye'nin."

"Erkek egemen siyaset duvarı aşılamadı"

Medeni Kanun'la başlayan kadın hakları yolculuğuna şöyle bir bakacak olursak neler söylemek istersiniz?

"1928'de Harf Devrimi yapılması özellikle kadınlar açısından çok büyük önem taşıyor, çünkü okuma yazma kolaylaştı. Kararlı bir politika uygulanıyordu kadın erkek eşitliğinin sağlanması açısından... Atatürk'ün sözleri her alandaki çalışmalarda olduğu gibi benimsenmişti: ‘Kadınlarını geri bırakan milletler geri kalmaya mecburdur' anlayışıyla kadınlar, adım adım önce yurttaş haklarını aldılar, ardından okuma yazma öğrenmeleri için Millet Mekteplerine gittiler… Ve bu sürecin sonunda 1930'da yerel seçimlerde seçme ve seçilme, 1933'te muhtarlıklara seçme seçilme ve 1934'te de milletvekili seçme ve seçilme haklarına sahip olmaları geldi… Bu, sadece kâğıt üzerinde de kalmadı, 1935'te yapılan ilk seçimde 18 kadın milletvekili meclise girdi."

Bu sayı, uzun yıllar aşılamadı değil mi?

"1935'teki kadın milletvekilleri oranı yüzde 4.6'ydı, bu oran 2007 seçimlerine kadar aşılamadı, hatta çok daha düştü. 2007 seçiminde yüzde yüz arttı ve 50 kadın milletvekili var şu anda mecliste. Tabii bu çok az, daha yüzde 10 oranına bile erişemedik."

Neden bu böyle, erkeklerin kabahati mi?

"Siyaset hep erkek işi olarak görüldü. Bir zaman dendi ki kadınlar zaten talip olmuyor. Ama son 10-15 yıldır bu çalışmaların içinde olan biri olarak görüyorum ki çok sayıda kadın, aday adayı oluyor, talep ediyorlar, ama ne yazık ki bu sefer de erkek egemen bir dünya olduğu için meclisler, kadınlar listelere alınmıyor ya da listelerin en alt sıralarına konuluyorlar, zaten seçilme imkânları olmuyor. Tabii bunun çözümü, çaresi var ama bir siyasi kararlılık gerekli.

Öte yandan, siyaset pahalı, kampanyalar veya diğer çalışmalar maliyetli. Kadınların ekonomik gücü de çok fazla yok Türkiye'de. Eğitim durumuna bakıyoruz orada da geriler. Bunun birçok nedeni var, Büyük Millet Meclisi Ankara'da... Ankara'da bir görev üstlenmek birçok kadın için bugün bile zor. Bunların hepsini bir araya topladığınız zaman zaten erkek egemen, sizi içine almak istemeyen bir dünya siyaset ve bu nedenle kadınlar hâlâ bu duvarı aşamadılar ülkemizde."

"Kadın Hakları Sözleşmesi"

Yeni bir kitabınız çıktı: "Kadın Hakları Sözleşmesi"…

"Evet, bu Birleşmiş Milletler'de yapılan çalışmaydı. 1975'de Mexico City'de 1. Dünya Kadın Konferansı toplanmıştı. Orada insan hakları sözleşmelerinin kadınların insan hakları için çok da bir açılım getirmediği görüldü ve kadınların insan haklarını güvenceye alacak özel önlemlerin nasıl olacağını gösterecek bir sözleşme yapılması kararı çıktı. 1979 yılında kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması sözleşmesi kabul edildi. Bu sözleşme, yaşamın her alanını düzenliyordu, hatta taraf olan devletlere yaptırımları bile söz konusuydu. Ancak, orada kadının aile içinde uğradığı şiddet söz konusu değildi, çünkü o tarihlerde aile içindeki şiddet, aile içinde kalır mantığı vardı."

Kol kırılır yen içinde kalır.

"Aynen öyle. Bu, bir sorun olarak görülmemişti ve bir çözüme ulaştırmak için de çaba yoktu. Birleşmiş Milletler'de ilk defa 1993 yılında bir bildirge yayınlandı bu açıdan ve Türkiye'de 1998'de ailenin korunmasına dair bir kanun çıkarıldı şiddet uygulayanı evden uzaklaştırmak yaptırımı olan... Ancak, bu kanunu uygulayabilmek için sadece hukukçuların, psikologların, sosyal hizmet, adli tıp uzmanlarının desteği yetmiyor, bir koordinasyon gerekiyor. Valiliklerde İnsan Hakları Kurulu çatısı altında, valinin önderliğinde yapılan çalışmalarla bunu sağlamaya çalışıyoruz."

 

Bu konularda ilginizi çekebilir