Sizin Berlin'iniz hangisi?

Bölünmenin, savaşın, birleşmenin ve barışın tüm simgelerinin yaşatıldığı Berlin kentsel dokusunu kültürel çeşitliliğine borçlu. Doğa ve suyla o kadar barışık bir şehir ki çoğu zaman ziyaretçilerine bir başkentte olduğunu unutturuyor…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

HÜSNİYE GÜNGÖR

Hiçbir zaman gidilecek ülkeler listem olmadı ama sosyoloji ve şehir planlama kökenli bir gazeteci olarak görmek isteğim şehirlerin başında geliyordu Berlin. Bir iş gezisinin önüne iznimden kullandığım iki günü ekleyerek yaptığım Berlin kaçamağı ancak ve ancak içimde bu şehre tekrar gitme isteği uyanmasına sebep oldu. Vakit dar, şehirde görülecek çok yer vardı. Biraz planladım, biraz da akışına bıraktım. 'Doğu Berlin’i mimarlık ve sanat yüksek lisansı yapan bir Alman arkadaşımdan, 'Batı Berlin’i şehir plancısı bir dostumdan dinledim. Biraz aylaklık, biraz gözlem, biraz araştırma, biraz da gazetecilik yaparak, Berlin’i ziyaret etmek isteyenlere faydalı olacağını umduğum Berlin izlenimlerimi yazdım...

Çeşitlilikle şekillenen şehir

Berlin ilk gördüğünde insana çarpıcı gelmeyen, yaşadıkça, belki üçüncü günden itibaren sevmeye başladığın bir şehir. Zaten Roma ya da Paris’te olduğu gibi belirgin bir mimari tarzı da yok. Şehir kendine has eşsiz havasını sakinlerinin çeşitliliğine borçlu. Aynı durum barok kaleler, neo-klasik resmi binalar, Wilhelm tarzı apartmanlarla savaş sonrası ve çağdaş dönem gökdelenlerin kırkyama şeklindeki canlı bir birlikteliğinden oluşan Berlin mimarisi için de geçerli. Bu “tutarsızlık”, tarih boyunca Berlin’in sürekli olarak değişmeye zorlandığı gerçeğinin altını çiziyor. Nasıl ki tarihte İstanbul’un çehresini sürekli yenilenmeye zorlayan büyük ve yıkıcı yangınlardan söz ediyorsak, Berlin’in kurbanı olduğu son yıkımsa Alman başkentinin neredeyse tamamını harabeye çeviren II. Dünya Savaşı bombardımanları olmuş.

Birleşmeyle gelen dönüşüm

Ancak hayatın bir şekilde devam etmesi gerektiği için, şehir hiç zaman kaybetmeden yeniden inşa edilmeye başlanmış. Hatta bu acelede yıkıntılar içinde kalan bomba kalıntıları, bazen kazara bazen de tespit edilip kontrollü biçimde hâlâ patlayabiliyor. Savaşla birlikte bölünen şehrin her iki kesiminde de uygulanan temel katı inşaat kanunu bugün de geçerli: Yeni evlerin hiçbiri çevredeki eski binaların saçak yüksekliğinden daha yüksek olamaz. Ancak 1989’da duvarın yıkılıp 'Doğu' ve 'Batı' Berlin’in farklı mimari tarzlarının bir araya gelmesiyle şehrin görünüşü çarpıcı bir şekilde değişmiş. Günümüzde, belediyenin inşaat kısıtlamalarında nispeten gevşemeler var. Ancak hâlâ cesur bir mimariden bahsetmek zor. Mimarlık öğrencisi arkadaşım bunu “Londra gibi, modern teknolojinin imkânlarını kucaklayan ve iç dünyasını Sir Richard Rogers, Renzo Piano ve Norman Foster gibi progresif mimarlar için bir oyun alanı olarak sunan bir şehirden farklı olarak, Berlin tamamen yenilikçi mimariye şans vermek konusunda hâlâ çekimser” sözleriyle anlatıyor.

Bunun aksini gösteren örnekler de yok değil. Norman Forster imzalı, Alman Parlamentosu’nu kapsayan dev kubbe gibi… Kubbe, Alexanderplatz’ın etrafındaki ifadesiz binaların daha da solgun görünmesine neden olan bir mücevher gibi yükseliyor. Diğer yandan bu mimari muhafazakârlık şehrin tuhaf cazibesini artıran da bir durum. Örneğin hepimizin haberlerden hatırlayacağı, Türkiyeli göçmen Osman Kalın’ın Berlin Duvarı’nın dibine yaptığı köhne bir gecekondu bu şehirde ses getirebiliyor ve Berlin’le ilgili her türlü turistik rehberde yer alabiliyor…
Yüzü Polonya’ya dönük bu şehrin nüfusundaki yabancı oranı her zaman yerliden fazla olmuş. Duvarlı yıllarda, komünist Doğu’dan kaçanların, daha eski dönemlerde asker kaçaklarının toplantığı bir şehir olmuş Berlin. Tüm bu çeşitlilik ve zor yıllar şehirde bir mücadele kültürü yaratmış. Prensesler Bahçesi (Prinzessinnengarten) gibi kentsel katılımla kamulaştırılmış kazanımlar görülmeye değer. Nomadisch Grün (Nomadic Green) adlı bir girişim, Moritzplatz’da yarım asırdan fazladır boş duran bir araziyi mahalleli, aktivistler ve arkadaşlarının katılımıyla temizleyerek yemyeşil bir sürdürülebilir yaşam ve öğrenme merkezine çevirmiş.

Gösterişi sevmiyor, lüksü basitliğinde...

Berlin görünüş itibariyle çok mütevazı ve gösterişi sevmeyen bir şehir. Halkı tutumlu, çalışkan ve mütevazı bir hayat yaşıyor. Zengini de fakiri de aynı hastaneye gidiyor, çocuğunu aynı okul ya da etkinlik merkezlerine gönderiyor. Lüks mekân çok görmüyorsunuz. Kafe ve restoranlar genelde mum, eski mobilya, geniş mekân karışımı bir ‘Berliner’ havasında.

Hava demişken Berlin’de kışlar çok sert geçtiği için, yaz ve güzel havalarda Berlinliler deyim yerindeyse evlere girmiyor. Kanal ve nehir kıyılarıyla kendini yürüme mesafesinde tekrar eden muhteşem parklarından hiç bahsetmeyelim isterseniz… Bütün Avrupa şehirleri arasında yeşille barışıklığını bu kadar hissettiren başka bir şehir yok desek yanlış olmaz. Göller, nehirler ve kanallarla çevrili bu su şehri sıcak havalarda İstanbul kadar nemli olabiliyor. Nerdeyse herkesin kilerinde şişme bir botun bulunduğu, su kıyısıyla barışık bir kent yaşamı var. Berlin’deyseniz doğayı yaşamak için ekstra çaba göstermeniz gerekmiyor. Dolayısıyla yazın oldukça hareketli olan şehrin kaldırımlarında kafelerin sokaklara taştığı bir düzen hakim. Pahalı restoranın da, ucuz atıştırmalıklar satan bir kafenin de önünde piknik masası benzeri ahşap sıralar yer alıyor. Ve bu kendini kentte o kadar çok tekrar ediyor ki yeni açılan bir mekân da standardı koruyarak daha lüksünü kullanma gereksinimi duymuyor. Bir arkadaşımızın dediği gibi; “Berlinlinin dünyasında zenginlik, bu şehri bu basitlikte tutabilme lüksü…”

Bunları yapmadan Berlin'den dönmeyin...

- Eskiden duvarın olduğu hatta yürümek. Bir süre sonra küçük detaylardan duvarın izlerini sürebilir hale geliyorsunuz. Berlin duvar anıtı Gedenkstätte Berliner Mauer’e bir saat ayırmanız yeterli.

- Duvarın yıkılmasıyla şehrin tam ortasında kalan ve ‘Küçük İstanbul’ olarak da bilinen Kreuzberg sokakları hızla dönüşerek komşusu Neukölln ile yakınlaşıyor. ‘Kreuzkölln’ adını alan bu semt start-up ve genç sanatçıların yaşam alanı olmasıyla tam bir kültür ve dünya mutfağı çeşitliliği sunuyor.

- Spree nehri kıyısındaki endüstri kalıntılarının üzerinde gece klubü sahipleri tarafından geliştirilmiş bir kentsel yenileme projesi olan Holzmarkt, çocuklardan bebekli genç çiftlere herkesin iyi vakit geçirmesi için tasarlanmış tam bir eğlence adası.

- Şehrin farklı noktalarında açılan ve konularında uzmanlaşmış bit pazarlarından birine uğramadan Berlin’deydim demeyin.

- Savaşta ayakta kalarak yenilenen pazar yerlerinden Neumarkethalle'de İtalyan, Fransız, Türk ve Alman mutfaklarına ait lezzetleri keşfedebilirsiniz. Fiyatlar çok ucuz değil, söyleyelim… ? Yüzmeye gitmediyseniz Berlin’de hiç olmadınız. Şehrin en yükselen semtlerinden Wedding’te geçirdiğiniz bir gün semtin kendi gölü sayılan Plötzensee’de yüzebilirsiniz.

- İlle de turistik bir şey yapmak isterseniz doğunun özgürlüğe kaçış yolu olan eski ABD kontrol noktası Checkpoint Charlie’de 3,5 euroya aktör askerlerle fotoğraf çektirebilir, dönemin giriş-çıkış mührünü 5 euroya pasaportunuza bastırabilirsiniz.

- Dünün Nazi işkence ve terörünün gerçekleştirildiği Gestapo yönetim binası, bugün her yıl bir milyonun üzerinde kişinin ziyaret ettiği müze mutlaka görülmeli. Topography of Terror haftanın 7 günü 10.00- 20.00 saatlerinde ziyarete açık.

100 numaralı otobüsle kısa bir Berlin turu

Almanya’nın birleşmesinden sonra şehrin doğu ve batısını birbirine bağlamak için tasarlananan ilk hat. Vaktiniz darsa, Berlin’in cazibe noktalarından şöyle bir geçebilir ya da benim yaptığım hızlı Berlin turunu gerçekleştirebilirsiniz…

- ZOOLOGISCHER GARTEN BERLIN: 1844’te, 35 hektar alan üzerine kurulmuş Almanya’nın en eski hayvanat bahçesi, her gün 09.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.

- KAISER WILHELM ANIT KİLİSESİ: Savaştan kalan kalıntılarla sonradan eklenen modern kilise binasından oluşan bu nokta barış ve uzlaşmayı, Berlinlilerin savaştan sonra şehri yeniden inşa etmedeki kararlılığını simgeliyor. 1891-95 yıllarında II. Wilhelm tarafından neoromantik tarzda inşa edilen kilise, 'Batı' Berlin’in simgesi sayılıyor.

- Birbirine yürüme mesafesindeki bu iki noktayı gördükten sonra hattın ilk durağı olan Zoologischer Garten’dan Alexanderplatz yönünde 100 numaralı otobüse bindik. Reichstag/Bundestag durağında indik…

- REICHSTAG / BUNDESTAG: Almanya Federal Cumhuriyeti ulusal meclis binası Bundestag, 1894‘te imparatorluk dönemindeki meclisin adı olan ‘Reichstag‘ olarak inşa edilmiş. Hitler’in başa geçtiği 1933’te yanan ve 1945’e kadar kullanılmadığı süre içerisinde çatışmalara mekân olan binada, Rus askerler tarafından yapılmış grafitiler hâlâ korunuyor. 1945’ten beri çoğunlukla Reichstag adı kullanılmazken bazı Taksi şoförleri Bundestag denmesine kızarak Reichstag olarak düzeltebiliyor.

- Buradan Brandenburg Kapısı’na 5 dakikada yürüdük…

- BRANDENBURG KAPISI: Sağlam kalmış tek Berlin şehir kapısı olan ve Unter den Linden caddesinin batı ucunda yer alan yapıt ülkenin hem bölünmesini hem de yeniden birleşmesini sembolize ediyor. II. Frederick William’ın emriyle 1788- 1791 yıllarında Carl G. Langhans tarafından Atina’daki Propylaea örnek alınarak yapılmış.

- Üzerinde sağlı sollu büyük hükümet binaları olan Unter den Linden (Ihlamurlar Altında) caddesinde yürüyerek Unter den Linden durağından yine otobüse biniyor, Lustgarten’da iniyoruz. - MÜZE ADASI: Berlin Katedrali (Dom) ve içinde Alte Nationalgalerie’nin de olduğu Müze Adası’nda (Museum Isle) Pergamon Museum ve Neues Museum mutlaka görülmesi gereken noktalardan… ? İndiğiniz duraktan tekrar otobüse binerek bu turu şehrin en ünlü kent meydanı Alexanderplatz’da sonlandırabilirsiniz.

Bu konularda ilginizi çekebilir