Hedefine yurtdışını aldı yeni ürünler için kolları sıvadı
Üretimini Sultanbeyli’deki fabrikasında gerçekleştiren Saffet Abdullah, yılda ortalama 200 ton güllaç satıyor. Saffet Abdullah Güllaçları’nın dördüncü kuşak yöneticisi Gürsel Arseven, uzun soluklu marka olmanın en temel öğelerini; sabırlı bir üretim, kurum imajı ve itibarını tüm ticari kaygıların üzerinde tutan bir anlayış olarak sıraladı.
Fatma KAYTEZ
Saffet Abdullah, 142 yılı geride bıraktı. Markanın dördüncü kuşak yöneticisi Gürsel Arseven, başta üretim prosesleri olmak üzere her alanda modernizasyon ve yapılanma süreçlerinin geleneksel ruha uygun biçimde devam ettiğini kaydetti.
Bu yıl özellikle yeni ürünler, üretim altyapısının geliştirilmesi ve yurt dışı pazarlara odaklandıklarını belirten Arseven, yeni ürünler konusunda yatırımlarının hızla devam ettiğini kaydetti. Yeni ürünlerinin bu yılın sonuna doğru ve önümüzdeki yıl raflarda yerini alacağını açıklayan Gürsel Arseven ile markanın dünden bugüne yolculuğunu, hedeflerini, planlarını konuştuk.
Markanın kuruluş öyküsünü bugüne kadar olan gelişim sürecini kısaca anlatır mısınız?
Osmanlı-Rus savaşı sonucu (1878) Kırım’dan İstanbul’a gelen Abdullah Efendi, ustası Bekir Efendi ile birlikte Osmanlı Sarayında güllaç dökmeye başlar. 1881 yılında Sur içinde Şehremini bölgesine yerleşir. Bir yandan Topkapı bölgesinde “tepe bağı” diye tabir edilen alanda buğday yetiştirip hasadını yaparken, evinin yanında taş dibekler içinde un ve nişasta yapımı için değirmen ve güllaç ocaklarının yapımını tamamlar.
Abdullah Efendi ustasının vefatı üzerine Topkapı Sarayı, İstanbul ve çevre illerdeki halka sunulmak üzere güllaç yapımını devam ettirir. Bu atılım, giderek azalmakta olan güllaç ustaları nedeniyle güllaçcılık mesleğinin de kaybolmadan devamı için önemlidir. 1900 yılında Eminönü Mısır Çarşısı yanındaki Nafia Handaki dükkanında ürünlerinin satışına başlar.
Toplam dört oğlundan üçünü Çanakkale ve Yemen cephelerindeki savaşlarda kaybeden Abdullah Efendi en küçük oğlu Saffet ile mesleğini sürdürerek 40 yıl süreyle yaptığı işini oğluna devreder. Kurtuluş savaşları, Cumhuriyetimizin kuruluş yılları ve İstanbul un büyük istimlak projeleri sürecinde zor yıllar geçiren Saffet Efendi ve oğulları İlhan / Yalçın Arseven imalat ve pazarlama süreçlerinde birçok yeniliğe öncülük ederler.
Saffet Efendi, Nafia Handaki babadan kalma dükkanlarının istimlak ile yıkımı sonucunda, 1930 yılında Eminönü Asma Altı Cad. No 4’de bir dükkan satın alır ve işyerini buraya taşır. Daha sonra 1956-1957 yıllarında o bölgede devam eden büyük istimlak nedeniyle dükkanları tekrar istimlak sonucu yıkılınca, geçici bir süre için İplikçi Ferit Altıoğlu Hanına taşınmak zorunda kalırlar.
Her iki oğul da kısa bir süre sonra buradan da taşınmak zorunda kalarak biri Tahtakale Çamaşırcı Sok No 6’da diğeri Yağ İskelesi duvar dibi mevkiinde ( Şimdiki yıkılan Ticaret Üniversitesi yanı) bulunan iki ayrı satış noktasına taşınacaklardır. İlhan ve Yalçın kardeşler yaklaşık 50 yıl aktif olarak iş hayatının içinde yer almış olup, halen usta danışmanlar olarak kurumlarına destek vermeye devam etmekteler.
Beşinci kuşak hazırlanıyor
Şu anda şirkette kaçıncı kuşak yöneticiler var?
Halen işin başında dördüncü kuşak yöneticiler olarak Erdal Arseven ve ben varım. Aslen üçüncü kuşak da her zaman bizlerle birlikte tecrübe, deneyim ve hatıralarını sürekli aktarmaktalar. Ailenin lisans eğitimlerini tamamlamış beşinci kuşak potansiyel adayları farklı alanlarda profesyonel tecrübe edinmekte olup, eğilim ve yeterlilikleri ölçüsünde sürecin bir parçası olacaklar.
Yıllık üretim ortalama 200 ton
Üretim yeriniz nerede? Yıllık güllaç üretim miktarınız nedir?
Üretimimizi Sultanbeyli’de gerçekleştiriyoruz. 3 bin 100 metrekarelik bir kapalı alana sahibiz. Güllaç, tüketimi ve talebi salt ramazan ayına ait geleneksel bir ürün. Bu aralıklı talebin 12 ayı üretim ve neredeyse sadece 1 ayı, satış süreçleri içeren depolama ve lojistik açıdan fırtınalı bir süreç. Klasik üretim yöntemlerini benimseyip taviz vermediğimizden üretim süreçleri zor, yoğun ve doğal süreçler ile geliştiğinden zaman alıcı prosesler içermekte. Bu yüzden yıllık üretim ve satış miktarımız ortalama 200 ton civarında olabiliyor.
Yurt dışına ilk olarak ne zaman açıldınız?
Yurtdışına güllaç ürünü gönderiminin ikinci kuşak Saffet Efendi dönemi dahil çok az miktarlarda gerçekleşmiş olduğu bilgisi hatıralarımızda var. Daha sonra üçüncü kuşak döneminde çevre ülkeler Arap yarımadası ülkeleri olmak üzere sınırlı ve az miktarda olduğunu görmekteyiz. Dördüncü kuşakla birlikte özellikle katılmış bulunduğumuz Anuga / Sial gibi dünya gıda fuarlarının etkisiyle güllacın uluslararası bilinirliği için çabalarımız olmakta ve sonuçları alınmaktadır.
Yine de ülkemize özgü ve etnik bir gıda olarak güllacın yurt dışı pazarlardaki talebi istediğimiz düzeylerde değil maalesef. Yurt dışı pazarlarda Uzak Doğu’da Japonya, Singapur, Avrupa ülkelerinde Türk vatandaşlarının yaşadığı tüm ülkeler, Balkan yarımadası ülkeleri, Arap yarımadası Katar Kuveyt, Dubai, Amerika Birleşik Devletleri dahil bir çok coğrafyaya güllaç ihracı gerçekleştirilmiştir.
2023 yılı yatırımlarınız ve hedeflerinizden bahseder misiniz?
Ajandanızda öncelikle üç madde ne olacak? Hangi alanlara odaklanacaksınız? Gerek pandemi, gerekse sonrasında dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik gelişmelerin arkasından gelen büyük deprem felaketi nedeniyle ülkemizin sıkıntılı süreçlerinin öncelikle normalleşmesi ve stabilitesinin sağlanmasıyla, müteakip öngörülebilirlik düzeyini artması önümüzdeki sürecin ana belirleyicileri olacaktır kanaatindeyiz. Kurum olarak yeni ürün yelpazesi oluşturulması, üretim altyapısının geliştirilmesi, yurt dışı pazar hedeflerinin yeniden değerlendirilmesi gibi süreçler de bu döneme ait konularımız arasında olacaktır.
İlk ‘keşke’ dediğimde ortaokul yaşlarımdaydım
Gürsel Arseven, iş yaşamında ‘keşke’leriniz oldu mu sorumuzu şöyle yanıtladı: “Mutlaka, sanırım birçok kişinin yaşamı da ‘keşke’lerle doludur. Keşkelerin tecrübe ve deneyimin ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünüyorum. İlk ‘keşke’ dediğimde Ortaokul yaşlarımda Eminönü’ndeki dükkanımızda bir cumartesi günüydü, hiç unutmam. Yağ iskelesinde demirli Yalova motoru olurdu. Belli bir saate dek motora yükler alınır sonra denize açılırdı.
Dükkanımıza gelen bir kişi bilindik müşterimizin adını vererek sen motora 1 çuval buğday nişastası gönder ben ücretini dönerken ödeyeceğim deyince şüphe etmeden motora gönderip kişi gelmeyince sorgulamak için motora gittiğimde motor bordasından içeri öyle bir kabul yapılmadığını öğrendiğimde yaşamıştım. Meğerse üzeri isim yazılı çuvalı taşıyıcı motorun yanına bıraktığında, alıp gitmişlerdi. Epey bir azar işitmiş insanlara olan güven duygumun o yaşta ciddi yara aldığını hissetmiştim çocuk halimle.”
Dosdoğru yürü, yürürken sağa sola değil sadece ileri bak
Büyük dedelerden kalan bazı önemli sözlerin hala kurum hafızalarında olduğunu vurgulayan Gürsel Arseven, konuşmasına şöyle devam etti: “Güllaç dualı bir tatlıdır, üç İhlas bir Fatiha ile pişer”, “Her gün güllaç ocaklarını açarken kömür ocağının köşelerine bir tutam un, tuz ve şeker serpilir bereketli üretim olsun diye, buna pirin hediyesi derler”, “İftarın ilk lokması zeytin; son lokması güllaçtır” cümlelerini bunların arasında sayabilirim. Dedemin bana tekrarladığı unutmadığım sözlerinden biri ise şudur: “Dosdoğru yürü, yürürken sağa sola değil sadece ileri bak.”
İki farklı alanda periyodik olarak kendimi resetliyorum
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi mezunu olan Gürsel Arseven, hem şirket hem de hekimlik mesleğini birlikte götürdüğünü söyleyerek, konuşmasına şöyle sürdürdü: “Şirket ile beraber hekimlik mesleğimi de paralel götürmeye çalışıyorum ve mümkün olduğu sürece bu şekilde devam etmeyi hedefliyorum. Özel bir durum yoksa günüm her sabah 06.00’da başlar ve genelde 20.00 civarı evimde sonlanır.
Tabii bu saatler her ne kadar keskin gözükse de aslen hekimlik mesleğimden dolayı pek sınırları net bir mesai süreci olmuyor. Günün programı içindeki notlarıma göre poliklinik, ofis, üretim, satış gibi gereken alanlarda bulunmaya çalışıyorum. Hekimlik mesleğimi de aktif olarak yaptığımdan haftanın bazı günleri sağlık danışmanlığını yaptığım kuruma gider poliklinik veya iş sağlığı toplantı ve eğitim süreçlerine katılırım. Bu iki farklı alan arasında aslında periyodik olarak kendimi resetlediğimi düşünüyorum.
Asla koltuğunda oturan biri değilim ve telefonum hekimlik mesleğinin gereği olarak sürekli açık olunca mesai kavramı da olmuyor. İş yeri sahipleri için de zaten böyle bir durum yok. Farklı alanlar ve hayatları deneyimleme şansımın olmasını en büyük avantajım olarak görüyor, hayata daha geniş açıdan ve derinliği hissederek bakabiliyor olmamın bana mutluluk verdiğini düşünüyorum