Böylece en dibi de görmüş olduk!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Zannedersem Türkiye vatandaşlarının büyük bir çoğunluğu yaşanan bu melun darbe girişimi sonrasında Türkiye’de demokratik bilincin ve toplumsal birlikteliğin artmış olduğu konusunda hem fikirdirler. Son bir haftada Cumhurbaşkanı, siyasi partiler, STK’lar, ve medyanın gerek kullandıkları dil, gerekse de yaklaşımlarının kırıcı partizanlıktan uzaklaşarak, daha yapıcı ve birleştirici bir noktaya gelmiş olduğu söylenebilir.

Buna karşılık, yabancı medyanın, özellikle Batı medyasının olaya yaklaşımı neredeyse taban tabana zıt. Sanki ortalıkta FETÖ isminde bir terör örgütü yokmuş ve bunlar kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunmamışlar gibi, göz altına alınanların, kapatılan eğitim kurumlarının, ve işten çıkarılan kamu personelinin sayısının fazlalığından, ve genel olarak anti-demokratik uygulamaların artma ihtimalinden dem vuruyorlar. (Nitekim, S&P derecelendirme kuruluşunun Türkiye’nin notunu bir kademe daha düşürdüğü kararının da, bu söylemlerin etkisi altında kaldığı açık. S&P başarısız darbe girişiminin siyaset alanını daha da parçalı hale getireceği, işten çıkarmaların kamuda idari zaafiyet yaratacağı ve bu durumun yatırım, büyüme ve sermaye akımlarını negatif yönde etkileyeceği gibi tamamen yanlış bir iddia ve okumayla hareket ediyor.) 

Yabancıların şunu anlaması gerekiyor ki, 40 yıldan beri başta yargı ve TSK olmak üzere neredeyse tüm toplumsal kuruluşlara sızma faaliyeti içerisinde bulunan FETÖ mensuplarının sayısı hiç az değil, ve onun için de ilk başta göz altı rakamları çok yüksek gibi gelebilir. Ayrıca, bu temizlik operasyonu bir çırpıda bitirilebilecek bir operasyon da değil. (Öte yandan, olayın bir cadı avına dönüştürülmemesi de şart.)  

Son 10 günde mali piyasaların zorlu ama sonuçta başarılı bir sınavdan geçtiğini söyleyebiliriz. Tabii ki, bu dönemde TL, faizler ve borsanın yönü bizimle aynı sepetteki ekonomilerden ayrıştı. Ancak, bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalan her ülkede buna benzer tepkilerin meydana gelmesi gayet normal.  Özellikle, TL’deki değer kaybının limitli kalmasında (dün itibarıyle değer kaybı yüzde 5 kadar) dövizlerini bozduran mevduat sahiplerinin payı olduğundan bahsediliyor. Gerçekten de BDDK’nın yayınladığı geçici rakamlara baktığımızda, 15 Temmuz’da 110.5 milyar dolar civarında olan DTH’lar ın 22 Temmuz itibarıyle 102.7 milyar dolara gerilemiş olduğu görülmekte. Aynı dönemde, ticari döviz hesaplarındaki gerileme ise 3 milyar dolar civarında. Kısacası, 1 hafta gibi bir zaman dilimi içerisinde, 11 milyar dolara yakın bir döviz satışı yapılmış bulunuyor.

Önümüzdeki kısa vadede, ekonomik aktivitede bir miktar daha zayıflama, yabancı fon akımlarında bir miktar daha yavaşlama ve enflasyonda bir miktar daha yukarı hareket görebiliriz. Ancak bunların hiçbiri ekonomiyi bir darboğaza sürükleyecek boyutta olmayacaktır. Aksine, zamanla korkulanların gerçekleşmediği görüldükçe, gerek yatırımcıların, gerekse de tüketicilerin güveninin yeniden artması ve ekonomide tekrar bir canlanmanın meydana gelmesi oldukça olası. Ancak bu kritik geçiş döneminde, iç ekonomik tedbirlerden daha çok dış siyasi ilişkilerin doğru yönetilmesi çok daha fazla önem taşıyor. Bu süreçte, salt Sn. Şimşek’in yabancı yatırımcılar ve derecelendirme kuruluşlarını yakından marke etmesi yeterli olmayacaktır. Batı’nın çifte standartlı yaklaşımı karşısında ne kadar hayal kırıklığı içinde olsak da, ilişkileri bir an önce normalize etmekte fayda var. Keza, Rusya olan ilişkilerin de düzeltilmesi şart (ki bu yolda zaten epey bir mesafe kat edildi).

Zaman enseyi karartmama zamanı. Şahsen, bu olayla birlikte Türkiye’nin siyasi anlamda en dibe oturmuş olduğunu düşünüyorum. (Her ne kadar “en dip” lafı olumsuz bir çağrışım yapıyorsa da, aslında bizim en dipimiz “demokratik kurumların çalışmaya devam ettiği, toplumsal mutabakatın sağlandığı ve ekonomik krize girilmeyen bir “dip”.) Eğer bugün en dipteysek de, gidecek tek bir yön kalıyor: Yukarı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019