Büyüme ve gelişme

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Başlık kalkınma iktisadını çağrıştırıyor değil mi? Hani şu meşhur “azgelişmişlik” temasını. Artık az sayıda insanın kalkınma, planlama, ilerleme, Batı’yı yakalama gibi konulardan bahsediyor olması bu temaların eskimiş olmasından dolayı mıdır? Sanmam, bu bir zihniyet dünyası işi. Konular eskimedi: Unutturuldu. Nitekim ABD ve AB’nin çok sayıda güzide kurumu ve Nobel ödüllü vb. ekonomistleri bu konuları gündemlerinde tutmaya devam ediyor. Etmeyenler bizleriz. ABD’liler konuşuyor, Fransızlar yazıyor, Hintliler yayınlıyor, İngilizler sanayi devrimini incelemeye devam ediyor. Biz genellikle önemli konuları çabuk unutuyoruz. 

Batı unutmaz. Kurumları var, araştırmacıları var, zekası ve bilimi -ve elbette teknolojisi- var çünkü Aydınlanma’sı var. Avrupa 1700 yılı civarında dünyanın bütün kadim imparatorluklarını entelektüel açıdan yakaladı ve hızla geçti. Bir daha da durmadı. 1900 yılının dünya ekonomisi 1700 yılına göre çok farklıydı. Aslında olan bitenin çoğu 1800 civarında başladı. Ama sonuçta dünya ekonomisinin ağırlık merkezi 1700- 1900 arası Asya’dan Kuzey Amerika ve Avrupa’ya kaydı. Teknoloji hızla ilerledi, uluslararası uzmanlaşma arttı, globalleşme dalgaları yaşandı, ileri ülkelerde gelir seviyeleri inanılmaz bir hızla yükseldi. Yaşam beklentisi ve yaşam kalitesi arttı, hijyen ve eğitim inanılmaz noktalara geldi. Bin sene önce Batı Avrupa’da doğumda yaşam beklentisi 24 iken, 1800 yılına gelindiğinde İngiltere’de beklenti 36 idi. Şimdi? 70 yaşa geldik. 

Burada sömürgeciliğin payı yok mu? Elbette var. Tabloda Çin’in 1820’deki durumuna bakıp, 2030 beklentisiyle karşılaştırmak bile önemli bir gözlem veriyor. Ancak Batı bunu sadece koloniyalizm ve sonrasında emperyalizm ile başarmadı. Bu sadece “ilk sermaye birikimiyle” de olmadı. Olsaydı inanılmaz zenginlikler biriktiren imparatorluklarda olurdu. Sadece bununla olsaydı sanayi devrimi yüzyıllar önce Çin’de gerçekleşirdi. Sadece bununla olsa petrol zengini ülkeler bugün teknolojik ilerlemenin öncüleri olurlardı. Bir “zihniyet değişimiyle” olduğu ortada. Aynı zihniyet değişimi değişmenin mekanizmalarını incelemeye ve gelecek için ders çıkarıp, stratejik plan yapmaya –evet, plan çünkü kapitalist ülkeler de daima “plan” yapar, Çin gibi açıkça olmasa da- eğilimli oluyor. 

Kapitalizmin dinamiği gerçektir. Evet, geçmişe göre çok daha yüksek frekansta savaşlara yol açmıştır. Evet, bu savaşlarda, artan nüfus ve gelişen askeri teknolojiyle, çok daha büyük sayıda ölümler olmuştur. Evet, felaketler yaşanmış, bazı ulusların, bazı bölgelerin talihi “tersine dönmüştür”. 19. Yüzyılda ortaya çıkan “büyük ıraksama” Avrupa ve Kuzey Amerika’yla diğerleri arasına uçurum yerleştirmiştir ve bu uçurum çoğu vakada devam ediyor. Ama kapitalizmin genel dinamiği bir gerçek. Bundan yararlanabilenlerin (i) uygun kurumları (ii) doğru politikaları (iii) halklarının gelişmeye ve kalkınmaya uygun kültürleri/tercihleri (iv) uygun ekonomik coğrafyaları pazar, ticaret yolu, taşıma maliyeti olması gerekiyor. Ama yetmez. 

Nobel ödüllü Lukas 2000 yılında hâlâ 21. yüzyılda “yakınsama” (şartsız yakınsama) gerçekleşecek diyordu. Ona göre büyümeyi frenleyen faktörler doğru politikalar/kurumlar karışımıyla aşılacak, globalleşme tam sermaye akışkanlığı sayesinde lokal tasarrufların büyümeyi kısıtlamasını engelleyecek, “ileri ülkeleri yakalayan” büyüme hızlanacak ve toplam faktör verimliliği farkları hızla kapanacaktı. Rafineleştirmelere rağmen bu aslında hala bir “Solow dünyasıydı” –Solow da Nobel ödüllü bir iktisatçıdır. Her ülke ileri teknolojiyi serbestçe alıp uygulayabiliyorsa, sermayeye azalan getiri varsa, tüm üretim faktörleri serbestçe dolaşabiliyorsa vb. 21. yüzyılın sonunda, adaptasyon yeteneği olan ülkeler ABD kadar refah içinde olabilecekti! Elbette bu bir ham hayal ve sonuçta ampirik olarak da yanlış olduğu gösterilebilen bir dünya algısı. Ne teknoloji, ne etkinlik, ne sermaye/ işgücü oranı, ne coğrafya, ne kurumlar, ne tercihler, ne politikalar ülkeler arasında aynı. Tam tersine büyük farklılıklar var. Büyümenin ileri aşamalarında gelişmiş ülkelerin doygunluğa ulaştığı ve hızlarının azaldığı doğrudur. Geriden gelen ülkeler daha düşük bazdan başladıkları için önceleri daha hızlı büyürler. Bir süre için mekanik açıdan “yakalama süreci” başlamış gibi görünür. Ama genellikle bu “yakalama” hikayesi uzun sürmüyor. “Yetişme ve Batı’yı geçme” bir yana, “yakınlaşma” bile eksik kalıyor. Neden acaba? 

Tabloya bir de ABD açısından bakalım. 1820 yılında dünya ekonomisindeki ağırlığı yüzde 2. İngiliz sömürgesi Hindistan’ın ağırlığı yüzde 16. Amerika’daki kolonilerin İngiltere’den ayrılmasına –bağımsızlık savaşı 1775-1783 arasında gerçekleşti- ve ABD’yi kurmalarına Londra’da çok da aşırı bir direnç olmamasını bir de bu mercekten görmeyi deneyebiliriz. Devam edecek çünkü büyüme / gelişme burada kesilemeyecek kadar önemli bir konu.

gunduz.jpg

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019