Çin

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Yıllar önce Çin’in geri dönüşü üzerine birkaç makale yazmıştım. Birkaç cümleyle durumu özetleyelim. Çin daima çok önemli bir ülke oldu. Bilimde ileriydi, teknoloji geliştirme ve yeni buluşlar yapma kapasitesi yüksekti. Nüfusu kalabalık, orduları güçlüydü. Zengindi ve sahip olduğu zenginlikle birkaç sanayi devrimi yapabilirdi. Ancak sanayi devriminde mesele ilk sermayenin/kök sermayenin (Urkapital) boyutu olmayıp kapitalizmin gelişimi kapitalizm isminin ima ettiği gibi sadece sermaye birikimi demek değildi. Sanayi devriminde asıl faktör ihtiyaç ve imkanların devrim yapacak zihniyetle birleşmesiydi. Örneğin Hindistan da sanayi devrimi yapabilirdi. Küçücük İngiltere’de olmasının nedenleri var ve bunlar tarımda kapitalizme açılma/ otlakları çitleme, kölecilik, yağma gibi faktörlerle açıklanamaz.

1820 yılında, dünya henüz “aydınlanmış ekonominin” etkilerinden yararlanamazken, sanayi devriminin olmakta olduğu bile berrak biçimde görülemezken, reel ücretlerin düşük seyrettiği ilk sanayileşme aşaması yeni geçilirken Çin çok önemliydi. Dünya üretiminin yüzde 33’ü Çin’de, yüzde 16’sı Hindistan’da gerçekleşiyordu.

Avrupa henüz beyaz yerleşimci kolonyalizmi dışında yöntemler geliştirememişti. Emperyalizm terimi –anlamı değişen ama anlamlarından en az bir-iki tanesiyle güncel kalan bir terim- ciddi literatüre ilk defa girdiğinde 1902 yılıydı ve 1880’lerden başlayan bir süreci sadece Britanya için tanımlıyordu. Çin ve Hindistan klasik yöntemlerle çözüldüler ve geri kalmaya başladılar. Çin’in geri dönüşü büyük övgüler düzülen Deng Xiao Ping’in iktidara gelişiyle başladı ve 1978’de start alan dinamik Çin’i kimsenin düşünemeyeceği bir noktaya getirdi. Böylece Çin 2030 yılında dünya ekonomisindeki ağırlığı itibariyle 1820 yılına geri dönecek, sömürgeleştirilmesi öncesi konumuna tekrar yükselerek 200 yıllık çemberi kapatmış olacaktı. Son yıllarda bunun tam olarak gerçekleşmeyeceği, Çin’in yavaşladığı, yavaşlamakla kalmayarak ciddi konut sektörü balonu, bankacılıkta zombileşme, iç talebe dönmeye çalışırken dengeyi sağlayamama sorunları yaşadığı, devalüasyon ihtiyacının sıklıkla ortaya çıkmakta olduğu görüldü. Sermaye çıkışları sürer, son 6 yılın en düşük seviyesi olan 3,05 trilyon dolara gerilemiş resmi rezervler erimeye devam ederse Çin hangi önlemleri alacaktı? Mesele futbol kulübü satın almalara engel çıkarma veya Çin kamu bankaların yurtdışında tüketime yönelik yatırımları finanse etmelerine sınır konulmasıyla çözülecek gibi görünmüyordu. Bileşik faiz/ bileşik büyüme hızı formülü aynı şeydir. Yılda yüzde 10 büyüyen Çin yüzde 6’ya demir atacak gibi görünüyor ve bu Batı’yı yakalama süresini çok uzatacak bir düşüş. Ayrıca patent, finansal sermaye, verimlilik artışı gibi konularda klasik büyüme tuzağı hızla yaklaşıyor gibi görünüyor. Ancak ABD yavaşlaması kaçınılmaz görünen Çin’i rakip olarak görmeye devam ediyor. Üstelik Çin’in yavaşlaması ve yapısal sorun biriktirmesi donanmasının hızla küresel güce ulaşmak üzere yeniden tasarlanmakta olduğu gerçeğiyle çelişmiyor.

İki yapısal, kurumsal veya tarihsel ders çıkarabiliriz. İlki 20. yüzyıl boyunca Çin’in devasa bir köylü ülkesi olduğu gerçeği. Deng, bir “süper Bukharincilik” yapmıştı denebilir. Benzetme SSCB’yedir çünkü başlangıçta model oydu. Rusya da “kırsal aşırı nüfus” sorunuyla karşı karşıyaydı ve Çarlık bu sorunu SSCB’ye miras bırakmıştı. Stalin dönemi tarımsal fazla nüfusu/işgücünü eritti. 1950’de 1928’e göre 17 milyon daha az insan tarımsal alanlarda yaşıyordu. Kentlerin nüfusu artarken tarımsal nüfus azaldı. Nitekim 1928-1940 arası 25 milyon kişinin kırdan kente göç ettiği ve 10 milyon köylünün de açlıktan öldüğü tahmin ediliyor. Nazi istilasının muhtemelen 25 milyondan fazla ölüme neden olduğu da artık genel kabul görüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası nüfus artışı etkisini sadece kentlerde gösterdiği, kırda azalan nüfusun eski seviyesine geri gelmediği de biliniyor. Tarımda işgücü fazlasının 1928’e göre ciddi oranda erimiş olmasına rağmen Hruşçov “bakir arazilere açılma” hamlesini –başarısız bir hamle- başlatmıştı çünkü bir taraftan da makineleşme, tarımda işgücü/hasıla oranını düşüren, işçi başına verimliliği artıran teknolojik ilerleme yaşanıyordu. Azalan kırsal nüfus bile yeni teknolojide nispeten fazla kalıyordu ve toprak/işgücü oranı yine düşüktü. Hızlandırılmış sanayi devrimi yaşamasına rağmen SSCB uzun süre Çarlık Rusya’sından devraldığı tarımsal fazla nüfus sorunuyla yaşadı. Bir başka deyişle SSCB bile uzun süre “fazla köylü” kaldı. SSCB’de son derece tartışmalı bir tarımsal performans gösterme ve acı bir toplumsal maliyetle döke saça başarılan “gecikmiş sanayi devrimi” Çin’de aynen uygulanmaya kalkışılsaydı ortada nüfus kalmayabilirdi. Böyle olmasa da Mao dönemi –1950- 1976- Çin açısından tek kelimeyle başarısızlıktır. Çin yönetimi bunu anladı ve 1978’de başlangıçta kontrollü biçimde de olsa piyasaya yolu açtı. Olay budur.

İkinci ders şudur: O kadar basit değil. Batı’yı yakalayıp geçmek o kadar basit değil. Bir dönem “zenginleşebilirsiniz”; ama Batı yakalanamayacak kadar ileri gitmiş olabilir. Kurumların tasarımını mümkün kılan eklemlenmiş bilgiyi yeniden cisimleştirmek –bir tür Foucault’cu episteme kümesi gibi- bu fikirlere içkin eleştirelliği devralmak ve yeniden üretmek dünyanın pek çok köşesinde çok zor bir iş. Çin için bu daha da ilginç bir deneye yol açacak çünkü dünya nüfusunun yüzde 22 kadarı Çinli. Bu devasa nüfus ile yapılan manevralar klasik kalkınma iktisadı/ büyüme modellerinin ve deneylerinin sınırlarını zorlayacak nitelikte. Ayrıca zorlamak zorunda çünkü Çin’in “geri dönüşü” –çok etkileyici olmakla birlikte- başarı kadar soruna da yol açıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019