“Popülist sağcılığın” akrabalık ilişkileri

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

1930’ların Fransa’sında sokakta gerçekten faşizm var mıydı? Faşizmin mükemmel, dört dörtlük ve hayatın tüm alanlarını düzenleyecek -totaliter- bir ideolojisinin baştan itibaren var olduğu tezi sonradan geliştirilen bir kurguysa, uçlardaki siyasi hareketlerin niteliklerine bakmak gerekir. Bu böyledir çünkü dört dörtlük soy faşizmin ilk günden ortaya çıktığı söylenemeyecekse mevcut hareketlerin sonradan faşizme yol açabilecek özelliklerinin oranını değerlendirmek alelade sağcılıkla faşizmi ayırmak için şarttır. Anti-parlamentarizm ve çeşitli renklerde gömlekler giyerek sokak kavgalarına karışan para-militer grupların varlığı hepsini faşizm şemsiyesi altına sokmaya yetmeyebilir. Eklektik bir ideolojiye sahip olan faşizm Hristiyan demokrat merkez sağın da cumhuriyetçi radikallerin de küskünlerini toplayabilmiş ve bunu yaparken ana akım siyasi akımların program ve ideolojilerinden ögeler devşirmiştir. Ancak bunu söylemek yetmez: 1930’ların sonuna doğru Fransız faşizminin, tıpkı Alman Nazizm’i öncesindeki “muhafazakâr devrim” gibi, daha geniş ve genel bir milliyetçiliğin içinde devindiği bir “ruh hali”, bir romantizm türü, bir estetik ve etik arayışı olduğu düşünülüyor. Hem faşist denemeyecek ölçüde bütünleşmiş bir faşizmden uzak “yeni milliyetçilikler” var, hem de milliyetçiliğe bu akımlarla birlikte aşı yapan ve soy faşizme doğru gelişen akımlar söz konusu.

Başlangıçta eski usul milliyetçiliğin, “eski muhafazakârlığın” (Altkonservatismus) türleri içinde saydığı “birlikleri”, sonraki haliyle Albay La Rocque’un Fransız Sosyal Partisi (Parti Social Français-PSF) tam faşist saymamak mümkün. Hatta klasik Fransız tarihçileri Je suis partout, Gringoire, Candide gibi sokak militanlığını öven ve anti-parlamentarist, kimi Mussolini’yi kimi kralcı Belçikalı lider Léon Degrelle’i beğenen, faşizme göz kırpan dergi çevrelerini de soy faşist saymıyorlar. Hatta 1935-1937 arası çeşitli terör olaylarını örgütleyen ve III. Cumhuriyeti yıkmayı hedefleyen meşhur “Cagoule” –C.S.A.R. yani Comité Secret d’Action Révolutionnaire- ve Doriot’nun Fransız Halk Partisi (Parti Populaire Français-PPF) gibi soy faşizme en yakın oluşumları bile dikkatle değerlendiriyorlar. Dönemin köktenci sağcılığı esasen bir “ruh hali”, maceracı ve dışa açık bir ideoloji, bir aktivizm çağrısı, o zamanlar çok moda olan beden eğitimi, spor, açık hava ve seyahat merakı olarak, bir Spartan ruh olarak görülüyor. “Genç muhafazakârlık” (Jungkonservatismus) gibi; hatta 19. yüzyılda şekillenmiş, içine kapanmış geleneksel Fransız milliyetçiliğine bir gençlik aşısı bile denebilir. Soy Fransız faşizmini başarısız buldukları tüm eski ideolojilere ve komünizm/SSCB/özel mülkiyetin kaldırılmasına karşı olmakla belirlenen, az sayıda entelektüelin –Drieu La Rochelle ve Robert Brasillach en meşhurları- rüzgârıyla birbirini bulan bir “genç işi aktivizm/ideoloji” olarak betimliyor. Disiplinli ve programatik bir ideolojiden ziyade bir “ruh hali”; ancak bu ruh halinin 1940-1944 arası fiilen Nazi işbirlikçisi olmaya evrilebildiğini unutmamak lazım.

Fakat Avrupa’da devamlılık var. “Sıradan faşizmin, banal nasyonalizmin” ötesinde, 1958’den itibaren çıkan yayınlarda bir devamlılık, 1930’ların sonuç alamamış faşist veya faşizme yakın kişiliklerini öven bir ideolojik damar vardı. Fransız neo-faşizmi adeta bıraktığı yerden devam ediyordu. José Antonio Primo de Rivera, Robert Brasillach, Pierre Drieu La Rochelle’i –üçü de idam edilmişti; son ikisi 1945’te Nazilerle iş birliği suçundan- ilk defa 1970’de çıkan bir neo-faşist el yazmasında entelektüalizmin çöküşüne ve yozluğuna işaret eden dava ve eylem adamları, kahramanlar olarak yüceltiliyorlardı. Bu çalışma Sorel’in mitle ilgili yazdıklarını da kullanıyor, faşizmle Katolikliğin mesafesini duru bir dille anlatıyor, faşistlerin monarşist olmadıklarını açıklıyordu. Drieu La Rochelle’in Marksizm’le ilgili söyledikleri de sentezde yer bulmuştu. 1970’de doğuşu birkaç bin seçilmişe haber verilen “hareket” –mouvement- kendisini tasnif edilemez görüyor, dar anlamda politik olmayan bağımsız bir elit olarak lanse ediyordu. Bu anlatı 1970 elitinin 1940-1942 arası “Uriage kadrolarının” görevini ve mirasını benimsediklerini gösteriyor.

Primo de Rivera Fransız değildi ama bu tipik gerici açıkça benimseniyordu. İspanya İç Savaşı’nda 18 Kasım 1936’da Cumhuriyetçi Hükümet tarafından kurşuna dizilen Estella Markisi, Dük ve General José Antonio Primo de Rivera aynı yılın 14 Şubat günü La Voz gazetesine verdiği mülakatta klasik reaksiyonun açık sözlü bir örneğini sergiliyordu. Bu aristokrat kadınların oy vermesine güven duymuyordu ama erkekler de vermeseler iyi olurdu çünkü örneğin uluslararası bir anlaşma ya da denizcilik politikası hakkında ne bilirlerdi? Kadınlar ve erkekler eşit derecede yetersizdiler ve oy vermeleri hem gereksizdi hem de onlar için dahi zararlıydı. Oy vermek Cumhuriyetçiler tarafından zorunlu tutulmuştu; ama ne işe yarıyordu? Pek çok vakada oy verenlerin kendi iradeleri yoktu. De Rivera’ya göre İspanyol seçmenlerinin siyasi cehaleti seçilenlerin cehaletinden daha az değildi. İspanya’da halk kadın da olsa erkek de olsa siyasi kararlara karışmamalı ve oy vermemeliydi. “Popülist sağcılık” değil ama “klasik reaksiyonerlik” denebilir. Ancak De Rivera Avrupa Neo-Faşizmi tarafından kolaylıkla benimsenebiliyor.

Bu nedir? Avrupa’daki soy faşizmdir ve Thule’nin yeniden canlanması sonrası açıkça Neo-Nazizm oluyor. Göçmen düşmanlığı bu ideolojinin güncele uygulanmasıdır ve işin özü değildir. Bugün Avrupa’da göçmenler ve Müslümanlar olmasaydı da bu “soy faşist” akım var olacak ve kendisine yeni hedefler bulacaktı. Yani Avrupa’da entegre devre gibi yayılarak geleceğe ipotek koymaya hazırlanan Neo-Nazi akımlar ile ABD’deki olay tarihsel olarak farklı. Fakat benzerlikler de ortada. Gelir ve servet dağılımının hızla bozulduğu son 40 yılda olan tek şey bu. Reaksiyon var ama ya ABD’deki Tea Party hareketi gibi akıllara ziyan bir gericilik biçiminde tezahür ediyor veya Avrupa’daki gibi Neo-Nazi aşırı sağcı biçimler alıyor. Ancak ABD ve Avrupa çok farklı oldukları için benzerlikler şu aşamada yüzeyseldir. ABD sistemi farklıdır ve özgündür; biriciktir. Kopyalanamaz, tekrar edilemez ve edilememiştir. ABD sisteminin asli ögeleri olan kontrol ve denge unsurlarının hangi ölçüde etkili olacağını zamanla göreceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019