Standart ve kuralları belirleyenler arasında yoksanız...

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

 

"Bilgi Toplumu" kavramının teknoloji alanındaki değişmelerin yarattığı yeni faktör koşulları, talep koşulları, karşılıklı-bağımlılık ilişkileri ve rekabet stratejilerini kapsayıp kapsamadığı epey tartışıldı... Petrol krizinden sonra, özellikle 1969'da elektronik kontrollerdeki gelişmelerin yaşamı derinden etkilemeye başlaması sonucu, çok yaygın tanımı ile üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin yapı, işlev ve kültürünü farklılaşmaya başladı, bu farklılaşma giderek hızlanıyor ve temel bir eğilim olarak yaşamlarımızı derinden etkiliyor.

İnsanoğlu yaklaşık on iki bin yıl önce tohumu toprağa atıp "yeniden üretme mekanizmasını" ölçeklendirip kontrol altına alınca, görgüye dayalı öğrenme süreci binlerce yıl sürdü; deyim yerinde ise avcı-toplayıcı toplum düzeninden yerleşik toplum düzenine geçiş sindire sindire gerçekleşti...Yaklaşık on iki bin yıl süren gelişme "sosyolojide farklı dönemlere ait olanların eş zamanlılığı" ilkesine uygundu. Bir yandan avcı-toplayıcı insanlar varlıklarını sürdürürken, öte yandan en ilkel ekim-dikim ve hasat yöntemleri ile en ileri teknolojilerin bir arada bulunduğu uzun bir zaman kesitinde geçtik hala bugün de geçmekteyiz.

Bugün çapayla tarlasını kazarak, orakla hasat edenler de var; kara saban kullananlar da, dev makinelerle şeker pancarını, havucunu hasat edenler de...

Sık sık yinelediğimiz gibi, teknoloji, insanın çıplak gücüyle yapamadığını aklını kullanarak bulduğu araç ve metotlarla yapabilmesidir. Teknolojinin geliştirdiği araç ve metotlar, karnımızı doyuracak işimizi, barındığımız konutu, konutla işyeri arasındaki gidiş-gelişleri, eğlence ve dinlence alanına ulaşmayı ve erişmeyi sağlıyor.

Teknoloji sadece araçtır

Daha yüz yıl önce, bütün dünyada kırsal kesimde geçimlerini sağlayanlar, toplam nüfusun yüzde 70'lerin üzerindeydi. Sanayi Devrimi ile birlikte kırsal kesimden fabrika odaklı üretim alanlarına kayıldığını, ataerkil büyük ailenin parçalanarak  küçük çekirdek aileye dönüştüğünü, konut algısının farklılaştığını, okul, dini kurumları, hayatı düzenleyici olan devlet anlayışı,eğlence-dinlence kültürü, insanı değerler sistemi köklü değişmelere uğradı.
Büyük petrol krizi ile başlayan yeni teknolojik gelişmeler yaşamımızı yeniden biçimlendiriyor. Sanayi Devrimi aşamasında oluşan değerler sisteminin çözülmesi, yeni ilişki ağının oluşması ve yeni yaşam biçimi ve tarzlarının ortaya çıkması "sorun" olarak adlandırdığımız olguların temel dinamiğini oluşturuyor.

Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi'nin 1420'inci sayısında Doç. Dr. Şafak Nakaşima'nın, "Gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasındaki fark, birinin teknoloji geliştirmesi, diğerinin de teknolojiyi tüketmesinden ibaret değil! Gelişmiş ülkeler, geliştirdikleri teknolojinin, insana etkilerini araştırıp, kullanımının düzenleyici kuralları üzerinde çalışırken, az gelişmiş ülkeler, en yeni teknolojiyi kontrolsüzce tüketmeyi, bir gelişmişlik ölçüsü ve prestij unsuru olarak algılıyorlar" saptamasının ardından, "Çocuklar erken yaşta bilgisayarla tanışıyor ama...Yaratıcı düşünce ve odaklanma azalıyor" başlıklı yazısında, hayatımıza yeni giren teknolojilerin özellikle çocuklarımıza olası etkilerini irdeliyordu. ÖYle sanıyorum ki, özgür aklımızı her şeyden önce teknolojik gelişmelerin olası etkilerini sorgulamaya yöneltmeliyiz.

İnsan aklının geliştirdiği teknolojilerin temel amacı da,diğer üretimi etkinliklerinde olduğu gibi 'yaşamı kolaylaştırma" olmalıdır. Teknolojideki gelişmelerin geniş anlamda bağlantılarının araştırılması, insan doğasına uyan ve uymayan yönlerinin bilinmesi sağlıklı bir toplum yaratmanın gerek şartı. Teknolojinin de bir amaç değil araç olduğunu unutmayalım. Bir noktayı daha akılda hep diri tutalım: Teknoloji doğal bir olgu değildir; yapaydır. İnsan aklı ile yaratıldığına göre, yaratabileceği olumsuz etkilere karşı önlemler almak her zaman mümkündür. 

Sistem kapasitesi önemli

Güven Sak,5 Haziran 2014 günü DÜNYA Gazetesi'ndeki köşesinde, teknolojinin olası etkilerini daha pragmatist bir yaklaşımla ele alıyor, "Çağımızın temel belirleyicisi nedir? Teknolojik değişimdir. Bugün etrafımızda gördüğümüz değişimin temeli itici gücü teknolojik değişimdir. Değişen iş yapma biçimidir. Biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi işlem teknolojisi bugünlerde dünyayı değiştiriyor. Ya da bana öyle geliyor. Biyoteknoloji ve nanoteknoloji, bilgi işlem teknolojisi de bildiğimiz işlerin başka türlü yapılmasına imkan tanıyan yeni teknoloji platformları aslında. Bunların hiçbiri belli sektörlere özgü değil. Dünya hakkındaki düşünce biçimimizi değiştiriyorlar. Teknoloji artık günlük yaşama uyarlanmaya başlıyor bir nevi. Yenilikler arka arkaya geliyor. İnovasyon süreci ekonomik büyüme için daha bir önemli hale geliyor. Bütün sektörler yapı değiştiriyor. Biyoteknoloji, tarımdan ilaca, temizlik malzemesi üretilmesinden, makine sektörümüze her alanı değiştiriyor. İnovasyon günlük yaşama giriyor," genellemesi ile bizim dışımızda oluşan ve eğilim haline gelen teknolojik gelişmelerin izleyici değil, öncüsü ve yaratıcı olmanın önemini heyecanlı bir dille anlatıyordu.

Teknolojik gelişmelerden en üst düzeyde yararlanmanın iki temel kontrol imkanı var: Bu kontrollerin edilgen olanı "sistem kapasitesiyle" ilgidir... Etken olanı ise "bireylerin entelektüel kapasitesi"dir. Teknoloji üreten, teknolojide hüneri yakalayanlar, örneğin bir demir yolunda ray sisteminin yarattığı kontrol sınırları gibi edilgen kontrolü de sınırlarına kadar taşır... Uzman insanların aktif kontrolü ile de güvenli bir sistem yaratır...

Bir ülkedeki sosyo-ekonomik ve kültürel sistemin yarattığı birikim, bilinç, bakış, buluş ve beklentiler ile bereket üretebilmemiz, teknoloji yaratma kadar standartlarını belirleyen, olası etkilerinin düzenleyici karar ve kurumlarını tasarlayan, yapılar oluşturan, işlevleri harekete geçiren, kültür yaratan karar merkezlerinde yer almayı gerektiriyor. Eğer karar merkezlerinde yoksak, teknolojileri verimli kullanamayız. Karar odaklarında yer alabilmemiz için, sorumluluklarımız aile içindeki tutumdan başlar, ülke netimindeki demokrasi düzeyi, hukuk sistemi etkinliği ve kurumların işleyiş düzeylerine kadar uzanır.

Standartları, karar ve kurumları belirlemenin odağında yer alabilme açısından bakıldığında iyi bir yerde olmadığımız çok açık. Ülkemizdeki sistem kapasitesi 80 yıldır ortalama yüzde 5' in üzerinde bir büyüme yaratamadığı ortada. Şimdi durup hep birlikte bu sonucu yaratan iç ve dış dinamikler üzerinde tartışarak bir ortak noktada buluşmalıyız. Tartışma yöntemlerimizden, eğitim sistemimize, siyasi sistemin yapısından, kurumlarımızın işleyişine her şeyi gözden geçirmeliyiz. Dünya bireysel yarışlarında matematikten diğer kavrayış göstergelerine  entelektüel kapasitelerimizde de övünebileceğimiz sonuçlar alamıyoruz. Merkezi Asya'daki Türk devletlerinden Selçuklulara, Osmanlı'dan Cumhuriyete "devlet ideolojimizin bugüne devrolan mirası" ile bugün "özgür aklın yaratılmasının engelleri" arasındaki bağları netleştirmeliyiz... Hangi değerleri muhafaza edersek bizi ileriye taşıyabileceğini, hangilerinin bizi geri bırakacağını tanımlamamışsak, önlem alabilme imkanımız azalır? 

Teknolojik gelişme bir sonuçtur. Bizi o sonuca götüren süreci betimlemeden geleceği belirleme şansımız yoktur. O nedenle, günlük yaşamda sonuçları anlatan "rakam fetişizmini" bir yana bırakarak, asıl algı değişikliğini nasıl yapmamız gerektiği üzerine eğilmeli ve yoğun çaba göstermeliyiz.

Beş adımda hedefe yönelme

Bana göre atılması gereken ilk adım," bireylerin entelektüel kapasitelerini" artırmaktır. Bireylerin kapasitelerinin artması için toplumun bütün karar ve kurumlarının bireyin gücüne inanmış olmaları gerekir. Bireyin özgür ve eleştirel aklını geliştirecek özgürlük ortamının yaratılması toplum çoğunluğunun vazgeçilmez ideali haline getirildiği zaman birey kapasitesi artar. 

Bireylerin entelektüel kapasitesi artıracak olan "toplumsal iklim ve yaratılan ortam"dır. Geleneklerin taassubuna kapılır, gelenekte ve inançlarınızda kolayını arar; kendi içimize yolcuk yapmayı beceremezsek, kendinizi sorgulamaktan, kendimizle yüzleşmekten kaçınırsak; birey olarak entelektüel kapasitemizi geliştiremez ve kullanamayız. O zaman, dünyanın düzenini belirleyen, bizim değiştirme imkanımız olmayan doğa yasalarını kavrayamayız. Mekanik teknolojide önemli olan termodinamik yasalarının sınırlarını bilemez, kuantum mekaniğinin katkılarını göremez, sonsuz büyük ile sonsuz küçüğü dengelemenin günümüz ileri teknolojilerindeki anlamını kavrayamayız.
Entelektüel kapasite, belli zamanda kesinde, üretim dallarında uzmanlık derecesinin de göstergesidir... Doğanın düzenini belirleyen, dengesini sağlayan ve döngüsünü güven altına alan yasaları, kuralları bilmeden günümüzde işimizde uzman olmanın imkanı yoktur.

Hepimizin "kalifiye işgücü arzı yetersiz" diye haykırması önemli ama "kalifiye" kavramının bileşenlerini iyi belirlemek ve bağlamlarını doğru öngörmek koşuluyla: Okullarında felsefe öğretilmeyen, temel bilimleri küçümseyen, doğa yasalarını içselleştirmeyen, doğanın dengesinin sınırlarını netleştirmeyen ve doğanın döngüsünün insan için ne anlama geldiğini kavramayan insan yetiştirdikçe, kalifiye elaman sıkıntısı bitmeyecektir... Felsefesiz iş yapılabileceğini ama temiz, tam ve doğru iş yapılamayacağını söyleyen Nusret Hızır'ın sözünü içselleştirmeden bireylerin entelektüel kapasitesiyle ilgili değer, beklenti ve davranışlarımız yerli yerine oturmaz.
Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insanlarımızın refahını artırmak istiyorsak, ikinci adım inanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğü arasındaki sınırları belirleyerek, bu iki özgürlüğün çağımızdaki gelişmeleri yakalamadaki önemini kavramak oluşturur. Hukuk sisteminin içselleştirilmesi, eşdeğerlilik kurallarına uyulması, gerçek anlamda demokratik kuralların işlemesi, eğitimle bağımsızlaşan aklı artırmaya sıkı sıkıya bağlıdır.

Standartlar, karar ve kuralları belirleyen merkezlerde yer alabilmenin ikinci adımı, "kulluktan yurttaşlığa geçişi hızlandırmaktır". Toplumun uzun dönemli çıkarları ile bireyin kısa dönemli çıkarlarını dengeleme becerisi göstermeden, standart belirleyen ve ilkeleri koyan merkezlerde yer almanın imkansız olduğunu hepimiz iyice öğrenmeliyiz.

Üçüncüsü sosyolojinin yasalarını bilmektir... Eğer sosyolojinin ilke ve kurallarını görmezden gelirsek,"toplum mühendisliğine" soyunur; yıllardır "beyin takımı mucizelerine" inanan, "Azınlıklar ne denli yetenekli olursa olsun, kitle desteğini arkalarına almazlarsa başarılı olamazlar" diyen sosyolojik gerçeği unutanların düştüğü tuzaklara düşeriz. Toplumsal gelişmenin, ciddi birikim gerektirdiği unuturuz. Çevreyi sezme ve anlama, kendini bilme ve geleceği öngörme bileşenlerinden oluşan bilinci yakalayamayız. Bilinçle öğrenmeyi hızlandırarak, etkin birikim yaratamayız. Bakış açısının çok temel bir girdi olduğunu kavrayamaz, bakış açılarını öne çıkarma yerine rakam fetişizminin rüzgarına kapılarak, "...miş gibi" yapma saplantısından kendimizi arındıramayız. O zaman, bir işi dünyada en iyi yapanların düzeyinde yapabilme düzeyi diye tanımladığımız "hünere erişemez" ve "hünere akıl katarak yaratıcı düzleme" geçemez; inovasyon kavramının içini boşaltır; rekabet gücü yaratmanın aracı olmaktan çıkarır, garip bir inanca dönüştürebiliriz.

Ciddi gelişme yaratmanın dördüncü adımı,"strateji, taktik ve operasyonel bütünlüktür". Hep birlikte, bireysel entelektüel kapasitelerle beslediğimiz sistem kapasitesini önemsemez, özgür aklı yaygınlaştıran eğitim sistemini hayata taşıyamaz, insanın içsel gelişme dinamiklerinden bir toplumsal birikime dönüştüremez, tutarlı stratejiler tasarlayamaz, etkili taktikler geliştiremez, sonuç alıcı uygulamalara imza atamayız.

Yaratmak istediğimiz sonuçlara ulaşmanın beşinci adımı, kendimizi sorgulamasın bilmek, geri-bildirim yöntemini sürekli gelişmenin aracı olarak kullanmak ve ödünsüz gözetim ve denetim ilkesini hayata taşıyarak, etkinliklerimizin verimini artırmasını da bilmeliyiz.

Gelin konjonktürel kısa dönemli bakışı da ihmal etmeyelim ama asıl önemlisi geleceğimizi belirleyen buzdağının dibindeki eğilimleri tartışmaya daha çok emek ve zaman ayıralım... Tartıştıklarımıza elli yıl sonra göz atanların bir "değer bulabilecekleri", popüler olmayan ama uzun dönemli etki yaratan konulara daha çok emek, zaman ve kaynak ayıralım.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar