Teori ile pratik ilişkisi üzerine düşünceler

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Teori pratik ilişkisi hem bilim hem de uygulama cenahlarında, özellikle de sosyal bilimlerde büyük önem taşıyor. Sosyal bilim insanları uygulamacılarla bir araya geldiklerinde teori yapmaktan adeta korkar oldular. İşletme ekonomisi alanında çalışan bir akademisyen olarak böylesi durumlarla sık sık karşılaştım. Bilim insanları uygulamacılara yönelik toplantılarda yaptıkları sunuşlarına çok kez “teori yapmayacağım” diye başlama ihtiyacını duyuyorlar. Zira uygulamacıların genellikle teorilere ilgisiz kaldıklarını ya bizzat yaşamış oluyorlar ya da meslektaşlarının tecrübelerinden böylesi bir kanıya varıyorlar.

Halbuki teori pratiği daha iyi tanımak ve buradan hareketle pratiğe katkı sağlamak için var. Pratiğin daha verimli ve daha etkin olması, daha nitelikli olması için var. Amacı pratiği yetkinleştirmek. Bu ilişkide önceliğe sahip olan muhakkak ki pratik. Teorinin pratiğe, yani uygulamaya yararlı olması gerekir. Teori pratikteki uygulamalarla kendisini sürekli olarak deneyerek geliştirecek, mükemmelleşecek ve pratiğe daha yararlı olmaya çalışacaktır. Bu süreç teori ve pratiğin birbirlerini olumlu yönde tetiklemesiyle başarılı bir şekilde devam ettirilecektir. Ama teorinin pratikte doğrulanması şartıyla! Kendisini pratikte doğrulayamayan teori yanlıştır. Geçerliliğini kaybeder. Yeni bir teoriye ihtiyaç duyulur.

Sonuç olarak gerçekler teoriye uymuyorsa teorinin değiştirilmesi gerekir. Zira teoriyi muhafaza edip gerçekleri değiştiremezsiniz. Aksi takdirde, bir Karadeniz türküsünde dendiği gibi, “eliniz böğrünüzde kalır.” Gerçekler karşınızda dururken onları inkar etmiş olursunuz. Teorinizin bir anlamı kalmaz.

Yazımızın başında dile getirdiğimiz, bilim insanının konuşmasına “teori yapmayacağım” diye başlaması bu çıkmazdan kaynaklanır. Bu tür bir teori pratik çıkmazı aşağıdaki örnekte mizahi bir şekilde ortaya konmaktadır. 

Bir deniz kazasında batan gemiden sadece üç bilim insanı bir adacığa kadar yüzerek kurtulurlar. Bilim insanlarının biri fizikçi, diğer ikisi de kimyacı ve iktisatçıdır. Üçü de kurtuldukları için çok mutludurlar. Bir süre sonra acıkırlar ve yiyecek bir şeyler bulmaya çalışırlar. Ama ada tamamen ıssız, sadece bir kum yığınından ibarettir. Yiyecek hiçbir şey bulamazlar. Bu arada kıyıda içi konservelerle dolu bir sandığı fark ederler. Batan gemiden dalgalar bir sandık konserveyi kıyıya kadar getirmiştir. Bu tesadüf onları çok sevindirir. Artık açlık tehlikesini uzunca bir süre atlatmışlardır. Sonrasına Allah kerimdir. 

Fakat konserve kutularını açacak hiçbir aletleri olmadığını fark ederler. Fizikçi, bir taşla konserve kutusunu parçalayıp içindekileri yiyebileceklerini söyler. Kimyacı bu durumda konserve kutusunun toz toprakla dolacağını ve içindekinin yenemeyeceğini söyleyerek itiraz eder. Ardından da hemen kendi önerisini söyler. Bulundukları bölge çöl iklimindedir ve güneşin sıcaklığı çok etkilidir. Yarın öğleye kadar bekleyip, öğle sıcağında güneşe karşı dizdikleri konserve kutularının tenekeleri eriyecektir. Eriyince de içindekileri yiyebilecekler, açlıklarını giderebileceklerdir. Bu öneriye de fizikçi karşı çıkar. Tenekeler erise bile, eriyen tenekeler konservenin içindeki yemeğe karışacaktır. Konservenin yenmesi yine mümkün olmayacaktır. 

Bu arada iktisatçı hiç konuşmamakta, sadece önerileri ve itirazları dinlemektedir. Bu kez gözler iktisatçıya çevrilir. Onun önerisinin ne olacağı beklenir merakla. İktisatçı onları fazla bekletmez ve “önce konservenin açıldığını varsayalım; daha sonra içindekileri nasıl yiyeceğimizi konuşabiliriz!” der. (Not: son zamanlarda bu üçlüye bir de işletmeci bilim insanı eklenmiş. Onun önerisi de şöyle olmuş: “Önce konserve kutusunu tanımlayalım; ne olduğunu anlayalım. Daha sonra açıldığını varsayıp içindekileri rahatça yiyebiliriz!”) İktisat olsun işletme ekonomisi olsun birtakım varsayımlarla, özellikle klasik iktisatçıların sıkça başvurdukları “ceteris paribus” şartlarıyla birçok sorunları çözseler, hatta ideal ekonomik düzenin tablolarını resmetseler de, bu çözümler ve tablolar pratikte bir şeye yaramamakta; pratiğe bir şey kazandırmamaktadır. 
Evet sonuçta, bu örnekte olduğu gibi, teoriyi muhafaza edip gerçekleri varsayımlarla değiştirdiğinizi söyleyebilirsiniz. Ama gerçekler olduğu gibi varlığını sürdürmektedir. Pratikte değişen bir şey yoktur. Teori gerçeği anlama ve pratikte gerçekleri mükemmellik yolunda değiştirme konusunda herhangi bir katkı sağlayamayacaktır. Kısaca teorinin bir yararı olmayacaktır. Varsayımlarla bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. 

Sonuç olarak teori pratiğe uymuyorsa normal koşullarda yapılması gereken teoriyi değiştirmektir. Diğer yandan kanatimizce, savaş sonrası Almanyasında Berlin Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Konrad Melloroicz’in aşağıdaki sözleri de bu bağlamda dikkate alınmalıdır: “Teoriyle patrik birbirlerine uymuyorsa, ya teori yanlıştır ya da pratik tembeldir.”

Hakikaten bazı durumlarda teori ile pratiğin uyumsuzluğunun nedeni, pratiğin tembelliği olabilir. Bu durum muhakkak ki fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimlerin araştırma dünyası olan maddi evrende düşünülemez. Bu bilimlerin araştırma konusu olan maddi evrende çalışkanlık veya tembellik gibi durumlar söz konusu olmaz. Maddi evren olduğu gibidir, ne çalışkandır ne de tembeldir, dolayısıyla olduğu gibi kabul edilmelidir. Tıp, mühendislik, işletmecilik gibi uygulamalı bilim dallarında ise uyumsuzluk nedeni hakikaten pratiğin tembelliği olabilir. Bu açıdan işletmecilik gibi uygulamalı bilimler sadece pozitif (olgucu) bir bilim olarak değil, ulaşılması hedeflenen birtakım normlar (hedefler, standartlar) koyan normatif (kuralcı) bir bilim olarak da çalışmalarını yürütmelidir. İşletmecilik disiplininin normatifliği iyi kötü, haklı haksız gibi etik normatif kuralların yanında; kâr, katma değer, ciro veya rantabilite maksimizasyonu ile maliyet minimizasyonu, rantçılığın sıfırlanması, rekabetin etkinleştirilmesi gibi pratik normatif kuralları da kapsar. Makro seviyede de pratik normatif kurallar milli gelirin maksimizasyonu, cari açığın veya enflasyonun sıfırlanması veya minimizasyonu, istihdam seviyesinin belirli bir düzeye ulaştırılması gibi hedefleri kapsayabilir. Serbest piyasa ekonomisinde işletmecilik disiplini için daha çok pratik normatif kurallar önemli gibi görünse de, sistemin toplumsal yararı ve sürekliliği açısından etik normatif kuralların asla göz ardı edilmemesi gerekir. Thomas Piketty’nin Kapital adlı eserinin gördüğü büyük ilgi ve 2014 Ekonomi Nobel Ödülü için Jean Tirole’un çalışmalarının layık görülmesi iktisat ve işletmecilik alanlarında etik normatifliğin günümüzde kazandığı önemin göstergeleri olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda Montesquieu’ye atfedilen, “şövalyelik kahramanlığa, krallık şerefe, kapitalizm ahlaka dayanır” özdeyişi günümüzde de geçerliliğini sürdürmektedir. Hatta bilgi toplumunun global rekabet ortamında daha da büyük bir önem kazanmaktadır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017