Küresel krizin yanıtı bulunamayan 10 sorusu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

A. Levent ALKAN / ARAŞTIRMACI-YAZAR

Nasıl "eğri ağacın gölgesi doğru olamazsa", ekonomik sisteminde yanıtsız kalmış bunca soru varken, dünya ekonomisi için sürdürülebilir büyüme tozlu rafları süsleyen türden bir ütopyadır. Karma ekonomik sistemde yanıtsız kalmış sorular her zaman vardır. Ancak bu soruların sayısı yaşadığımız krizde olduğu gibi artıyorsa, işte o zaman işler karışık demektir.

1. Lastik gibi esneyen dolar, gün gelir de esnekliğini kaybeder, kopar mı?

Bu yılın başında çeşitli gazetelerin yayın yönetmenleri, krizde küresel ekonominin 2010 yılı beklentileriyle ilgili öngörülere belirgin bir iyimserlik içindeydi. Çünkü ABD 2009 yılının son çeyreğine ilişkin öncü göstergeleri olumluydu. Oysa ABD ekonomisi, 2000 sonrasında geçen 10 yıl için, küresel dış ticarette belirgin bir pazar kaybı yaşıyordu. Nisan'daki küresel ekonomist anketleri, deflasyon riskine %50-50 olasılık veriyordu. Bu olasılık Ağustos için %67-33'e fırlamıştır. Soru şu: ABD, "bizim borcumuz sizin sorununuz" üzerine kurulu paradoksal mantığı daha ne kadar sürdürebilecektir. Birçok işlemin internet ortamında gerçekleştirebildiğimize göre, küresel ekonominin SDR gibi kaydi bir paraya geçemiyor olması önemli bir çelişkidir. 1929'da altın döviz kuru sisteminden çıkamamış ülkeler, büyük sıkıntılar yaşamışlardı. Küresel dış ticaretin, finansın dolara bağlı kalması, büyük buhran benzeri çelişkiyi yaşıyor. Küresel gerçekleri, objektiflik boyutundan istediğiniz kadar esnetin, bıraktığınızda eski boyutuna geri dönüyor. Ancak çok sık esnetirseniz, bu lastik kopar.

2. Balık kokarsa tuz, ya tuz kokarsa ne?

ABD ekonomisi batar mı? Moody's kredi derecelendirme kuruluşu, İngiltere için yaptığı gibi, ABD ekonomisi için de not indirimine gider mi? En güvenli liman olarak görülen ABD, finansal enstrümanları tüm dünya ekonomilerinin rezerv yatırım aracıdır. Oysa ABD, uluslararası portföy yatırımları girişleri için yılda sadece %4.4 kazandırıyor. Küresel fon fazlalarını toplanırken ödenen bu bedel, çok cüzidir. ABD'den diğer dünya ülkelerine yatırmlardaysa %13.4 kazanmak mümkün. %9'luk bu fark, güvenli liman için ödeniyor. Eğer bu liman, bizim bildiğimiz kadar güvenli değilse ne olur?

3. Güneş balçıkla sıvanır mı?

Küresel ekonomide çarpık değerleme anlayışı daha ne kadar sürdürülebilir? Derecelendirme sisteminin yerine daha güvenilir, sağlam bir yenisi geliştirilemezse; küresel ekonomide bir anda ortaya çıkacak karışıklığın önüne geçilemez. Kredi derecelendirme kuruluşları bu krizde güvenirliklerinden çok ödün verdiler. FICO oranı diye tanımladıkları kredilere özel notlar, çok başarısız sonuçlara ulaştılar. Bu gerçeğin kriz sonrasına ilişkin iki önemli yansıması oldu.

a). Kredi derecelendirme kuruluşlarına kulak asılmıyor. Portekiz'in notu düşürüldü. Ancak AB bölgesi ekonomileri, gürültü içindeki sinyali bulup çıkardı ve olumlu makroekonomik gelişmelere sevinip yükselmeyi sürdürdü.

b). Yanlış değerlemeler uygulamada by-pass ediliyor. Türkiye'de bir banka sendikasyona çıkıyor. Finansörler Rusya kadar güçlü bir kredi değerlemesi ile finansmanı uygun buluyorlar. Kredi notu açısından Türkiye Rusya'nın altında bir değerlemeye tabiidir. Buna rağmen Rusya ile özdeş bir değerlemeyle, risk primi ödeme yükümlülüğüne maruz kalması, Türkiye'nin ilk yaşadığı tecrübedir. Ucuz ve bol para ABD, Japonya ve AB alternatifleri kapandıkça, kendine yeni hedef ülkeler seçiyor. Bu seçim de, yaşadığımız kriz için gelişen ülkelerden yana oluşuyor.

4. Çok çalışmanın ya da rakibin hatası nasıl bir fırsata dönüştürülür?

1990'lardan beri Japonya'nın kaybettiği küresel pazar payı, etrafındaki diğer gelişen ülkelerce dolduruldu. Japonya kronikleşen ihracat pazarındaki kaybını; yüksek işçilik maliyetlerine, yeni ürün geliştirememeye, Japon Yeni'ni değerli kılan yuan politikasına bağlıdır. Bu kriz BRIC ülkelerini vitrine taşıdı. İlgi fırsatını değerlendirilebilmek Türkiye için ne kadar mümkün olacak?

5. Krizdeki tartışmalarımız, Fatih Bizans'ın surlarına dayandığında, içerdeki "melekler dişi midir? Erkek midir" tartışması olabilir mi?

Zamanlama çelişkisi yaşayıp yaşamadığımızı yaptığımız işlerde sürekli sorgulamamız gerekiyor. Uluslararası hareketli fonlar, küresel ekonominin genel ortalaması eksi olan reel faizlerinden, faiz arbitajı (carry trade) ile nemalanmayı sürdürüyor. Reel faizleri eksideyken, ülkelerin enflasyon hedeflemesine devam etmeleri, tam bir çelişkidir. Kapımıza kadar dayanmış tehlikeye gözlerimizi kapatıp kulaklarımızı tıkamak, tarihsel bir hataya dönüşebilir.

6. Hangi ekonomiyi kamçılamak gerekiyor? Çin'i mi ABD'yi mi?

Tüm dünyanın borç verdiği bir sistemle, ABD'nin temel sorunları daha ne kadar süre ötelenebilir? Çin bu krizin ayıracıdır, ayrıcalıklısıdır, çözüm ya da çözümsüzlük noktasıdır. Kimi harekete geçirmek lazımdır; fon fazlası olan Çin'i mi, açığı ABD'yi mi? Yorganı ayağına yetişmeyen, hatta artık sadece belini kapatan ABD; yorganı uzadıkça uzamış kullanışsızlaşmış Çin ile karşı karşıyadır. İlginçtir; bu iki ülkenin de vatandaşları, dünyanın en garipleridirler. Her iki ekonomide de nüfusun önemli bir kısmı sırtı açık yatarlar. Öyleyse bu "atın önüne et, köpeğin önüne de ot koymak" ne kadar sürebilir?

7. Tanrı deveye kanat verseydi ne olurdu?

Türev ürünler; kontrolsüzlük, denetimsizlik, deregulasyonlar (kuralların zincirini kırma) anlayışıyla büyütüldü. Bu büyüme krizin baş mimarı oluncaya dek sürdü. Küresel ekonomi Lehman batışına kadar da uyanmadı. Büyümenin taşlarını; hedge fonlar, yatırım bankaları, aracı kurumlar ve süpermarket bankacıları örmüştü. Kriz, küreselleşmenin merkezi ABD'den başlayarak; Japonya, Euro Bölgesi, Asya kaplanlarına bir çırpıda bulaştı. Küresel ekonominin devesi türev ürünleriydi. Küreselleşmeyle damdan dama uçmuştu. Bu uçuşlar deve, konduğu damı da yıkmıştı.

8. Sistematik riskin sahibi kimdir?

"Elden gelen düğün bayram" mantığıyla bu krize kadar gelindi. Fon yöneticileri sistematik riski hiçbir zaman değerlemelerine almadılar. Yatırımcısına daha fazla kazandırabilmek için yarışan fonlar, portföyler, şirket yöneticileri; tüm kuralları çiğneyerek, sistem tamamen çökersenin yanıtını hiç aramadılar. Bu tavır 2005-2008 balonunu şişirdi. Sistematik riskin gerçek sahibi kamu diyoruz. Peki Yunanistan, Portekiz, İspanya, İzlanda, İrlanda, ABD, Japonya, İngiltere örneklerindeki gibi; devletler iflas tehlikesi altında sarsılırsa, sistemin çökme riskini kim üstlenir?

9. Korumacılık gerçekte kimi korur?

1929 krizinde bu sorunun yanıtı alınmıştı. Korumacılık ne uygulayan ülkeyi, ne de bunun karşıtlarına fayda sağlamayan bir kör dövüşüdür. Sistemik krizin başından beri korumacılık karşıtı önlemler boy gösteriyor. Buna rağmen bazı uygulamalarda korumacılık etkilidir. Bunlar kriz öncesinde de uluslar arası ticaretin kurallarını ihlal etmiş ülkelerdir. Bu güzelliğe rağmen, küresel tepkiye dönüşen bir korumacılığı kimse garanti edemiyor. Bu kadar tarihsel hatanın yapıldı noktada, korumacılık bundan nasıl istisna olur? Negatif enflasyon yaşarken, enflasyon hedeflemesinde sabit fikirli bir küresel ekonomi, korumacılığa neden takılıp kalmasın ki? Euro'nun değer kaybı Almanya'yı güçlendirdi. İhracat artışı çok güçlü gelişti. İkinci çeyrek büyümesi %2.1 ile tarihinin zirvesinde ve piyasa bekleyişlerinin üzerinde. Fransa'dan, Japonya'dan ve ABD'den çalına küresel pazar payları; birilerini rahatsız etmeye başlarsa neler olur?

10. Atına bakan ardına bakar mı?

Küresel sistemik krizin ardından yaşananlara önlem olarak Türkiye, ciddi bir politika değişikliği yapmadan; biraz makyajlı 2001 krizi politikalarını tercih etmeyi sürdürdü. Ancak küresel ekonomide eksen kaymasının ardından ortaya çıkacak yeni oluşumda Türkiye'nin yeri ne olur? Sıcak paraya önlem almak, işsizliğe ve cari açığa yapısal çözümler üretmek gerekmez mi?

1929 krizine büyük buhran denirken, iki gerçeğin altı çiziliyor. Büyüklük ve buhran ekonomisi. Kontrol altına alamadığınız her kriz, bizim için büyüktür. 2005-2010 küresel sistemik krizinin merkezi ABD'nin, kriz yönetiminde kontrolu kaybettiğini düşünüyoruz. FED'in EXIT planının baştan aşağı tersi olup 2 trilyon dolar desteğe dönüşmesi, ekonomistlerin ABD büyüme tahminlerinde aşağı yönlü revizyon, Bernanke'nin "tahmin edilemeyen belirsizlik" açıklaması; ABD'nin iflas etmiş olduğunu düşünenlerin sayısında dramatik artışa neden oldu. Demek ki dilimize o pelesenk olmuş "krizde en kötüsü yaşandı" sözlemi hatalıdır. Eğer deflasyon durgunluk sürecinde bir süre devam ederse, işte o zaman buhran ekonomisi kaçınılmaz olur. O zaman ikinci gerçeklik de yaşanır. İşte o zaman ne farkımız kalır ki, 1929'dan?

Bu konularda ilginizi çekebilir