21. yy gidişatında bazı öngörüler ve Türkiye - 2

Bekir KAVRUK
Bekir KAVRUK

Gustave Le Bon’un yaklaşık 100 yıl önce yazmış olduğu “Kitleler Psikolojisi” kitabı Sigmund Freud dahil birçok toplum psikolog ve bilimcilerine ilham verdiği gibi özelikle 2.dünya savaşı öncesi Alman toplum propagandacılarına büyük ilham vermiştir.  Kitabın özet olarak verdiği mesaj tıpkı bir insan gibi canlı organizma özelikleri taşıyan toplumlar "toplum entelektüelleri ya da aydınları" istedikleri kadar yırtınsınlar ancak yaşayarak öğrenirler.. Dolayısıyla Alman ya da Japon toplumları bunu çok ağır bedeller ödeyerek öğrendikleri gibi günümüzde Libya , Mısır , Irak ve Suriye halkları ağır bedeller ödeyerek öğrenme süreci içerisinde bulunmaktadırlar..

Üstelik Türkiye’de yok edilen 68 nesline ait fidanlar örneğinde olduğu gibi her kim ki toplumu kendi gerçekleri ile yüzleştirmeye kalktı ise o toplumun kurbanları olmuşlar ; yalan söylemeyi en iyi becerip toplumu en iyi pofpoflamayı başaran politikacılar ise ne ilginçtir ki hep zirve yapmışlardır.. “Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar” Türk atasözü ise bu tezi doğrular niteliktedir..

Geçen yüzyılın ünlü psikolog ve düşünürü Erich Fromm’un eserlerinde derinliğine incelediği “sahip olma” egosunun bir uç noktası olan tek adama dayalı dikta rejimlerinde görüldüğü üzere “sınırsız sahip olma” egosunun kontrolden çıkması durumunda toplumda nasıl yıkıma yol açtığına geçmişten günümüze tarih sıkça şahit olmuş vaziyettedir..

Dünyanın şekillenmesinde Başkan Wilson döneminden itibaren önemli rol oynayan başkanlık doktrinleri , ekononomi politikalar , insanlığa ağır bedeller ödeten dünya savaşları ve Jacques Bordiot’un 70’li yıllarda yazmış olduğu yeni dünya düzenine ilişkin görüşleri dahil hepsinin bütünlüğü göz önüne alınıp, analiz edildiğinde 20.yüzyıldan itibaren global sistemin aşağıda kısaca özetlenen aşamalardan geçtiği gözlemlenmektedir :

a )  Yaşanan her büyük kriz sonrası dünyanın yeni dönemlere geçtiği ve 2008 Mega krizi sonrası ise FED ‘in İflas Erteleme Kararı ve Türkiye (2.10.2013) yazımızda işlediğimiz üzere dünyada “buzdağının altındaki” akademik olarak henüz formatlanamamış devasa gücün büyük ölçüde finans tekellerinin eline geçtiği izlenmektedir..

b ) Uzun süreç boyunca küresel sistemde önemli roller üstlenen İMF , WTO , Dünya Bankası , FED ve borsalar aracılığı ile “neo liberalizasyon / borç ekonomisi , deregulasyon , gümrük birlikleri , para birlikleri ve serbest dolaşım politikalarıyla dünyanın fiziki – ekonomik bazda küreselleşme süreci tamamlanmaya çalışılırken küresel medya yolu ile ulusal kültürel yapılar uluslarüstü yeniden şekillendirilme sürecine girmiştir..

c ) NATO örneğinde görüleceği üzere dünyanın bu yüzyıl içerisinde askeri temelde tek dünya ordusu yönünde şekillenebilmesi için ülkeler bazındaki ulusal silahlı kuvvetlerin aşamalı olarak tasfiye edilerek özel kolluk kuvvetlerine ( polis ) kaydırılmasına gereksinim vardır..

d )  Bu yüzyılın sonunda eğer örneğin BM nezdinde uluslararası bir parlamento ve hatta bu parlamentonun atayacağı bir dünya hükümeti oluşabilmesi için bu tip örgütlenmelere NetWork gereği en müsait yapılanmaların ülkeler bazında “federal olarak bölünmüş yapılanmalardan” geçeceği hususunu göz önünde bulundurmanın yararı vardır..

Günümüzde Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde önce Arap baharı adı altında batı ülkelerinin formatlamış olduğu demokrasi monte edilmeye çalışılmıştır. Ancak ortaya çıkan hesaplanmadık ölçülerdeki ulusal tepkilerin bir ifadesi olan mezhep kavgalarının bu ülkelerde eninde sonunda bölünmelere yol açıp yerlerini federal yapılara bırakması beklenmektedir..

Türkiye’nin 2010 sonrası değişen iç ve dış politikasında stratejik olarak iki büyük hatası söz konusu olmuştur : 

-   Taksim / Gezi olaylarında ortaya çıkan tablo neticesi batılılar gözüyle o zamana kadar yüzü batıya dönük olan ve batıda örnek ülke kabul edilen Türkiye’de laiklik esasındaki İslam – Demokrasi formülü ağır hasara uğramış , Türkiye’nin batı ile köprü ayağını teşkil eden  “Avrupa yaşam tarzlı nüfusu” otoriter baskı altına alınmıştır.. 

-    Türkiye bir süredir izlediği dış politika ile uluslararası arenada ilk defa artık laik değil “sünni pozisyonlu”  üstelik Ortadoğu’lu bir din devleti olarak algılanmaya başlanmış ve kendisini birden mezhep kavgaları ve Ortadoğu batağı içerisinde bulmuş ve sonuçta Pakistan’a dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.. Komşularıyla ( Suriye , Irak , Libya ,Mısır ..) yaşadığı sorunlar , kibiri gereği boyundan büyük işlere kalkışmasından ve özelikle İsrail karşıtlığının tabanda Yahudi düşmanı antisemitizme kayma eğiliminden dolayı ABD ve AB ile çok ciddi ihtilaflar yaşanmaya başlamıştır..   

SONUÇ :

2007 yılından bu yana yayınlanmakta olan Küresel Barış Endeksinde ( GPI ) Türkiye  92. sırada bulunuyorken 2014 itibariyle 162 ülke arasında 128. sırada yer almış olup , 12 sıra ötesinde iç savaş ülkelerinin yer aldığı göz önüne alınacak olursa durumun ne kadar endişe verici yönde ilerlediği gözlemlenmektedir..

Rakamların yoruma ihtiyacı olmadığı ve ülkenin trafikten , politika ve spora kadar kavgacılığa zaten müsait olduğu düşünülürse Türkiye’nin varmış olduğu nokta gerçekten ders alınması gereken  ciddi bir durumdur.  Komşularımız ve batılı müttefiklerimiz ile sıfır sorun öngörülürken ( !! ) Türkiye’nin gerek “makarna süzgecine benzetilen” sınırlarının gerekse istihbaratının belki de ciddi zaafları yüzünden global sisteme karşı  ikiyüzlü olarak değerlendirilen iç ve dış politikasının “stratejik derinlikte” batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı sonucuna varmak mümkün görünmektedir.

Türkiye’nin iç ve dış kamuoyunda tartışmaya açılan ve kimilerine göre 2. Osmanlı dönemi olarak adlandırılan “Başkanlık Sistemi” ve onun ileride doğal bir sonucu olma özelliği taşıyan “federal sistem” gerçekten üzerinde çok dikkatle durulması gereken konulardır.  

Başkanlık ve federal sistemin ABD ya da Almanya örneklerinde olduğu gibi artık demokrasi evrimini ve problemlerini büyük ölçüde geride bırakmış ülkeler için yararlı olduğu gözlemlenmiş olmakla birlikte demokrasi evrimini henüz tamamlayamamış , yarı demokratik hatta yarı feodal , kişilere endeksli ve hakka değil güce tapma eğilimli ülkeler için ise tarihten günümüze kadar yaşanan acı tecrübeler ışığında ne kadar sakıncaları olduğunu hatırlatmakta yarar vardır…

Eğer her şeye rağmen Türkiye günün birinde zaten küresel sisteminin arzuları ile örtüşen  başkanlık sistemi ve sonrasında “bölgesel bölünme esaslı federal yapılanmaya” gitmek zorunda kalması durumunda bunu tamamen kendi inisiyatifi içerisinde ulusal bütünlüğünü muhafaza ederek yapmaya çalışması ve bunu başarması yaşamsal önem arz etmektedir..    

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
CDS’in önemi ve Türkiye 21 Ağustos 2019