Acı reçeteye çözüm millileşen ekonomi

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

“Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil, süngünün de da­yandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye devleti cihangir bir devlet ol­mayacaktır. Fakat yeni Türkiye devleti bir ekonomi devleti olacaktır. "

Gazi Mutafa Kemal Atatürk

1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Batılı sermayedarların çıkarları doğrultu­sunda ilkel bir tarım ekonomisi barındırı­yordu ve Mustafa Kemal Atatürk, devral­dığı bu ekonomiyi modern bir milli sanayi ekonomisine dönüştürmek adına önemli bir program uyguladı. Kemalist ekonomi politikasının özellikle Büyük Buhran’a ka­dar olan bu ilk safhası “milli” ve “sanayileş­me” içerikleriyle özel sektörün devlet eliyle teşvikine dayanıyordu. Bu döneme (1923- 1929) ekonomide Atatürk dönemi denilir. Maalesef özel sektörün teşviki Büyük Buh­ran’ın çıkmasıyla sekteye uğramıştır.

İşte burada Fransızcadaki "Raison D'e­tat” kavramını yani “devlet aklını” ki devle­tin varlığını ve devletin bekasını gözetmeyi hedef almak demektir çok net bir biçimde görürüz ki radikal oluşumlarda bu kaçınıl­maz bir gerçekliktir. Gerçi bu tanımlama 90’lı yılların kaotik ortamıyla çoğunlukla derin devlet algısına maruz bırakılmıştır ancak ben burada orijinal anlamını kullan­mayı tercih ediyorum.

Gelinen noktada önce pandemi ardından Avrupa’nın ortasında bir savaşın yol açtığı enerji ve gıda krizlerinin yine kapitalizme büyük darbe vurarak, yüksek enflasyon ve durgun ekonomi yani stagflasyon durumu­na getirdiği küresel ekonomiyi takip eden­ler açısından bir ezber niteliğindedir.

Bu durum eğer dünyanın içi de dışı gibi “ceteris paribus” bir uzay düzleminde ol­sa idi durgunluğun talebi azaltarak fiyatla­rın düşmesine yol açacağı yani enflasyonun düştüğü ve düşen enflasyonla da yeniden yatırımların cazibesinin artmasıyla canla­nan bir ekonomi yaratarak, sorununu çö­zebilirdi değil mi? Ne güzel ama hayat teori kitaplarından farklı işliyor!

Geçtiğimiz hafta İngiltere Merkez Ban­kası baş ekonomisti, “yaşam maliyeti ile il­gili tarihi kriz karşısında Birleşik Krallık’ta enflasyonu körüklememek için halkın sa­tın alma gücündeki düşüşü kabul etmesi gerektiğini” vurguladı.” Arjantin merkez bankası artık politika faizini haftalık ola­rak arttırmaya başladı. Politika faizi yüz­de 91’de enflasyonun ise halen yüzde 130’a artması bekleniyor.

Küresel ekonomide artık bol para döne­minin sonuna gelindi hatta ABD ve Avru­pa’da bir kredi krizi yaşanıyor. Enflasyonu düşürmek için politika faiz artışları uzunca bir zamandır söylediğim gibi işe yaramıyor.

Ülkemizde ise yaklaşan seçimlerle sanki ekonomideki yüksek enflasyon ve cari açı­ğın tek nedeni heteredoks politikalarmış gibi servis ediliyor. Oysa yukarıdaki sonuç­lar Ortodoks para politikası uygulayan ül­kelere ait.

Diğer taraftan zamanlaması ve iletişimi­nin tartışılması gereken heterdoks politi­kanın da piyasalarda yarattığı çoklu kur, çoklu faiz gözden kaçırılmamalıdır. Ancak ekonomide halen ağırlıklı üretim emek yo­ğunsa ve gerek enerji gerekse de ithalat ba­ğımlılığı nedeniyle cari açık yaratıyorsak konuşulması gereken bu ülkeye “yüksek fa­iz” pahasına getirilecek sıcak para değil , “üretimde yapısal dönüşüm” olmalıdır.

Seçimlerden sonra kim kazanırsa kazan­sın milletçe acı reçeteye maruz kalacağımız kesinken reçetenin popülist etkilerinden ziyade ne kadar dozajla ve sürede maruz ka­lacağımız konuşulmalıdır.

Küreselleşmeyi başlatan ABD ve avene­si Avrupa bile artık üretimde giderek mil­lileşirken (ABD’nin IRA’sı Avrupa’nın yeşil üretim dönüşümü) Türkiye’nin başkalaşan küresel düzlemde jeoekonomik üstünlüğü­nü ortaya koymak adına milli sanayileşme­ye ikili dönüşümle (dijital ve yeşil) beraber ağırlık vermesi ve bunu benimsediği dış politika açılımıyla da stratejik bir biçim­de kullanıyor olması devlet aklının açık bir göstergesi olacaktır. İşte bu nedenledir ki daha fazla Togg’lara (markalaşmaya), IHA, SİHA’larda olduğu gibi savunma ve savun­ma dışı alanlarda da teknolojik ve stratejik hamleler yapılmasına ihtiyacımız var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024