AKP bu hikayeyi yazabilecek mi?

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF dunyaweb@dunya.com

DÜNYA’da Osman Arolat’ın geçen pazartesi günkü yazısının başlığı “Durmuş Yılmaz ‘Ülke olarak yeni bir hikayeye ihtiyaç var’ diyor”. Arolat, Merkez Bankası’nın önceki başkanı ile yaptığı sohbette, Yılmaz’ın Türkiye’nin yüzde 3.5-4’lük bir büyüme oranına oturduğunu, bunun yetmeyeceğini, büyümenin hızlandırılması için yeni bir teşvik mekanizmasını içeren yeni bir ülke hikayesine ihtiyacımız olduğunu söylediğini aktarıyordu. Yılmaz, tüketime dayalı, cari açıkları artıran büyüme modelinin tıkandığı, yeniliklere (inovasyonlar) dayalı, katma değeri yüksek ürünler üretimine imkan verecek bir büyüme modelinin şart olduğu görüşünde. Ürün ve süreç yeniliklere, daha açık ifadeyle teknolojik gelişmeye dayalı büyüme modeli son zamanlarda epeyi tartışılıyor. İnovasyondan söz edilmediği gün hemen hemen yok. Teknolojik gelişme olgusunun büyüme modellerine dahil edildiği yıl 1956. Konuyla ilgili ilk çalışmaları yapan 1987’de Nobel Ekonomi Ödülü'nü alan Amerikalı iktisatçı Robert Solow. Solow’un açtığı yoldan sonraları çok iktisatçı geçti; model daha da geliştirildi. Şimdi gelinen noktada, teknolojik gelişmenin ancak

başarılı araştırma-geliştirme faaliyetleri sonucu ortaya çıkabileceği; bunun ise eğitim ve insana yapılacak yatırımlarla mümkün olduğu görüşünde hemen herkes hemfikir.
***
Durmuş Yılmaz, yeniliklerin önemine binaen, icabında müteşebbislerin evlerine bile gitmemelerini, yatırım yapmalarını salık verirken, Merkez Bankası’nın da reeskont kredileriyle bu yatırımları desteklemesi gerektiğini belirtiyor. Finansal kaynak şüphesiz önemli, fakat yeterli değil. Zira sonuçta, teknolojik gelişmeyi başaracak olan insandır. Yeterli ve çağın gerektirdiği eğitime sahip insan gücünüz yoksa parasal kaynağın da hiç bir önemi kalmaz. Büyük buluşların dönemi geçti. Teknolojik gelişme yüzyıl öncesine göre daha yavaş. Bugünden yarına, Türkiye’nin
bu büyük değişimi gerçekleştirmesi büyük bir irade gücü ve sebat gerektiriyor, yoksa sadece lafta kalır. İşimiz hiç kolay değil. Verimliliği artırmak, maliyet düşürmek amacıyla ülke arayan ve iç pazarın büyüklüğünün cazibesine kapılan yabancı sermaye yerine, Türkiye’yi bir ihracat üssü olarak gören yatırımlar peşinde koşmalıyız. Bu tür doğrudan yabancı sermayeyi çekebilmek diğerlerine göre daha zor. Bunun için eğitim sistemi modelin gerekleri doğrultusunda değiştirilmelidir. Laik, aklın önderliğini rehber edinen bir eğitim sistemi oluşturulmadan bu hedefe
ulaşılamaz.
***
Batılılaşma düşüncesi ve demokrasi etrafında birleşen laiklerle, İslamcı düşünce ekseninde bir araya gelen gelenekçi çevreler arasındaki mücadele Osmanlı'dan bu yana devam ediyor. İktidarının ilk yıllarında kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlamasından esinlenilerek, Avrupa’nın Hristiyan-Demokrat partilerine benzetilen AKP’nin, son yıllarda izlediği iç ve dış politikayla bu partilerle arasında hiç bir benzerlik olmadığı ortaya çıktı. İslamcı basında, isim vermeden, Erdoğan’ın Mısır’da zamanın Devlet Başkanı Mohamed Morsi’ye laik-demokrat bir düzen kurma yolundaki tavsiyesini sürç-i lisan olarak nitelendiren; AKP’nin ulus toplumu, ümmete dönüştüreceği; demokrat-laik devlet yapısının uzun vadede yerini İslamcı devlet yapısına terk edeceğini ileri süren yazılar artıyor. Bunlar, AKP kurulduğunda Erdoğan’ın, Parti’nin İslamcı olmayacağı; üyelerin sadece Müslüman demokratlardan oluştuğu, AKP’nin merkez sağ parti olduğu şeklindeki açıklamalarına taban tabana ters düşünceler.
***
AKP, Durmuş Yılmaz’ın hayalindeki bu hikayeyi bundan sonra yazabilir mi? Bir türlü bitmek bilmeyen kutuplaşmalara bakılırsa bu çok zor. Seçim süreci oldukça sıkıntılı geçecek. Çalkantılı bir döneme doğru yol alıyoruz. Siyasi gerilim daha da artarsa, zaten cüz’i miktarda olan yatırımlar iyice azalır. AKP tüzüğü gereğince üç dönem arka arkaya milletvekili olan siyasiler, haziran seçimlerinde aday olamayacaklar. Bunlardan biri de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan. Babacan, uzun vadeli ekonomik başarı ve gelişmiş bir ülke olabilmek için seçimlerin yeterli olmadığı, bunun yanında güvenilir bir hukuk sisteminin de olması gerektiğine inananlardan.Yenilenen milletvekillerinin yerini alacak olanların, Parti’nin siyasetinde Sünni-İslamcı düşünceye dayalı son değişiklikleri ve otoriter idare yapısını tasvip edenler arasından seçilmesi muhtemel. Bunun sonucu, AKP’nin Osmanlı-İslam kültürünü benimseyen, Batılılaşmayı tarihi bir yanlış olarak nitelendiren Milli Görüş çizgisine daha da yakınlaşması olacaktır. AKP içindeki demokrat-laik ve liberal düşüncedeki siyasiler bunu nasıl karşılar bilemeyiz ama, merkez sağ ve soldaki boşluğun Türk demokrasisinde büyük yara açtığı bir gerçek.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016