Arabayı sürmeden gitmek işletmeyi işletmeden kazanmak

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Geçen yazıda işletme yönetimi konusunda son yıllardaki en önemli gelişmenin işletmecilikle işletmenin birbirlerinden ayrılması olduğunu söylemiş ve bir mecaz kullanarak yöneticiyi sürücüye, işletmeyi de arabaya benzetmiştik. Bu konuyu burada bırakmayacağımızı da eklemiştik. Sürücünün arabayı niye sürdüğü konusundan başlayarak devam edelim. Dikkatli okurlar hatırlayacaklar; bir işletmenin tek amacı olduğunu ve bunun da 'Kârını geçtiği dönemden; rakiplerinin kârlarından ve işletmenin işine devam edebilmesi için yeterli sayılacak kârdan yüksek tutmak' olduğunu söylemiştik.  Yani bir işletme bu amacı gerçekleştirmek için kurulan bir örgüt olarak tanımlanmıştı.  Amacımız para kazanmanın yollarını anlatmak değil. Para kazanmak başka bir şey. Sürücü bir yerden bir yere gitmek için arabasını o aracın yapılma maksadına uygun sürmek zorundadır. Yöneticiler ise para kazanmak için işletmelerini onların kuruluş amaçları dışında kullanabilirler. Bu cümle önemli çünkü işletilmeden para kazandıran işletmeler var. Gerçi bu yolları hemen herkes şöyle veya böyle biliyor ama (Bunu o yollara değindiğim konferanslarımda dinleyicilerin yüzlerine yayılan gülümsemelerden anlıyorum) yine de yasa ve genel ahlak dışı yolları bir kenara bırakarak iki tanesine bakalım. 

Bunlar arabanın değişik modelleri. Bir kere bir yerden bir yere gitmeye niyeti olmayan arabalar var. Bu arabalar sırf bahane. Bir de eski model arabalar var. Bunlar da zamanında bir yerden bir yere gitmişler ama o zaman ortada başka araba yokmuş. Yoksa hiç şansları yok.

Bir yerden bir yere gitmeye niyeti olmayan arabalara bir bakalım. Söz gelimi, bir aralar Türkiye'de ithalat veya ihracat permisi satarak para kazananlar vardı. Şu veya bu şekilde, temiz veya torpille cebine bir permi koyanlar ithalat veya ihracat yapmadan bu kağıtları satarak para kazanıyorlardı. Perminin kendisinin pazar değeri perminin verildiği işi yapmaktan gelecek kardan daha yüksek olabiliyor ve işletme işletilmeden para kazandırıyordu. Tanzanya'nın büyük ve zengin şirketlerinden biri fıstık ihracatı, beyaz eşya ithalatı ve bankerlikten oluşan bir iş sahasındaydı. Fıstığı çok düşük bir karla Hindistan'a ihraç ediyor, İngiltere'den ithal ettiği beyaz eşyayı iç pazarda zararına satıyor ve yerel işletmelere döviz kredisi veriyordu. Fıstık işi çok az kârlı, beyaz eşya işi zarardaydı. O zaman Muhammad Bey'e (sahibinin adı) "Beyefendi bu fıstık ve beyaz eşya işini bıraksanız da bankerliğe odaklansanız" demez miydiniz? Ben demedim. Çünkü fıstık dövizi getiriyor, dövizin bir kısmı yerel paraya çevrilip fıstık alımına diğer kısmı ise bankerlik kurumuna fahiş faizlerle satılmak üzere veriliyordu. Muhammad Bey'de işte böyle para kazanıyordu. Fıstık ve beyaz eşya ithalatı işletmeciliğinden değil.  Bir diğer ülkede bayilerden bilmem kaç ay öncesi alınan teminatlar bankaya kırdırılarak kar ediliyordu. Bir başka ülkede malı yerel üreticiden vadeli alıp peşine satan ihracatçı gelen yabancı paraları içerdeki mali piyasalarda değerlendirilerek ihracatın getirisinin üstünde paralar kazanılıyordu. Üretici de bekliyordu.  Enflasyonun yüksek olduğu bir ülkede eski stokları yeni fiyatlarla satarak büyük paralar kazanılıyordu. Benim bahsetmek istediğim araba bu model bir araba değil.

Bir de 1950'ler modeli arabalar var. Bunlar ülkemizde pek çoktu. Ben 1950'lerde daha çocuktum. O zamanlar televizyon yok, kapalı sinema nadir ve ulaşılması zordu. Ama yazlık sinemalar okul tatillerine de denk geldiği için popülerdi. O zamanlar kışın oduncu yazın da sinema olarak çalışan Kadıköy'deki Yoğurtçu Park sineması saat 20:00'de başlar iki yerli filim gösterirdi. İşte 1955-1957 arası o sinemada adı 'Şimal Yıldızı' olan bir Türk filmi seyrettik. Başrollerde Kore'de savaşan kahraman yüzbaşıyı temsil eden rahmetli Ayhan Işık ve onu esir eden Çinli generali oynayan rahmetli Atıf Kaptan vardı. Tabii ben ne kadar Hülya Avşar hanımefendiye benziyorsam Atıf Kaptan'da o kadar Çinliye benziyor. Yarım kilo makyaj altında, göze çekilen rastıkla Çinliye benzetilmeye çalışılmış. O zamanlar biz de o kadar seçici değiliz. Atıf Kaptan Çinliye benzese de benzemese de bizce nefretik. Neyse Ayhan Işığı Kızılderili usulü bir direğe bağlamışlar, ellerini yukarıdan asmışlar, göğüs bağır usul gereği gömlek yırtılarak açılmış. Atıf Kaptan Ayhan'a işkence yapıyor ve soruyor "Kaç kişisiniz?" diye. Tabii nereden bilsin Çin'e gazete girmiyor ki yoksa gazeteler yazıyor bütün Türk Tugayı zaten 5 bin kişi falan doğru hatırlıyorsam. Yoksa Ayhan'a niye işkence yapıp vakit kaybetsin. Tabii Ayhan'ı işkence filan korkutmuyor. İşkencenin bir noktasında Ayhan gücünün kalan son kırıntılarıyla Atıf Kaptan'ın suratı budur okkalı bir tükürük savurup "On yedi milyon" diye bir nağra attı. Sinemayı dolduran ahali bundan çıkarılabilecek tek sonucu çıkardı. Biz tüm Türk halkı tek vücut oradayız ve alkışlar koptu. Diyeceğim 1950'lerde memlekette 17 milyon kişi varmış.

Derken 1950-1980 arası köyden kente göç zıvanasından çıktı ve nüfus 60 milyona dayandı. Talep patladı. Üretici hemen her alanda bir iki taneydi. İşletmeler yok satıyordu. Ne içerden ne dışarıdan rakip yoktu. O zamanlar kurulmuş bir şirketin patronu 1990 yılında bir yemekte şikayetçi olmuştu "Nerde o günler! İş yapmak kârlıydı!" dedi.  Şirketinin eski müşterilerinden biri olarak bayilerinden "Efendim ne yapalım siz paranızı peşin yatırdınız, biz şirkete hem teminat yatırdık hem de sizin peşinatınızı çoktan gönderdik onlarda bunları tepe tepe kullandılar. Siz iki aydır beyaz renkli bekliyorsunuz ama şirket bize pembe gönderdi isterseniz alın, almazsanız müşterisi hazır onlara satarım, siz beklersiniz onlarda sizin paranızı kullanmaya devam ederler" hikayesini çok sık dinleyip sinir krizleri geçirmiş olduğumdan o patrona sempatilerimi sunmamıştım.  Dedim ya benim anlatacağım araba bu 1950 modeli araba da değil.

Benim anlatacağım araba bir yerden bir yere diğer arabalarla boğuşa boğuşa, tekerleklerine çomak sokula sokula  gidip yarış kazanmak isteyen araba. 

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019