Ben söyler ben dinlerim ahımı

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Rahmetli babamın güftesi ve kürdili hicazkar bestesi kendine ait bir şarkısı vardı. Güftenin bir yerinde “Ben söyler ben dinlerim ahımı şarkı diye” derdini anlatamamanın hüznünü dile getirmişti. Dr. Hazım Gökçen makam için “Kürdili hicazkar makamı yakıcı başka bir deyimle insanın gönlünü yangın yerine çeviren bir makamdır” diyor. Demek ki rahmetli pederin makam seçimi pek yerinde olmuş. Ben Kanuni Hacı Arif Bey’in torunu olmama karşın ne beste yapabildim ne de bir enstrüman çalabildim. Genetik miras bir yere kadar. Ancak, icracı olarak, o da gençken, sesimin gürlüğü ve tınısı beğenilirdi. Neyse, benden bahis yeter. Bunları anlatmamın nedeni benim de ‘ben söyler ben dinlerim ahımı’ şeklinde bir derdim olması.

Bilmiyorum kaç kere yazdım. Pazarlama kalemşorlarının ve çenebazlarının bu kariyer dalına dişe dokunur bir faydaları olmamasının üstüne zararları da pek boldur. Ne yazık ki bunların ürettikleri incir çekirdeğini doldurmayacak, kuramsal hiç bir temele dayanmayan, spekülatif nasihatler hale okur ve dinleyici bulurlar. Bunların o kadar çok örneği var ki yazmaya kalksan kitaplar dolar. Bir kaç yazımda onlara değinmiştim. Kuram kılığında safsataları bir kenara bırakırsanız, bir de uydurma branşların yaratılması hadisesi var. University of Massachusetts’de hocalık yaptığım sırada meslektaşlardan bir hanım hoca yardımımı istemişti. Yardım istediği konu yazmakta olduğu ‘direkt marketing’ kitabının örnekleme bölümünü benim yazmamdı. Direkt marketing denilen şey önceleri tanıtım materyallerinin müstakbel müşterilere adrese postalanmasının ötesinde bir şey değildi. Şuradan buradan hedef pazarlara dahil olduğuna inanılan kişilere ait posta adresleri satın alınır sonra onlara tanıtım materyalleri postalanırdı. Bazıları çok uzun olan bu listelerden materyallerin kimlere gönderileceğine karar vermek için örnekleme yapılırdı. Genellikle basit rastlantısal örnekleme (simple random sampling) yapılırdı. Hanım hoca da kendisinin direkt marketing uzmanı olması dolayısıyla örnekleme konusundaki bilgisinin yetmeyeceği gerekçesiyle basit rastlantısal örnekleme nasıl yapılır bölümünü benim yazmamı istiyordu. Yahu profesör olmuşsun benim ODTÜ 3. Sınıf öğrencilerime sorsam onlar yazar diyemedim. Meğer pazarlamada direkt marketing diye apayrı bir kol varmış!!

Bu uydurma bölünmelerden bir sürü var. Söz gelimi bu tür suni branş yaratma uzmanı Philip Kotler’e ait sosyal pazarlama var, kavram pazarlama, bahsettim direkt pazarlama ve de Fransızcadan ukalalık piece de resistance, yani en önde geleni, hizmet pazarlaması ve ürün pazarlamasının ayrıştırılması. Bu ayırımı da ünlü Kotler’e borçluyuz.

Son zamanlarda ‘müşteri memnuniyeti’ başlığı altında yapılan çalışmalar bir anlamda hizmet ve ürün pazarlaması diye yapılan bir ayırımın ne kadar anlamsız olduğunu açıklar mahiyettedir. Defalarca yazdım. Ürün pazarlaması diye bir şey yoktur. Bir malın alımı o maldan haberdar olmaktan başlayarak malın tüketimine uzanan bir hizmetler zinciridir. Mal hizmet sunmanın bir vesilesidir. Ne maldan potansiyel müşterileri haberdar etmekle iş biter nede müşteri malı alınca. Buzdolabı diye bir şey satılmaz. Buzdolabı insanlara evlerinde yiyeceklerini koruma, soğuk içilecek şeyleri soğuk içme olanağı sağlama gibi bir hizmete aracıdır. İnsanlara gözlük satılmaz. Gözlük görme bozukluğuna yardım, güneşten gözleri koruma ve hava atma aracıdır. Bu malları satanlar sadece mal sattıklarını zannederlerse büyük hata yaparlar. İlle de ürün ve hizmet pazarlaması ayırımı yapmaya mecbur değilseniz ki, değilsiniz, biliniz ki ne satıyorsanız sattığınız bir hizmettir. Şimdi merak ediyorsunuz “Hoca yine tersinden kalkmış. Bu nereden çıktı?” diyerek. Anlatayım efendim. Bir kere maalesef bizde ciddi bir ahlak sorunu var. Geçen yazılarımdan birinde “sözünü tutan” işletme diye bazı konuları işlemeye çalışmıştım. Hemen her konferansımda olması gereken vasıfları üstünlük diye göstermeyin derim. Soruyorsunuz “Ahmet nasıl biridir?” diye cevap veriyorlar: “Namuslu biridir”. Yahu! Elbette namuslu olacak. Namuslu olmak ne zaman bir farklılaştıran özellik oldu? Adam namusluysa bu haber değildir. Eğer namussuzsa belki o haber olabilir. “Hasan usta nasıl biridir?” el cevap: “İşini iyi bilir”. Adı ustaya çıkmış biri elbette işini bilecek. Bu haber değil, eğer zanaatını bilmiyorsa belki bu haberdir. Şimdi işletmecilik okullarında ahlak dersleri de veriliyor galiba. Yahu ahlakın dersi olur mu? İyi ahlaklı kime denilir kim otursa yarım sayfada özetler. Yalan söyleme, sözünü tut, doğru söyle, insanları aldatma, enayi yerine koyma, çalma, çırpma, emanete hıyanet etme, vs. Bunun tahsille bir ilgisi yok. İşletmecilikle de bir ilgisi yok. Din, imanla hiç ilgisi yok. Ahlaksızlığın bahanesi de yoktur.
Geçenlerde bir ‘engelli oto-park yeridir’ işareti lazım oldu. Bodrum Turgut Reis mahallesinde bir adı reklamcı olan ama daha çok görsel ilan, tabela falan gibi şeylerle uğraşan bir yere gittim. Bir karı koca işletiyorlarmış. “İşleriniz nasıl?” diye sordum. “İyi” dedi. Ben de “İyi bari kime sorsam bir vur bin ah işit kaseyi fağfurdan misali şikayetçi. Üstelik sizin yaptığınız işi yapan bir sürü yer var. Onlar şikayetçi” deyince hanım kız bana “Efendim biz sözümüzü tutarız. Vaat ettiğimiz işi vaat ettiğimiz zamanda teslim ederiz onun için bizi tercih ediyorlar” dedi. Bak sen şu işe!! Ahlak sahibi olarak sözünü tutmak ne zaman farklılaştırıcı bir haslet oldu bilmiyorum.

Birde bunun üstüne yaptığı işin farkında olmayanlar var. Birçok üretici-satıcı hizmet sattığının farkında bile değil. Herhalde bizim kültürümüzde hizmet etmek hizmetçilik sayılıp hor görüldüğünden milletin ağırına gidiyor. İnsanlar kazara hizmet sunar gibi göründüklerinde sanki işleri o değilmiş de müşteriye kıyak çekiyorlarmış gibi muamele ediyorlar. Her vatandaşın bildiği gibi bizde iş yaptırmak zor iştir. Hanımla ben mutfağımızı yenileyelim dedik. Demez olsaydık. Bodrum yarımadasının güya en ünlülerinden olan, adına B-Mutfak diyelim, bir şirkete uğradık. Uğramaz olaydık. Bizi bir ‘danışmana’ yönlendirdiler. Adına Sercan diyelim. Mutfağımızı ısmarladık. Hanım 8 Mayıs tarihinde teslimat rica etti. Tarih 29 Mart. Çok yoğunlarmış. Sanırsınız uzay mekiği imal ediyorlar. Sercan “Ben 5 Mayıs yazayım bir kaç gün gecikme olabilir” dedi. Aferin dedik. Anlaşmanın yarı parasını ödedik. Mutfak iki ay sonra, 28 Mayıs tarihinde yarım yamalak geldi. Bu yazıyı yazarken tarih 2 Haziran daha mutfak evyeleri takılmadı. “Evye taşeronu uluslararası bir marka. Adına Frank diyelim. Efendim evyeyi takacak adam çok meşgulmüş!! Bir komşum bu firmaya o kadar sinir olmuş ki evindeki tüm Frank marka beyaz eşyanın üstündeki markaları bantla kapatmış. Aklınızda olsun Frank marka mal almayın.

Ölçüm hataları, unutulan parçaları saymıyorum ama daha çarpıcı bir kaç örnek vereyim. Dolabın birinin alt ışıkları unutulmuş!? Dolap geri gitti ve geldi. Işıkları takmışlar ama dolabı duvara monte eden ‘usta!!’ ışığın kablosunu dolabın arkasında unuttuğu için para verip çağırdığımız elektrikçi bu beceriksizliğe şaştı kaldı ve “Kabloyu bulun ışığı bağlayayım” dedi gitti. Taş tezgahı yapıştıran taşeron usta aspiratör elektrik kablosu deliğini taşın altında unuttu. Tesadüf ben oradaydım “Aspiratör nereye bağlanacak?” dedim. Usta yardımcısı “Elektrik deliği (buat demek istiyor) yok” dedi. “Nasıl yok ben biliyorum var üstelik yanında aspiratör buatı yazıyor” dedim. Allahtan daha yapıştırıcı kurumamıştı da söktüler. Taşta delik açıp bir daha yapıştırdılar. Sercan bir de “Bayram geliyor ödemenin geri kalan kısmını yapabilir misiniz?” diye sormaz mı? Bir dostuma da benzer şeyler olmuş. Fayansların arkasında unuttukları buatı televizyon dizilerinden öğrendikleri ve olur olmaz vesilelerle zırt vırt kullandıkları, manasız ‘aynen’ ve ‘sorun yok’ sözcüklerini kullanıp döşenmiş fayansları sağdan soldan delerken duvardaki bütan gazı borusunu da delmişler. Bahane ehil usta! Bulamıyorlarmış!!! İşi almayın o zaman kardeşim.

Aslına bakarsanız bunlarla uğraşacağıma iki kitap okurum daha iyi ama eşek yerine konmak ağırıma gidiyor. İşlerini yüze göze pervasızca bulaştırıp kabahati birbirlerine atan ulusal, uluslararası işletmeler, taşeronlar, bağımsız ustalar önce ahlaklı olmalıdırlar. Eğer Bodrum Yarımadası’nda yaşıyorsanız aklınızda olsun B-Mutfağın kapısını açmayın. Türkiye’de oturuyorsanız Frank marka mal almayın yoksa insanın gönlünü yangın yerine çeviren! kürdili hicazkar makamının müptelası olursunuz. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019