Birbirimizden sonsuza dek uzaklaşıyor muyuz?

İnsan, hem iç benliğiyle hem de dışarıdan gelen uyarılarla örgütlenmiş bir varoluştur. Bu varoluşun temeli, diğerleri ile birlikte olmak, onlardan onay almak, saygı görmek ve sevgi bulabilmektir. Doğru “ilişki” kurmak, insanların toplumsal gelişmeleri yanı sıra birer birey olarak büyüme ve olgunlaşmalarına da izin veren olgudur. Ve sanırım bundan giderek uzaklaşıyoruz.

Arthur Schopenhauer, Parer­ga ve Paralipomena ya da Kı­sa Felsefi Denemeler eserinde kirpi çıkmazını anlatır. Bu aynı zamanda modern zamanın ileti­şim çıkmazını anlatan bir zaaftır:

“Soğuk bir kış sabahı çok sa­yıda oklu kirpi, donmamak için birbirine yaklaşır. Az sonra, ok­larının farkına varırlar. Sonra ay­rıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaşırlar. Soğuk­tan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkla­rı ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül ede­bilecekleri bir noktaya ulaşınca­ya kadar sürer. İnsanları bir ara­ya getiren de herhangi bir neden­dir. Üstelik kendilerine dönük bir nedendir bu.

İlk önce iç dünya­larının boşluk ve tekdüzeliğini ortadan kaldırmak için bir ara­ya gelirler. Birbirlerine ters ge­len özellikleri ve tahammül ede­medikleri hatalar ise onları bir­birinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri bir sınır oluşur. Bu sınır, nezaket ve görgünün belirlediği ortak nok­tadır. Hatta bu uzaklıkta durama­yanlara, İngilizcede “keep your distance! (Mesafeni koru!)” tabi­riyle cevap verilir. Bahsedilen sı­nır, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusunun kısmen karşılandığı yerdir. Üstelik bu noktada okla­rın acısı da hissedilmez. Bir de kendi iç sıcaklığı yeterince yük­sek olanlar, diğerlerine sıkıntı vermemek ve sıkıntı çekmemek için, topluluklardan uzak durma­yı tercih ederler.”

İşte, insanların da birbirleri ile iletişimi bu şekildedir. Peki, bu­günlerde olumlu iletişim özel­liklerimizi kaybetmeye mi baş­ladık?

İnsanın en temel ihtiyacı yarına kalabilmektir
Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon, bunun için bir du­varı yıkar. Japon evlerinde genel­likle iki tahta duvar arasında, çu­kur bir boşluk bulunur. Duvarı yı­karken, orada, dışarıdan gelen bir çivi ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde, kendini kötü hisse­der ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çi­viyi görünce. Muhtemelen bu çivi, on yıl önce, ev yapılırken çakılmış­tı. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan on yıl boyunca yaşamayı başarmıştı?

Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan on yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı. Sonra bu kertenkelenin on yıldır hiç kı­pırdamadan nasıl yaşadığını dü­şünür. Ayak çivilenmişti! Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar "Ne yiyor acaba?" diye. Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir, ağzında taşıdığı yiyecek­le... İnanılmaz! Adamı sersemle­tir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kerten­kele, on yıldır diğer kertenkele ta­rafından beslenmekteydi...

Sevgi, birliktelik, yakınlık, ilgi, vefa, sa­kata ya da diğer güzel şeyler… Bu­rada sosyalleşmekten bahsedi­yoruz. İnsanın en temel ihtiyacı yarına kalabilmektir. Bunun için öğrenmeye, gelişmeye ve uzlaş­maya çalışır. Bunlar, insanı hare­ket ettiren sistemlerin temelidir. İnsan, hem iç benliğiyle hem de dışarıdan gelen uyarılarla örgüt­lenmiş bir varoluştur. Bu varolu­şun temeli, diğerleri ile birlikte olmak, onlardan onay almak, say­gı görmek ve sevgi bulabilmektir. Bunun için kendimizi ifade etme­ye ihtiyacımız var.

Hemen “milenyum tutumuyla” devam edelim: İnsan gücü ilişki­si, o insanın iletişimi kadar. Yani iletişimin kadar varsın. Ya da ile­tişiyorsan varsın. O halde ne du­ruyorsunuz, iletişebildiğiniz ka­dar iletişin. Yeni dünyanın kuralı bu. Bu dünyanın yıldızı da siz ola­caksınız(!) Ne kadar fazla arka­daşınız varsa o kadar iyi. Ama bu­nu göstermek zorundasınız.

O zaman sosyal medyada daha fazla görünün. Görünmekle kal­mayın, ifşa olun. Nasıl yapabilir­siniz: İlk önce bol arkadaşlı bir fo­toğraf lazım. Lazım çünkü insan­lar sosyal olduğunuzu anlasın. Asosyal olanları kimse sevmez, biliyorsunuz. Gözlük takmadığı­nız halde gözlüklü bir fotoğrafı­nız da olsun. Ne alakası var deme­yin, seni daha “cool” gösterecek­tir. Yani kendinizi kategorize et demek istiyoruz. Bugün katego­rize olmayan kimsenin şansı yok.

Sadece iletişmek ihtiyacınız­dan bahsetmiyoruz. İletişim, tek­noloji, paylaşma, sosyal medya, sponsorluk, para harcama, mut­luluk gibi konular var. Sosyalleş­me ihtiyacı ve kaçınılmazlık gi­bi etkenler, insanları sosyal med­ya kullanmaya yönlendirirken, bir yandan da tüketim kültürü­nü canlandırıyor. “Diğeri” tara­fından beğenilir olmanın şar­tı, sahip olmak. Ardından kıska­nılır olmak, takip edilmek gibi prensiplerle iş derinleşebilir ama mutlaka tüketmeye muktedir ol­manız gerekiyor.

Malum, çağ iktidar sahipleri­nin çağı. Öyle ya, kişinin kendisini ortaya koyabileceği, beğenilerini paylaşabileceği ve şekillendirebi­leceği, birbirlerini takip edip ileti­şime geçebilecekleri bu platform tüketimin motoru. Bu tür bir sos­yalleşme pek çok kişi tarafından gerçekleştirildiği için kendi içe­risinde kaçınılmazlığı da doğuru­yor. Yani kaçınılmaz olarak tüke­tiyorsunuz çünkü diğeri de tüke­tiyor. İşin kuralı, ayak uydurmak.

Bakın durum açıktır. Her iliş­kinin canlılığını sürdürebilme­si için beslenebilmesi gerekir. İyi bir birlikteliğin beslendiği gıda­lara ancak iyi bir iletişimle ula­şılabilir. Bu, çiçeğinin büyümesi için verdiğin su ya da arabayla se­yahat edebilmek için koyduğun benzin gibidir. Çiçek susuz büyü­mez, araba ise benzinsiz gitmez. İnsani ilişki de emek verilmeden gelişmez. İlişki insanlar arasın­daki bağdır. Bu bağ olumlu da ola­bilir, olumsuz da. Doğru “ilişki” kurmak, insanların toplumsal ge­lişmeleri yanı sıra birer birey ola­rak büyüme ve olgunlaşmalarına da izin veren olgudur. Ve sanırım bundan giderek uzaklaşıyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar