Büyük değişimin sancılarını mı yaşıyoruz?

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF dunyaweb@dunya.com

Yılın ilk yazısında 2015’de ekonomideki seyrin büyük ölçüde siyasetteki gelişmelere bağlı olacağını; Türkiye’nin laik ve demokrat sistemden İslamcı bir idare tarzına yöneldiği yolunda içte ve dışta endişelerin çoğaldığını, bu durumun ekonomi üzerinde de etkilerinin olacağını belirtmiştik. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Merkez Bankası arasında geçtiğimiz yıl başlayan faiz tartışması hız kesmeden devam ediyor. Kutuplaşma sadece karşıt siyasi görüşe sahip taraflar arasında değil; iktidar partisi ve hükümetin içinde de artık gizlenemeyecek boyutlara ulaşmış durumda. Siyasetin ekonomi üzerindeki baskısı arttıkça, ekonomik göstergelerdeki bozulma hızlanıyor. Faiz tartışmalarından etkilenen TL’nin değer kaybının nerede duracağı konusunda bir şey söylemek imkansız. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le New York’da önde gelen yatırım bankalarının yöneticileriyle yaptıkları görüşmelerde ekonomik politikalardan sapma olmayacağına dair taahhütlerinin beklenen etkiyi göstermesi, zedelenen güveni yeniden tesis etmesi zor. Zira, seçimler yaklaştıkça gerginlik daha da artacak, artan gerginlik ekonomik göstergelere de yansıyacaktır. New York görüşmeleri aksi ne kadar iddia edilirse edilsin, hükümetle Cumhurbaşkanı arasında özellikle ekonomik konularda ciddi görüş ayrılıkları olduğunu göstermesi açısından önemli. Bu, bizzat Erdoğan’a yakın gazetecilerin kaleminden çıkan yazılarda da görülüyor.

***
Hükümete yakın yayın organlarının birinde, Erdoğan’ın pasif tarafsızlık değil, aktif taraf olan bir kişiliğe sahip olduğu; faizi baskılamak istemesinin ilkesel bir tavır olduğu, Merkez Bankası ile ihtilafının da bundan kaynaklandığını ileri süren yazar şöyle devam ediyor: “Başçı mevcut kavram ve kurumlar içinde ve Batı'nın kapitalist sistemi içinde, varolan sistem içinde çözüm üretmeye çalışıyor, Erdoğan ipi koparmadan sonuna kadar germe taraftarı. Yüzü, istikameti Batı'ya dönük değil.. Madem yeni bir uygarlıktan söz ediyoruz, risk almamız, bedel ödememiz, şartları zorlamamız gerek diyor... Ortada sadece bir uslûb farklılığı değil, paradigma sorunu var... Bu da aslında geçiş dönemlerinde normal.. Büyük değişim bir anda olmayacak.. Neredeyse bir asırlık bir sistemden çıkıp, yakın geçmişte başarılı bir uygulaması ve bugün genel kabul gören, uluslararası karşılığı olmayan bir modeli uygulamaya koyarken bu tür sorunlar yaşanacak..”
***
AK Parti’nin parti ve hükümet programında bu ifadelerin acaba bir karşılığı var mı? Yoksa, yazarın gönlünden geçenlerin kalemine yansıması, başka deyişle hüsnükuruntusu mu? Batı basınında, Erdoğan’ın yüzünün Batı'ya dönük olmadığı konusunda kuşkuların olduğunu gösteren yazılar uzun zamandan beri var. Tabii şunu da unutmamak lazım; Rusya ve Çin bu karşı çıkılan Batı sistemi içinde kalkınmalarını sürdürüyor. Özellikle Çin, komünist ideolojiye sahip yöneticilerinin Batı'nın sadece teknolojisini değil, kültürünü de akılcı biçimde kendi sistemlerine uyarlamaları sayesinde dünyanın ikinci büyük ekonomisi olabildi. Hem Batı'ya karşı çıkıp hem de Batı'dan sermaye gelmesini beklemenin anlaşılır bir tarafı yok. Sadece insanlar ve şirketler değil, devletler de risk alabilir. Gelişmenin ve ileriye gitmenin bir koşulu da bu. Ama kabul edilebilecek riskler olduğu gibi kabul edilemeyecekler de var. Altından kalkılamayacak risklerin sonuçları ağır olur. Bedel ödemeye gelince; Türk halkının ne için ve kimin için bedel ödeyeceğini bilmesi en tabii hakkıdır.
***
Uygulanan ekonomik model sıcak para girişlerine bağlı olduğundan faiz artışlarından şikayet etmenin pek de bir önemi yok. Bu modelin sürdürülebilir olmadığı, eninde sonunda tıkanacağı zaten biliniyordu. Türkiye’nin kalkınması yeni yatırımlara dayalı, doğrudan sermaye girişlerine bağlı olmak zorunda. Fakat, o alanda da rekabet gücümüzü kaybediyoruz. Eğitime yeterince önem vermeyen, yönetimde şeffaflıktan uzak, demokrasisi geri ülkelerin günümüzde doğrudan yatırımları arttırma şansları yok. Ocak ayı itibariyle sanayi üretimindeki yıllık gerileme yüzde 2.4. Büyümenin sürekliliği dışında istihdam açısından da önemli olan sanayi üretimindeki azalma üzerinde ciddi olarak düşünmek gerekiyor. Yüksek enflasyon, döviz kurundaki artış ve artan siyasi gerilimin zaten yeterli olmayan yatırımları olumsuz yönde etkilemesi muhtemeldir. Cari işlemler açığının finansmanında karşılaşılacak sorun büyüme hedeflerinin altüst olması dışında ekonomiyi de istenmeyen noktalara çekebilir. İflaslara, işsizliğin artmasına, üretim kaybına yol açacak bir krizden Türkiye ekonomisi belini nasıl doğrultur bilinmez.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016