Çelebi ben bu işi çözdüm mü acaba?

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Eskiler 'hafıza-i beşer nisyan ile maluldür' derlermiş. Türkçesi insanın hafızası unutkanlık hastasıdır. Yani daha da Türkçesi insan unutur. Her insan değil tabi. Söz gelimi hanımlar beylere oranla daha az unuturlar. Benim hanım hiç unutmaz. Mesela, bundan elli sene önce hani şöyle alıcı gözle baktığım bir başka hanımı da hatırlar, benim ona alıcı gözüyle baktığımı da. Ve de hatırlatır. Onun için hanımla ağız tadı bir münakaşa edemem. Tam bir şey söylersin sen 17 sene önce öyle dememiştin der hatırlatır. Benim gibi köşe yazarlarına da benim hanım gibi okurlar gerek. Yoksa ben nasıl hanımın hatırlatmaları sonucu terbiye oldum sağa sola bakamam, ağzıma geleni söyleyemem, yazarlara da şunu demiştin diye hatırlatacak okurlar olmazsa yazdıklarını unuturlar.

Sizin de unuttuğunuzu varsayarak ya daha önce yazdıklarının aynısını, ya da tam tersini yazarlar. Kimi "Ben böyle demiştim ama o zaman şöyle idi, böyle idi" der mazeretini arz eder, kimi vurdum duymazdır eskiden ne dediğini hatırlamaz ve hatırlatmaz hatta hatırlatanlara kızar bile. İçlerinden çok azı "Ben böyle demiştim ama halt etmişim" der. Ben eski yazılarımı arada bir okurum. Bakalım ne demişim, ne olmuş diye. Şimdi Kasım 2016'da yazdığım bir yazıya değineceğim.

Yazıda özetle şöyle demişim. Ekonomi tıkırında değilse bu bir tek şeyin iyi gitmediğine işaret etmez. Birbiriyle dolaylı, dolaysız bir sürü şey ters gider. Bunlardan iki tanesi reel sektör dediğimiz sektörü fazlasıyla ilgilendirir: (1) Talebin ya satılan miktar ve/veya eder olarak düşmesi ve (2) Girdilerin pahalılaşması. Sonra da şunu yazmışım "Bu olumsuzlukları ülkemizde halen görüyoruz ama bana soracak olursanız daha ciddi hale gelecekler. Bu iki olumsuzluk temenni ederim kriz seviyesine gelmez. "Ekonomimizin temelleri sağlamdır. Bir şey olmaz" lafı kusura bakmayın ama bana yeterli gelmiyor."

Şimdi gazetelerde çıkan yazılara bakıyorum, haberleri okuyorum maşallah her şey iyi gözüküyor. Bazı haber ve demeçlere göre ekonomi tıkırında. Borsa rekor kırıyor, dolar çıkmıyor, turist sayısı artıyor, ihracat artıyor ve saire. Ama biraz araştırınca bir sürü sektörde talebin genelde satılan miktar olarak düştüğünü bazen de miktar olarak arttığını ama eder olarak düştüğünü ve girdilerin pahalılaştığını görüyorum.

Söz gelimi, TÜİK verilerine göre dayanıklı mallar, yarı dayanıklı mallar, dayanıksız mallar kategorilerinin hepsinde 2015'e göre 2016 yılında ciddi düşüşler olmuş. Bazı kategorilerde tüketim düşüşü yüzde 50'ler civarında. Bu rakam tek kelimeyle korkunç. Bir tek hizmetler kaleminde talep az buçuk artmış. Acaba diyorum ekonomi tıkırında değil mi? Münafıklık etmek istemem ama bana öyle geliyor. Yani talep düşüyor, maliyetler artıyor gibi bir görünüm var. Umarım yanılıyorumdur. Yok eğer yanılmıyorsam reel sektörün canının yanıyor olması gerekir. Kasım 2016'da da aynı şeyi söylemişim ve canınız yanarsa diyerek reel sektörün yapabileceği bazı şeylere değinmişim.

Önce üç şeye iyice bir bakın demişim: "Maliyetlerinizdeki ithalat ağırlığı, girdilerinizin para birimi ve pazarlarınızın iç ve dış çeşitliliği". Sektörden sektöre bu rakamlar ciddi farklılıklar göstermekle beraber Türkiye'de maliyetlerin toplam içinde aşağı yukarı yüzde 20-25'i işçilik, yüzde 40-45'i hammaddedir. Basite indirgerseniz bakılacak şey hammadde girdinizdeki ithalat ağırlığı ve pazarlarınızın çeşitliliği. Benim bildiğim kadarıyla bizde en bizim dediğimiz malda bile ithal girdi oranları katma değer olarak yüzde 30'un altına düşmez. Bu durumda döviz kurları kritik oluyor elbette. Eğer bu rakamlar geçerli ise demiş ve şunları yazmışım: "Bu durumda iki şeyi değişik oranlarda yapabilirsiniz.

Yani çare birbirlerini dışlamayan iki seçenek halinde. Biri likit kalmak, ikincisi stok tutmak. Bu iki çözüm de genel ekonomiye yararlı değil. Nasıl likit kalınır? O göreceli olarak kolay. Likit kalmanın en kısa yolu bulabilirseniz işletmenin tamamını veya bir kısmını satmaktır. Bunu yapanları görüyorum." Her gün gazetelerde futbolcu transfer haberlerinden sonra en sık geçen haber satılan, satılmakta olan, ilgilenilen, 'bakılan' şirket haberleri. Bundan gereksiz yere sıkıntı duyduğu anlaşılan, hisselerinin tamamı yurt dışına satılan bir şirketin eski patronu "Hala bir Türk şirketiyiz çünkü çalışanların yüzde 90'ı Türk" demiş! Bu arada yabancı fonlar da hisse senedi ve tahvil piyasalarında cirit atıyorlar. Demek ki onlar da gelecekten ümitli. Likit kalmak için masrafları ve yatırımları kısmakta bir çaredir. O konuda da şunu yazmışım: "Veya masrafları, yatırımları kısarsınız.

Bunu yapanları da görüyorum. Gelirleri döviz cinsinden olan işletmelerde hazır faizler düşükken borçlanmaya çalışanları da biliyorum. Parayı, söz gelimi, ham madde veya işle ilgili bir konu yerine çabuk paraya çevrilebilecek başka şeylere yatıranlar da var. Likit kalmayı dışlamayan ama ondan değişik bir diğer seçenek stoklara yüklenmektir. Özellikle geliriniz TL girdi maliyetlerinizin önemli bir kısmı döviz kurları cinsindense şimdi hammadde stoklarına yüklenip beklemeye alabilirsiniz. Yani bir anlamda piyasadan mallarınızı çekmeye başlarsınız. Mamul malları kanallarda ve elinizde biriktirebilir, üretimi yavaşlatıp piyasaları beklersiniz. Bunu her işletme yaparsa gerçekten de ciddi bir krize gireriz."

Kuzguna yavrusu şahin görünürmüş. Yani, herkesin kendine ait olan şey çirkin de olsa gözüne güzel görünürmüş. Bana da 2016 Kasım yazım güzel geldi. Sanki bazı şeyleri doğru bilmişim gibi. Bir şeyi daha doğru bilmişim. Uzun uzadıya analizlere gerek yok. Kişisel harcamalarınıza bir bakın. Harcanabilir geliriniz arttıysa talebiniz de artar. Harcanabilir geliriniz azalıyorsa başlarsınız kısmaya. Harcanabilir geliri arttırmanın iki yolu vardır. Ya daha çok üretirsiniz ya da borçlanırsınız. Bizde daha kolay olan ikinci seçenek çok popüler: Borçlanma.

Çelebi ben bu işi çözdüm. Borçlanma konusundaki kuram diyor ki gelecek harcanabilir gelirinizi düşünerek borçlanacaksınız. Yani kurama göre gelecekte cebinize gireceğinizi umduğunuz paraya göre borç alacaksınız. Bunu daha önce niye düşünmedim? İnsanlarımız ve kurumlarımız buna göre hareket ediyorsa korkacak bir şey yok. İşte sizi açıklama.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verileri 2017 yılı Nisan ayı sonunda 2016 yıl sonuna göre özel sektörün yurtdışından sağladığı uzun vadeli kredi borcunun 2,2 milyar dolar artıp 205 milyar dolara, ticari krediler hariç kısa vadeli kredi borcunun ise 1.3 milyar dolar artıp 15.6 milyar dolara çıktığını söylüyor. Demek ki özel sektörümüz ileriye güvenle bakıyor. Güzel dedim kendi kendime.

Vatandaş da öyle. BDDK'ya göre bankalar Haziran 2016 itibarıyla 1.077 milyar TL'si Türk Lirası kredilerden, 493 milyar TL'si yabancı para kredilerinden olmak üzere toplam 1.570 milyar TL kredi kullandırıyormuş. Bu rakamın yüzde 25'i kredi kartları dahil tüketici kredileriymiş. Mart 2017 itibarıyla 1.214 milyar TL'si Türk Lirası kredilerden, 616 milyar TL'si yabancı para kredilerden oluşan toplam kredi tutarı 1,830 milyar olmuş. Bu rakamın içindeki kredi kartları dahil tüketici kredilerinin payı yüzde 24'müş. Beşikteki bebeden hakkın rahmetini bekleyen pire kadar 80 milyonluk ülkede 50 milyon kredi kartı var. Demek ki vatandaş da ileride harcanabilir gelirinin artacağına inanıyor. Yine güzel dedim kendi kendime.

Sonra da "Huysuz ihtiyarlığın lüzumu yok. Münafıklık hiç istemez. Özel sektör ümitli, vatandaş ümitli, yabancı fonlar ümitli, resmi ağızlar elbette ümitli.  Sen anlamıyorsun herhalde. Ümitlensene kardeşim" diyorum. Yoksa özel sektör ve de vatandaşlar bu kuramı bilmiyorlar mı?

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019