Cromwell, Oliver…

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

“We pray that all bonde men may
be made ffre for god made all ffre
wt his precious blode sheddyng”
Robert Kett, 1549,
Aktaran: Hilton (1993, Giriş)

1549 Kett isyanından: “Tüm insanların hür olabilmesi için dua ediyoruz çünkü tanrı hepsini kıymetli kanını akıtarak hür yarattı”. Elbette devrim fikri İngiltere’ye Cromwell ile gelmedi. Yaklaşık 100 yıl önceki Kett ayaklanmasında da Christopher Hill’in “devrim içinde isyan” dediği ve 1640’ların ideolojik/dinsel/ezoterik yönlerine giderek daha fazla eğildiği radikallik uç vermişti: Hill (1991: 14). Bu unutulmaz kitap Hill’in Cromwell, Milton, Bunyan ve 17. Yüzyıl İngiltere’sinde İncil üzerine yazdığı diğer çalışmalarla beraber okunmalı. Eş zamanlı okuma için Thompson (1993) de değerlendirilebilir. John Wycliff de İngilizdi ve Lollard dalgası 16. Yüzyılda bile tam sönmemişti. İlgimizi belki de Levellers, Diggers, Ranters vb. akımların sol yorumlarından çok siyasal kültüre kattıkları dikkat çekmeli. Edward Thompson’un William Blake ve Muggletonians üzerine ölümünden önce yazdığı son kitap da ilgi çekici bir tutmak noktası verebilir: Britanya Marksist tarihçiliği açısından “semptomal” olarak görülmeli. Genel olarak gündelik yaşam ve kültür tarihçiliğine kayışın dışında, sınıf mücadelelerinin ideolojik aktarma kayışlarına yapılan vurgunun artmasının, hatta siyasal kültür ve yaşamı da aşan ve ideolojiyi ‘aktarma kayışından’ çok daha öze yönelik gören bir bakışa meyledilmesinin Marksizm’le ilgili “imkânsızlık teoremleriyle” bağlantılı olmaması mümkün değil.

İngiltere ve İrlanda’nın Commonwealth’inden bahsedilen yıllarda, Kral Charles I’in idamından iki yıl sonra, the Rump Parliament bir mühür/amblem çıkardı. The Rump Parliament, the Long Parliament 6 Aralık 1848’de Albay Pride tarafından basılıp kral yanlısı vekillerden temizlendiğinde geriye kalan parlamentodur. “Sağrı” anlamına gelip, “geride kalanlar” manasında kullanılmaktadır. İngiliz devrimi regalia’sı içinde yer alan bu mühürde “parlamentodaki Kral” yoktu çünkü krallık ofisi ortadan kaldırılmıştı. Ama Lordlar kamarası da yoktu: Sadece halkın egemenliğini temsil eden Avam kamarası vardı. Açıkça, resmi ofis 1651 yılında İngiltere’yi bir sadece temsilciler meclisinin olduğu, soyluluğun halkın içinde eridiği bir cumhuriyet olarak görüyordu.

Bu devrim açıkça cumhuriyetçi bir devrim miydi? Üstelik bu İngiltere’de 17. Yüzyıl bir “İncil yüzyılı” iken mi böyleydi? İskoç Presbiteryenlerinin clericus/laicus ayrımının Yeni Ahit’te olmadığını düşündüklerini biliyoruz: Hill (1994: 44) F.J. Powicke’den aktarıyor. Oliver Cromwell Ocak 1650’de İrlandalılara bu ayrımın Anti-Hristiyan Kilise –yani Papalık, Katoliklik- dışında bilinmediğini, Hıristiyanlığın başlangıcından beri orada olmadığını –ab initio non fuit sic- söylememiş miydi? Hill (1994: 44) bu sözü William Cortez Abbott’un derlediği Cromwell’in yazıları ve nutuklarından aktarıyor. Thomas Carlyle’ın daha çarpıcı ve yorumlarla bezeli 1871 Cromwell edisyonunu kullanmayı tercih ediyoruz. Bilindiği gibi okuma yazma bilen herkesin İncil okuyabilmesi –yani yerel dillere çevrilip ucuza basılmasından sonra- özellikle Cromwell Devrimi sırasında oldukça karışık bir duruma yol açmıştı. Hatta İncil okuyabilmek için okumayı öğrenmek söz konusuydu ve İncil bir okuma kitabı olduğu kadar okumayı öğrenme kitabıydı da.

Devrime götüren ideolojik-kültürel kanallar sadece emblemata, fleta ve neo-Roman etkilerle cumhuriyetçi nehre akmıyordu. Akmıyordu çünkü Cromwell devrimi net biçimde Puritan (roundhead) askerlerin mızraklarının ucunda yükselmişti. Unutulmaz Christopher Hill devrimin bu yönünü de ihmal etmemişti ancak acaba işler orada başlayıp orada mı bitiyordu? Puritan dokümanları bize daha net olarak ne söyleyebilirdi? 1640’ların Protestan iconoclast tavrı ilgimizi daha fazla çekmeyi hak ediyor muydu? Edward Thompson ölümünden sonra yayınlanan son eserinde yüzünü neden William Blake’e dönmüştü?

Peki ya Cromwell? “Model Ordu”, disiplinine rağmen hiç de her emre itaat edecek bir ordu değildi ve siyasetin göbeğindeydi. Buradan kasıt İngiliz Devrimi sırasında ordunun içinde de serbestçe siyaset yapılabilmesidir. Cromwell ordunun eğilimlerine dikkat etmek durumundaydı. Nitekim Tinker Fox isyanını bastırmasına rağmen şu sözleri söyleyebilmişti: “I had rather have a plain, russet-coated Captain, that knows what he fights for, and loves what he knows, than that which you call a Gentle-man and is nothing else.”

Başka bir izlek de mümkün ve bu izlek tarihi bir patikaya işaret ediyor. Pennsylvania, Massachusetts ve Virginia ile ana vatan İngiltere arasında daha 1640’larda mevcut olan çift yönlü bir etkileşimden bahsedilebilir. Massachusetts, Cromwell’e 1641 yılında Reverend (Rahip) Peter Hugh’u göndermişti. Model Puritan İngiltere ordusunun rahibi olan Peter Hugh, Cromwell zaferi kazandıktan sonra hukukta reform amacıyla kurulan Matthew Hale başkanlığındaki komisyonun üyelerinden biri ve en etkili iki hukuk broşürünü yazan isim idi. Quaker mezhebi mensupları da İngiltere’de reform hareketine doğrudan katılmışlardı.

Cromwell savaşı kazanana kadar İngiliz hukukunda yapılabilen en önemli reformlar Star Chamber’in ve High Commission’un lağvedilmelerinden ibaretti. Dolayısıyla asıl hukuki reform iç savaştan sonra gündeme gelebildi ve bu reformda kolonilerden İngiltere’ye Cromwell devrimine katılmaya gidenlerin, Amerikan kolonilerinin adeta takıntılı biçimde giriştikleri hukuki değişimlerde de İngiltere’den göç edenlerin katkısı vardı. İlişki iki yönlü işliyordu. Hatta çoklu akış söz konusu: Dante’den Cromwell’e, oradan Amerikan kolonilerine, İspanyol İkinci Skolastiğinden Pufendorff’a, Grotius’a, Barbeyrac’a ve oradan ABD kurucu babalarına girift bir miras.

Nereden bakıldığına bağlı. Bağımsızlığını kazanmış Amerikan kolonilerinde yönetici, ne kadar yetkisi olursa olsun, kral olamazdı. Ama krallık tümden tarihten silinebilir miydi? İngiltere’de Charles Stuart idam edildikten sonra krallık makamı ortadan kaldırılmıştı. Ancak monarşisiz dönem sadece 11 yıl sürmüştü; krallık 1660 yılında geri gelmişti. Öte yandan kralsız bir demokrasi haliyle tiranlığa sapmaz mıydı? Savaşlarda subayların hedef alınmasının centilmenliğe aykırı bulunduğu bir dünyada kralsız bir demokrasi sadece kadim bir Yunan (Elen) fantazyası olarak görülmüyor muydu? Subaylar vurulursa orduyu oluşturan avamı kim yönetecek, “kara kalabalığın” (ayaktakımı; hoi polloi) yağmaya ve hukuksuzluğa sapmasının önüne kim geçecekti? Daha 6. Yüzyılda Papa Gregory the Great –Gregorio Magno; Gregorius I; Gregor der Große; Grégoire le Grand- sayıca artmakta ama hızla niteliksizleşmekte olan ve artık klasik Latince’yle seslenilemeyecek haldeki bir Hristiyan avama –simplicissima plebecula- hitap edebilmenin yollarını aramıyor muydu? Amerikan devrimini yapan centilmenler elbette sadece Hobbes ve Locke’u, Bayle ve Spinoza’yı, Hume ve Smith’i, Hutcheson, Ferguson ve Mandeville’i, Pufendorf, Grotius ve Stair’i değil, kadim Yunan felsefesinin ışıklı beyinlerini de okumuşlardı ve bu konuda filozofların kaygılarını gayet iyi biliyorlardı. Üstelik sadece Cromwell Devrimi'ni değil 1660 sonrasını ve Şanlı Devrimi de biliyorlardı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019