Dertler birer birer gelmiyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Gerçek hayatta tanık olmuş veya filmlerde seyretmişsinizdir, sokak kavgalarında kalabalık bir grubun saldırısına uğrayan insanlar, “erkekseniz birer birer gelin” diye bağırırlar. Böylece yapmak istedikleri, umutları az da olsa, başarı şansını arttırmak istemeleridir. Hele etrafta olayı gören, gürültüyü duyan başkaları da varsa, bu eşitsiz kavgaya müdahale edip ayırmaları ihtimali de çoğalır. Benzetmek yerinde olur mu bilmem, ama Türkiye, çoğunlukla kendi hatalarından da olsa, şimdi kendisini kuşatan sorunlara karşı tam da böyle bir durumda. Ancak fark şurada ki bu sorunlar dışarıdan müdahalelerle savuşturulacak gibi değil, ayrıca uzaklaştırılmaları da olanaksız. Üstelik sorunlarla baş etmek için yapılacak mücadele, fiziksel kavgalar gibi basit değil, oldukça karmaşık ve zaman alıcı. En kötüsü de, önceki on yılda elimize geçen sorunları bir biri ardından çözme şansımız artık yok. Hepsiyle aynı zamanda cebelleşmek zorundayız. Tabii son iki yılda neredeyse tek uğraşı alanımız haline gelen seçimleri sağlıcakla sonuçlandırıp normalleşmemiz şartıyla...

Farklı bir siyasi elit zihniyeti gerekli

Aslında hükümet de bunun farkında. 2002 yılından beri ülke ekonomisinin yönetiminde bir numaralı sorumluluk mevkiinde olan Babacan, geçen hafta televizyon kanallarında yayınlanan söyleşisinde öncelikli sorunumuzun orta gelir tuzağından çıkarak (gerçi kendisi bunu bu tuzağa düşmeyerek diye ifade etmeyi tercih etti) yüksek gelirli ülkeler ligine katılmak olmaya devam ettiğini, ancak bunun için şiddetle reformlara ihtiyaç bulunduğunu söyledi. Bu bağlamda üretimdeki katma değerin, teknoloji düzeyinin ve iç tasarruf oranının arttırılması gerektiğinin de altını çizdi. Ayrıca üretimin önkoşulu olan yatırımların hukuk sisteminde kapsamlı bir reforma bağlı olduğunu da vurguladı. Eğitim sitemindeki reform ihtiyacı istisnasıyla esas itibariyle geçmiş dönemlerde de zaman zaman ifade ettiği, sadece kendisinin de önemli unsurlarından biri olduğu iktidarın neden sekiz yıldır bu konuda dişe dokunur bir ilerleme sağlamadığını gerçekçi bir analizle dillendirmediği hususlar bunlar. Babacan, bu yeni reform hamlesi yapılamazsa potansiyel büyümenin, bize göre biraz iyimser bir şekilde, yüzde 3-4 düzeyinde devam edeceğini, bunun da makro dengelerin, mali disiplinin ve finans sektörünün sağlığının gözetilmesini gerektireceğini de eklemiş.

Zaten sorun da burada. Günlük siyasetin dinamikleriyle ülkenin hayati ihtiyaçlarının gerekleri arsındaki nazik dengeyi kurabilmek kolay değil. Ama bugün toplumun özellikle örgütlenmiş ve siyaseti etkileme kapasitesine erişmiş kesimlerinin (ki bizim gibi toplumlarda bu kesimlerin büyüklüğü yeni paradigma haline gelen kapsayıcılık ile nitelenemeyecek kadar dar) kısa vadeli refleksleri reform sürecinde kesintilere veya taahhüt edilen reformların sulandırılmasına yol açıyorsa bunun da açıklıkla ifade edilmesi şart. Çünkü bugün hoşnut edilenler dahi, sürdürülebilir olmayan politikaların sonucunda oluşan hasardan ilk şikayet edenler olacak. Siyasal iktidarların reform sürecinin sadece getirilerini değil, maliyetini de topluma etraflıca anlatması ve daha uzun vadeli hedefler etrafında kapsamlı bir toplumsal uzlaşma sağlaması gerekiyor. Bu da bugünkünden farklı bir siyasi elit zihniyetinin oluşması demek.

Dibe vurmayı beklemeyelim

Yakın gelecek için görünen o ki mevcut ekonomik yapılanması, bilimsel ve teknolojik üretim düzeyi, hukuk güvenliği zaafı ve eğitim kalitesi ile Türkiye'nin bir başarı hikayesi yazması ve sıçrama gerçekleştirmesi mümkün değil. Çünkü bu saydığımız faktörlerin hiçbiri üç beş yılda dönüştürülemez. Bu nedenle yapılması gereken bir yandan önümüzdeki beş yıl için gerçekçi ve abartılmamış hedefler belirlenerek başarılı bir konjonktür yönetiminin çıpalarına odaklanılması, öte yandan bütün maliyetleri göze alınarak kararlı bir irade ile ve sulandırmalara izin verilmeden hızlı bir reform sürecinin başlatılmasıdır. İyi planlanmış ve nedenleriyle hedefleri iyi anlatılmış böyle bir politika setinin kısa sürede geniş bir toplumsal destek bulacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Unutulmasın ki bugün görece iyi durumda olan kesimlerde dahi, yarının nasıl olacağını öngörememekten kaynaklanan derin bir tedirginlik kökleşmekte. Bunu anlamak için güven endekslerindeki düşüşe bakmak yeter.

Oysa biz zaten yeterince kalabalık olan sorunlarımıza odaklanmak bir yana, onları unutturacak kadar büyük yenilerini, güvenlik krizlerini ve toplumsal huzurun, güven ve dayanışma ortamının imha edilmesini doğuracak politika yanlışlarını ekleyerek durumumuzu zorlaştırıyoruz. Umarız ki bu hafta sonunda yapılacak seçim sonrasında, son elli yıllık geçmişimizde sıkça yaşadığımız gibi yeniden dibe vurmayı beklemeden fabrika ayarlarına dönmeyi ve asıl gündeme dönmeyi başaralım. Aksi takdirde bu defa geriye alınması imkansız bir düşüş trendine girmemiz kaçınılmaz olabilir. Çünkü unutmayalım ki dünya ekonomisindeki çalkantının bunca uzun sürmesi hayra alamet değil. Küresel düzenin bizim gibi ülkelerin de ayakta kalmasını ve gelişmesini sağlayan tüm parametrelerini kökten değiştiren bütünüyle yeni bir teknolojik çağın ve rol paylaşımının eşiğinde olduğumuzu gösteren işaretler artıyor. Süratle hazırlanmazsak (ki yerli oto konusundaki gelişmeler gibi bunu yapmadığımızı gösteren örnekler var), yeni düzen bize hasar onarımında yeterli desteği ve zamanı vermeyebilir. Sonuçta üst lige yükselmek şöyle dursun, mevcut ligimizde tutunmayı bile başaramayabiliriz. Çok dikkatli olmalıyız.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019