Eskiden de bu model uygulandı, şimdikinin farkı ne?

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Geçtiğimiz akşam küresel siyaset alanında zengin ve özgün içerikler üreten bir sosyal medya grubunun yıl dönümüne davet edildim.

Orada gazeteci arkadaşlarla muhabbet ederken, okuyucularımdan da e-posta yoluyla sıklıkla yöneltilen bir soru yine gündeme geldi: Heteredoks program başarısız oldu şimdi yine ortodoksa geçtik ancak öncesinde de bu politika uygulanıyordu.

Peki şimdikinin farkı ne? Aslında böylesine geniş çaplı bir soruyu bu kadar kısa bir metinde cevaplamak, üstelik de henüz sonuçlarına ulaşılmadan, peşin hükümle karar vermek elbette olanaksız Dolayısıyla sadece belli göstergelerden hareketle bazı noktaları vurgulamak isterim.

Heteredoks konusundaki görüşüme ise 22 Mayıs tarihli yazımdan ulaşılabilir: https://www.dunya.com/ kose-yazisi/secim-ruyasindan-uyanildiginda/694262 Biraz eskiye gidersem; 2002 yılının ilk zamanlarında ekonomi yönetimi IMF’nin onayını alarak “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında” 2002- 2004 dönemini kapsayacak yeni düzenlemeler ortaya koydu. Dalgalı döviz kuruna geçildi, TCMB sıkı para politikası kapsamında enflasyon oranını %35 uygulayacağını, Maliye Bakanlığı da %6.5 oranında faiz dışı bütçe fazlası hedefinde sabit kalacağını belirtti.

“Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” IMF ‘ den tam 16 Milyar Dolar ek gelir sağlamıştır. 2003 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye ekonomisinde, küresel dinamiklerin büyük etkisiyle ki ABD merkez bankası faiz oranını düşürdüğünden bu durum Euro ve TL’nin işine yarar, rezervlerimiz bu sayede güçlenirken, ithal girdiyle Euro bazında yapılan ihrcattan büyük katkı sağlanır. Diğer taraftan, program kapsamında özelleştirmelerden de ciddi miktarda bir sermaye akımı oluşmuştur: 2002- 2011 döneminde yaklaşık olarak toplam özelleştirme tutarı 35,5 milyar dolar seviyesindedir.

Yürütülen program sonrasında devletin ekonomi içindeki payı azaltılmış, yüksek oranlı büyüme oranlarıyla görece düşük enflasyon oranı yakalanmış, kişi başı gelir yükselmiş ve tüketim noktasında bol paralı güzel günler dönemi açılmıştır. Buna karşılık ise büyüme arttıkça ithalat, ithalat arttıkça da dış ticaret açığı ve meşhur cari açığımız zamanla genişlemeye devam eder… Uygulanan programın sekteye uğramasına yönelik ilk sinyaller ise küresel finansal krizle beraber başlar: O zaman aslında gerçekten teğet geçen bir kriz olmasına karşın, sadece etkileri düşündürmeye sevk edicidir.

Ne olmuştur?

 ABD’de başlayan kriz, öncelikli olarak doğrudan yabancı yatırımlarına olan girişi azaltmış örneğin 2009’da özelleştirme geliri yaklaşık 4 milyar dolar düşüş kaydeder, ekonomi yüzde – 4,7 daralır ve işsizlikte önemli düzeyde artış görülür. Bunun da başlıca nedeni elbette dış ticaretteki daralmadır. Bir sonraki yıl olan 2010’da ise büyüme baz etkisiyle yüzde 8,9’a ulaşırken, aynı yıl cari açık ise 34,5 milyar dolar artış kaydeder… Özetle kronikleşmiş bir cari açık artık birincil sorundur. Hükümet krizin yol açtığı işsizliği düşürmek amacıyla yedi önlem paketi hazırlamış ve KOSGEB, KGF kredileri, tarım sübvansiyonları ve dolaylı vergilerde indirimle, işsizlik sigortası düzenlemeleri gündeme alınmıştır

Şimdikinin farkı nedir?

 Henüz dezenflasyon sürecinin bile 2024’ün ikinci yarısında başlayacağı hesaba katıldığında; sadece bazı sinyal etkilerine bakılacak olursa öncelikle IMF’in koşullarından bağımsız olarak; Piyasayla örtüşen, gerçekçi yaklaşım, Eşgüdümlü hareket etme, Hem içeride hem de dışarıda güçlü iletişim, Kredi yönetiminde (yapısal dönüşümü destekleyen, ısrafı engelleyen ve konut, otomotiv gibi ürünlerin fiyatlarını dengeleyici) eskisine göre farklılaşan seçici yaklaşım, Fonlara ve yatırım ortamına karşı geliştirilen farklı anlayış (merkez bankalarının reel getiri sunma hedefi olmadığı gibi parasal istikrarı sağlamaya yönelik hedefleri vardır) açısından değerlendirebilirim. Yazacak çok şey var fakat sadece yukarıdakiler bile kerametin modelde değil anlayışta olduğunun sizce de göstergesi değil midir?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024