Kasvetli ilim

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Son zamanlarda Türkiye ekonomisi hakkında kasvetli tahminler çoğalınca aklıma Carlyle’ın bilinen bir sözü geldi. İşin başında olanlar, iktidarlar genellikle iktisatçılara kızarlar ve onları ‘felaket haberciliği’ yapmakla suçlarlar. Daha akademik olan öfkeliler iktisatçıları iktisat ilmine İskoçyalı yazar ve felsefeci Thomas Carlyle’ın yakıştırdığı ‘kasvetli ilmin’ (dismal science) mensupları olmakla küçümserler. Bir çok kişinin sandığının aksine Carlyle’ın iktisat ilmine kasvetli demesinin nedeni Malthus gibi iktisatçıların nüfus artışı ile ilgili kasvetli tahminleri değildi. Carlyle iktisatçıların piyasaların düzenlenmesinde arz-talep dengelerinin yeterli olması fikrine karşıydı. Özellikle işçi piyasalarında arz talep yerine ‘yararlı bir kamçının’ daha etkili olacağı kanısındaydı. Bu fikirlerini Karayipler veya Batı Hint Adaları diye bilinen yörelerde tarlalarda çalıştırılan siyahi esirler hakkındaki yazılarında dile getirmişti. Carlyle şöyle diyordu “Hakim olarak doğanların (beyazlar) hizmet etmek için doğanları (siyahiler) çalışmaya zorlamalı ve bunun için gerekirse kırbaç kullanmalı”. Carlyle iktisatçıların Batı Hint Adaları'ndaki işçi arzının arz ve talep kanunlarıyla düzenlenmesini önerdiğini sanıyordu. Onlara kızarak bu ilime kasvetli ilim demişti. Sizin anlayacağınız Carlyle ırkçı zerzevatın biriydi. Ondan liberal ekonomiye yöneltilen eleştirilere ırkçı bir saçmadan öte bir şey kalmadı ama ‘kasvetli ilim’ deyimi tutuldu. Geçen hafta kötü bir senaryo altında 2012 yılında yazdığım bir yazıyı tekrar sundum. Kasvetli bulunmuş olabilir.

Televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında hemen her gün yorum yapan çok da kasvetli haberler vermeyen veya vermek istemeyen iktisatçılar da var. Geçen akşam hanımla bir programı dinleyeyim dedim. İki iktisat hocası bir başka hocanın ev sahipliğinde Türkiye ekonomisini çözümlemek üzere oturdular. Konuşmaların ortalık yerinde konuşmacılardan biri “diğer taraftan” diyerek tükenmek bilmeyen bir başka tirada başlarken hanım “Ne diyor?” diye sordu. Samimi cevabım “Hiç bir fikrim yok” oldu. Hakikaten de ne dediklerini hiç anlamadım. Eminim çoğu kimse de bir şey anlamamıştır. Özür dileyerek anladığım kadarını özetlemeye çalışacağım. Anlatılanlara göre ortada bir sıkıntı var. Hocalarımızın hiç biri “Vaziyet vahim” diyerek kasvet saçmamaya dikkat etti ama “Dolar yükselmeye devam ediyor”; “Şimdiye kadar alınan önlemler en azından henüz istenen düzeltmeyi sağlamamışa benziyor”; “Büyümemizin lokomotifi inşaat şirketlerinin durumları pek iç açıcı değil. Teşvikler veriliyor ama bakalım bir işe yarayacak mı?”; “Enflasyon yüksek. Alım gücü düşüyor” “Ülkemizin büyük gruplarının bazıları kredi yapılandırması talebinde bulunuyorlar” gibi sözler sarf ettiler. Bana kasvetli geldi.

Yine açıkça söylemediler ama anladığıma göre bu sonucu şöyle açıkladılar: “Türkiye’nin büyümeye ihtiyacı var. Epeydir de büyüyor. Büyüme motoru havayla çalışmadığına göre bu motora yakıt gerekiyordu. Yani kaynak. Ülkenin elindeki kaynak yeterli değildi. İç kaynaklar da yetmiyordu. Hikmet-i Huda ortalığı nereye gitsem diye düşünen bir para bolluğu sardı. Biz de bu güne kadar açıklarımızı dış kaynaklarla kapattık (herhalde borç aldık demek istiyorlar). Bu paraları kullandık ama iyi kullanamamışız ki açıklar azalmadı. Şimdi dış kaynaklar giderek hem azalıyor hem de pahalılaşıyor”.

Ben iktisatçı değilim işletmeciyim. O nedenle bu sözleri dinlerken işletmeler açısından yorumladım. Bu yaklaşım belki politika tasarımcılarının da bir işine yarar. Ülkeler gibi işletmeler de elverişli uluslararası siyasi ve ekonomik koşullar nedeniyle kaynağın bol ve ucuz (paradan bahsediyorum) olduğu geçtiğimiz dönemlerde büyüme motorlarını çalıştırmak için gerekli nakdi hem içerden hem dışardan kolaylıkla buldular. Kendileri bulamasalar onlara nakit sağlayacak olan finansman kuruluşları bu paraları dışardan temin edip içeride dağıttılar.

Bir patronum “Kendi parasıyla para kazanmak akıllı işi değil. Akıllı adam başkasının parasıyla para kazanır” derdi. Gerçekten de ödeme ve faiz koşullarının olumlu olduğu hallerde, ki geçtiğimiz on yıllar böyle bir dönemlerdi, işletmeler başkasının parasıyla iş yapmanın dayanılmaz cazibesine kapıldılar. 2018 yılında özel sektörün yurtdışından sağladığı borç tutarı 250 milyar doları bulmuş. Yalnız işletmeler değil tüketiciler de başkasının parasıyla yaşamayı sevmişler. Sadece son bir iki yıl içindeki ‘başkasının parası’ istatistiklerinin birine: Banka ve kredi kartları rakamlarına bir bakmak yeter. İstatistiklere göre ülkemizin nüfusu 80 milyon. Bunun 20 milyonu 14 yaşın altında. Geriye kalan 60 milyon evli, bekar insanda 64 milyon kredi kartı var. Kredi kartlarıyla yapılan alışveriş 2017 Nisan ayında 48 milyar, 2018 Nisan'ında 57 milyar. Yani hem vatandaş hem de özel sektör borçlu. Her Allah’ın günü okuduğumuz haberlere göre ‘ateşi sönmeyen’ dolar ve tosun gibi çift haneli enflasyon, batı ülkelerinin para basmayı yavaşlatması, ABD’nin Trump idaresinde yaptığı jeopolitik dangalaklıklar gibi uluslararası gelişmeler özellikle ağırlıklı olarak iç piyasaya çalışan işletmelerimiz için şu anlama geliyor. Tüketicinin ödeme gücü daralacak büyümeyi bırakın ayakta durmak için gerekli kaynakları bulmak, en azından elverişli koşullarla bulmak, zorlaşacak. Kasvetli diyorsanız kasvetli.

Peki işletmeler bu senaryoya bakarak ne yapmalı? İki sorun var: Kaynak darlığı (kaynak maliyeti ve bulunabilirliği) ve tüketicinin alım gücü. Başkasının parasının azaldığı veya ele geçirmenin pahalandığı, tüketicilerin alım üçünün zayıfladığı durumlarda kısa vadede ne yapılabileceği konusunu daha önce de incelemiş ve iki öneride bulunmuştum: (1). Stoka çalışın; (2). İşletmenizin bir kısmını veya tamamını satın. Stoka çalışma önerisinin altında girdi maliyetlerinin artacağı ve ürünlerin fiyatlarının arttırılmasının gerekli olacağı varsayımı vardı. Girdi stoklarının artması işletmeyi ilerideki girdi pahalanmasına karşı bir oranda ve bir süre için korurken mamul madde stoklaması artacak ürün fiyatları ile ürün maliyeti arasındaki açılan makastan işletmeyi yararlandırmak amacına hizmet edecekti. Bir de işletmenizin bir kısmını veya tamamını satın, yani işletmenin tamamı veya bir kısmı için bir ‘ortak’ bulun, önerisinde bulunmuştum. Buna kızanlar da olmuş. Niye kızmışlar anlamadım. Bu satışı isterseniz bir başka işletmeye veya kişiye yaparsınız, isterseniz de ‘Halka açılım’ yoluyla hisse senetlerinizi kim olduğunu bilmediğiniz kişilere satarsınız.

Stoka çalışamadınız ve ortak da bulamadınız, veya bunlar yetmedi. Ne yapacaksınız? Yapacak fazla bir şey yok. İlgili literatür işletmenizi uzun vadeli ‘yatırımcı mantalitesiyle’ yönetin önerisinde bulunuyor. Yatırımcı mantalitesine sahip kişiler kaynak bulan ve ellerindeki kaynağı objektif kıstaslarla seçtikleri dönüşümü en yüksek olan alanla kaydıran ve bunu devamlı yapan kişilermiş.

Şimdi bu ne demek diye soruyorsanız anladığımı anlatmaya çalışayım. Diyelim ki ayakkabı yapıyorsunuz. Deri, yapıştırıcı falan stokladınız, depolarınız ayakkabı dolu, halka açılabildiğiniz kadar açıldınız veya işletmenin bir kısmını bir iş adamına sattınız. Ama hala işler iyi değil. Şimdi işletmeci adam daha çok nasıl ayakkabı satarım, daha ucuza nasıl yaparım diye düşünür. Yatırımcı adam elde ettiği nakit paraya işletmesinin her tarafından tasarruf edebildiği kadar tasarruf ederek biriktirdiği parayı katar ve terlik işine yatırır (eğer oranın dönüşümü daha yüksekse). Oradan bir başka alana gider. Bu oradan oraya açılım uzar gider. Yani, yatırımcı adam önce kendi kapasitesiyle yapabileceği başka işler başta olmak üzere biriktirebildiği kadar kaynağı başka iş sahaları da dahil olmak üzere dönüşümü daha yüksek sahalarda değerlendirir. Bir nevi borsa oyuncusudur. Kumara mı benziyor? Evet. Ancak araştırmalara göre zor zamanlarda büyümeyi başaran işletmelerin yarısından fazlası böyle yapıyormuş. Verimi yüksek alanları arayıp getirisi düşük girişimlerden çıkıveriyorlarmış. Bunu yapan işletmeler içinde bulundukları iş alanlarını ve bulunabilecekleri iş alanlarını çabuk ve doğru değerlendirecek çapta ekip ve gruplarla çalışıyormuş. Bunu nasıl becerdiklerine haftaya değinirim.

Sağlıcakla kalın

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019