“Kentlerde çocuk değil, CEO’lar yetiştiriyoruz”

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

Yazar Bedia Ceylan Güzelce bir sorgu odası hikâyesi anlattığı üçüncü romanı Soyka’da “suç nedir, suçlu kim” soruları üzerine odaklanıyor ve sevmenin öğretilmediği insanların trajedisini kelimelere döküyor.

Romanın baş karakteri, ailesinin çocukken taktığı “Soyka” lakabıyla çağrılmaya alışan, öyle ki, gerçek adını bile unutan bir genç kadın. Ve bu kadın şöyle diyor; “Adım değil, hikayem soyka.”

Erkek egemen bir toplumda, sizce kadınların büyük bir bölümünü hayatı neden “soyka” diye sorduğum Bedia Ceylan Güzelce, öncelikle “soyka”nın anlamını anlatıyor:

“Birisi öldüğünde üzerinden çıkan son eşyalara soyka deniyor. Bir ‘artık’ yani. Son nefesten, son yaşam belirtisinden, son kalp atışından artan ne varsa, soyka. Kadınlarımız da erkeklerimiz de büyük bir değersizlik hissiyle büyüyor. Erkekler hak etmedikleri bir değer gördüğü için kafa karışıklığına, kadınlarımızsa sürekli ‘prenses' masallarıyla büyütüldükleri için hayal kırıklığına düşüyor galiba. Doğduğu andan itibaren ‘insan’ değil de, bize bakmakla yükümlü bireyler yetiştiriyoruz. ‘İyi bir insan’ değil de, daha çocukken anne-babasını evlat edinme sorumluluğu yüklenmiş, bir deyimle kendi geleceğini hayal etmesine izin verilmeyen, geleceği dahil her anı ipotek altına alınmış bireyler yetiştiriyoruz. Aileler, akrabalar, komşular, iş arkadaşları birbirinin hayatına fazlasıyla karışıyor, herkes bir başkasının yaşamında kendinde söz hakkı buluyor ve üstelik kimse kimseye doğru aklı verme yetisine sahip değil. Taşrada biraz böyle. Kentte ise çocuk değil de CEO’lar yetiştiriyoruz. Çocuk sahibi değil de, geleceğin dâhisini, Steve Jobs’larını, Mark Zuckerberg’lerini büyüttüğü hayaline sahip aileler görüyorum.”

Kadına çalışıp, başarılı olmasını değil, iyi bir eş olup, susmasını tavsiye ediyoruz

Güzelce, yakın zamanda okuduğu bir gençlik araştırmasına gönderme yaparak, “Amerika, İngiltere ve Japonya’da gençlere ne olmak istedikleri soruluyor, listenin birinci sırasında ‘Youtuber' olmak var” diyor. Gençlere, son dönemde “fenomenlik” ve “sosyal medya ikonluğu” masalının anlatıldığını söyleyen Güzelce, şöyle devam ediyor: “Herkes kendi masalının sonunu yaşarken, en az bir defa fena halde duvara tosluyor. Tıpkı kitapta anlattığım gibi, bir masalı sonu ile değil, bize yaşattığı maceralar, bizde açtığı pencereler ile değerlendirmeliyiz. Neticede o sonu oluşturan her tür koşulu gözlememiz anlamamız ve birbirimizi iyileştirebilmemiz gerekiyor. Çok riya var, yan komşumuzda kapı pencere yıkıldığında ‘aile içine karışılmaz’ diyor susuyoruz, ama bir kadına bir an önce evlenmesi, çocuk yapması, sonra bir tane daha yapması, iyi eş olması, susması, görmemesi, ses etmemesi için çok tavsiyelerde bulunuyoruz. Çalışması, başarılı olması, daha iyisini yapması için bir cümle kurmaya tenezzül etmiyoruz bile.”

Sanatsız kalmış bir toplum olmamızın, anlayıştan yoksun hale gelmemizde büyük etkisi var

Güzelce’nin romanında ana karakter kadar tüm yan karakterlerin de zor bir hayatı olduğunu; hepsinin nefret, öfke içinde bir yaşam sürdüklerini görüyoruz. Peki karakterler “umudu” nerede görüyor, diye sorduğumda, şunları söylüyor Bedia Ceylan Güzelce:

“Soyka’da benim ana karakterimin ‘sevilme’ umudu var. Asla kaybetmiyor bunu. Diğerlerininki ise ‘hayatta kalma’ dürtüsü, fazla sorgulamadan, bir masal uydurmadan, hayatına bir kılıf aramadan, bütün çıplaklığıyla yaşam mücadelesi diyebiliriz. Kitapta suç ve suçlu kavramlarının iç içe olduğunu düşünüyorum. Sebep- sonuç ilişkisi kurmaya ne kadar teşne olduğumuza bağlı belki de. Ben Türkiye’de herkesin birbirini anladığı ya da anlamaya çalıştığı bir dönem yaşadım 2000’lerin sonunda. Tüm mağduriyetler herkesin, tüm kabahatler herkesindi. Herkes kırıldı ve o dönem kendini tamamlayamadı. Biz yine hiçbir meseleyle yüzleşmeden yolumuza devam ettik memleketçe. Suçla ilişkimiz işgüzar bir yerden ilerliyor. Suça sebep olacak koşulları yaratıyor, sonra da ‘Ben senin iyiliğin için diyorum’ diye bir cümleyle bir kenara çekiliyoruz. Elbette sanatsız kalmış bir toplum olmamızın da empatiden, anlayıştan gitgide yoksun hale gelmemizde büyük etkisi var."

Kadın başarmak değil, kadınlığını unutturabilmek için çok çaba sarf etmek zorunda kalıyor

Kadının başarmak değil de kadınlığını erkeklere unutturabilmek için çok çaba sarf etmek zorunda kaldığını söyleyen Güzelce, şu örneği veriyor: “Geçtiğimiz günlerde Fox News’un kuruluş hikayesinin anlatıldığı ‘The Loudest Voice’ mini serisini izledim. Kurucu Roger Ailes elindeki medya patronluğu gücünü kullanarak altında çalışan tüm kadınları taciz ediyor, aşağılıyor, işten çıkarmakla tehdit ediyor. Kadın başarmak değil de kadınlığını erkeklere unutturabilmek için çok çaba sarf ediyor mecburen. Az tacize uğramak için erkeksileşen, evlenen, bakımsızlaşan, istifa eden birçok kadın tanıyorum. Bunun sadece erkeğin kadına yaptığı bir şiddet olduğunu düşünmeyin, elinde belli bir güç bulunan pek çok kadın tarafından da psikolojik olarak, sözlü ya da başka ifadelerle birçok hakarete, engellenmeye, mobbing'e ya da yıldırmaya şahit oldum.”

GENÇLER; SEVGİ, CÖMERTLİK VE CESARET GİBİ ERDEMLERİ YENİDEN TANIMLIYOR

Bedia Ceylan Güzelce bir süre önce yaptığı TEDX konuşmasında, Y kuşağından bahsediyor ve şunları söylüyor: “Y kuşağını en iyi anlatan söz ‘OLSUN’. Bu söz iki tarafl ı; Birincisi; yerinden kalkmadan herşeyin istediği gibi ‘olmasını’ istemek; ikincisi ise herşeyi ‘olduğu’ gibi kabul etmek ve ‘olsun’ demek. Y kuşağı, 80 öncesi gibi önyargılı değil, herşeyi herkesi olduğu gibi kabul ediliyor, empati kuruyor. Dolayısıyla herkesin hikaye anlatma biçimi farklı olabilir, ama sonuçta ulaşılmak istenen hedef ‘sevgi’ olmalı….” Peki yeni nesil bunu başarabilecek mi diye sorduğumda ise, cevabı şöyle: “Biz ‘olsun’ dedik, onlar başka bir kelime bulacak. Kesinlikle başaracak. Ancak bizim tanımlarımız biraz arkaik kalıyor onlar için. Sevgi, cömertlik, cesaret gibi erdemleri onlar yeniden yorumluyor ve yeniden tanımlıyor.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar