Kore modeli: “Han nehri mucizesi” tekrar eder mi?

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Han Nehri’nde mucize 1961-1996 arası inanılmaz bir hızla büyüyen Kore vakasının adı. Doğal kaynağı, sermayesi olmayan, iç pazarı dar/alım gücü düşük bir ekonominin ihracata dayalı büyüme hikayesi. 1950’de Kore’de iç savaş çıktığını, Batı’nın müdahale ettiğini, Türkiye’nin de asker gönderdiğini ve Kore’nin kesin olarak bölündüğünü unutmayalım. Fert başına gelirini 31 bin dolara çıkardığı 2012’den itibaren son üç yılda, bu seviyeye rağmen, yüzde 2, 3.5 ve 2.7 büyümeyi sağlamış bir ekonomi ve 2014 tahmini fert başına geliri 35 bin 500 dolar. 1.5 trilyon dolarlık bir ekonomi ve nominal ölçümle dünyada 14. sırada. Daha doğru bir tablo çizen Dünya Bankası verisine göre, satın alma gücü paritesine dayalı 2005 sabit dolarıyla, 1960’ta fert başına gelir 1107, 2013’te 23 bin 892 dolar. Sadece üç kez, 1980, 1998 ve 2009, ekonomi küçülmüş; diğer yıllar hep pozitif. Elliüç yılda, bu şekilde bakınca, yıllık bileşik artış oranı yüzde 6. İlk günden ileri teknolojiyi hedefleyerek gemi yapımı, elektronik, kondüktörler, otomotivde yol almış bir ekonomi. Birkaç noktaya odaklanalım. 

Birincisi şu: Krugman’ın 1994 Foreign Affairs “Asya mucizesi miti” makalesiyle başlayıp, 1997 krizi sonrası yayılan teze göre klasik faktörlere dayalı (sermaye, işgücü) büyüme sergileyen Japonya, Kore, Tayvan vb yolun sonuna gelmişlerdi. Sonraki gelişmeler hem teknolojik ilerleme, hem beşeri sermaye, hem de doğrudan sabit sermaye yatırımlarının bileşik bir rol oynadığını gösterdi diyebiliriz. Elbette Kore sıfırdan başladığı ilk yılların büyüme hızından çok uzakta. Ama durmadı. Bu önemli. Yükselen Asya ülkeleri bir ölçüde yavaşlayacaklar ama 2030’da dünya ekonomisindeki (GSYH olarak) ağırlıkları yüzde 35 civarından yüzde 50 civarına yükselmiş olacak.   

İkincisi: Kamunun ve planlamanın oynadığı önemli role dikkat çekmek yeterli değil. 1980’lerden itibaren özel sektör firmalarının teknoloji geliştirecek yeterliliğe ulaşmak için Ar-Ge harcamalarını artırdıkları, aynı sektör içinde sürekli üst teknolojiye geçerken yeni sektörlere de aynı yöntemle yaklaştıkları. Firma ya da üst holdingi olan chaebol seviyesinde sürekli teknolojk hamle kapasitesi geliştirmek ve toplamda Ar-Ge/GSYH oranını kritik yüzde 1 eşiğinin çok üzerine, yüzde 4’e atabilmek önemli. Dünya Bankası verisine göre 2011’de Türkiye’de oran yüzde 0.86 iken Kore’de yüzde 4.04. 

Üçüncüsü: Kore, emek-yoğun başlamış ama şimdi teknoloji artıran Çin’le sermaye-yoğun, teknoloji-yoğun Japonya arasında arada bir noktada duruyor. Muhtemelen Japonya’ya benzemeyi deneyecek –teknolojik içerik açısından- yoksa dev Çin bu ara konumu silip süpürebilir. Esasen Başkan Park Geun-hye 2013 yılında “Han nehrinde ikinci mucize” çağrısında bulunurken ve “yaratıcı ekonomiden” dem vururken en azından bu kadarını kastediyordu. Üçü arasında sektörler arası bağlantılar ve ekonomik işbirliği olasılıklarına girdi-çıktı yöntemiyle bakan bir çalışma, kooperasyonun ağırlıklı olarak her üç ülke için de “optimal” olduğu sonucuna varıyor. 

Dördüncüsü: Teknoloji transferi ve şartlara bağlanan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ihracata yönelik sektörlere yönlendirildiği, Japon firmalarıyla işbirliği ve birleşmelerin yaşandığı 1970’ler ve 1984 sonrası daha liberal yaklaşılan yabancı sermaye şeklinde, dünyadaki trendlere paralel, bir patika çizilebiliyor. Asya krizi sonrası da, Lehman sonrası da doğrudan yabancı sermaye yatırımları, hatta artarak, sürdü. 

Beşincisi: Bunlar olurken 1960’larda kredi birlikleri, yani üyelerine ucuz kredi temin eden finansal kooperatifler de kurulmuştu. Böylece standart banka risk ölçümlerine göre kredi alamayan düşük gelir gruplarına finansman sağlanabildi. Yakın zamana kadar Gini katsayısı oldukça düşüktü ve 0.32’yi hafifçe geçtiği yanılmıyorsam bir kez görüldü. Gini tek başına elbette yetmez ama tutarlı biçimde uzun süre 0.30 civarında bir katsayı tutturmak da önemsiz değil. Türkiye’de 0.40 civarında –ölçüm metoduna ve ölçen kuruma göre farklılık gösteren- bir gelir dağılımı eşitsizliği söz konusu. Rakam ne kadar düşükse, gelir dağılımı o kadar az eşitsiz oluyor.  

“Mucize” tekrar eder mi? Bilmek zor ama “yaratıcılık”, bilim-teknoloji-ürün geliştirme ve kültürün bu temalarla uyumlu olması, ona göre Ar-Ge, ona göre bir eğitim sistemi demeye devam ediyorlar. Zihinleri özgür bıraktıkları ölçüde bir şansları olabilir.   
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019