Kulağa hoş geliyor

Levent AKBAY
Levent AKBAY AÇI KARŞI AÇI levent.akbay@dunya.com

Malum nedenlerle dış kaynak ihtiyacı giderek artıyor. 14 Mayıs’tan sonra daha da artacak. Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer alan ve tasarruf açığı olan Türkiye, ekonomik kalkınma ve sürdürülebilir büyüme için ve aynı zamanda artan borçlarını çevirmek için yüksek boyutlarda dış kaynağa ihtiyaç duyuyor.

Bu sorunu özellikle kısa vadede çözmek için sihirli bir formül yok. Bu sorun için kafa yoranlar 2000’li yılların ortasından itibaren yabancı sermaye girişlerine bakıp, aynı ortamın yeniden oluşturulmasını öneriyor. Hani Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmelerinin başladığı yıllar. 2005 ile 2008 yılları arasında 70 milyar dolardan fazla yabancı sermayenin çekildiği yıllar.

Sonraki yıllarda yabancı sermaye azalarak da olsa gelmeye devam etmiş. Tamamı 200 küsür milyar dolarlara ulaşmış. Bu süreçte Türkiye’nin AB çıpasının bu girişlere yol açtığı düşünülüyor ve aynı iklimin tekrar sağlanması halinde ihtiyaç duyulan dış kaynakların da tekrar sağlanacağı yorumları yapılıyor.

Hâl böyle olunca IMF’ye de ihtiyaç kalmayacak ya! Bence, bu hızlı girişin nedenleri arasında, o dönemde Türkiye’nin fiili bir ekonomik çıkar sağlamak zorunda kalarak Gümrük Birliği ile pazarını AB’ye açmasının payı dikkate alınmamış. Sadece AB’ye değil üçüncü ülkelere de… Gelişmiş teknolojiye, sermayeye sahip bir bloğun, göreli olarak daha az gelişmiş hem de oldukça büyük bir pazara hızla gelmesinden daha doğal ne olabilir?

Ayrıca sonraki dönemde uluslararası doğrudan sermaye girişlerindeki azalmada, içerdeki büyük özelleştirmelerin tamamlanmasının da bir etkisi olmalı. Bugün aynı iklim Türkiye ile AB arasındaki olası bir yakınlaşma ile sağlanabilir mi? Bugün de ‘tam üyelik’ beklentisinden bir sinerji çıkar mı?

Hele de ‘Güney’ dediğimiz Kıbrıs bile 2004 sonrasında ‘veto’ hakkına sahipken. Şu yaşadığımız büyük felaket sonrası AB’nin tavrına bakalım. Deprem sonrası AB ve İsveç önderliğinde Uluslararası Bağışçılar Konferansı toplandı. Türkiye için 65 ülke ve 26 uluslararası kurum ve finans kuruluşu ellerini ceplerine attılar.

Türkiye için 1,7 milyar euro hibe, 4,3 milyar euro krediden oluşan bir destek paketi hazırladılar. 10 milyar euro’luk bir destek paketi beklentisinden büyük bölümü kredi olan bir paket çıktı.Dikkat ederseniz bu yardım paketi oluştuktan sonra içeride büyük bir sessizlik hâkim oldu. Deprem bölgesinde ihtiyaçlar günden güne artıyor olsa da kimse bu konuya değinmiyor. Aslında dışarıda da sessizlik hakim.

Depremden sonra üçüncü aya yaklaşıyoruz. Buna rağmen bu kaynakların nasıl kullanılacağı belli değil. Bu fonu kim yönetecek, nasıl kullanılacak, hangi ihtiyaç ve öncelikler için kullanılacak, hangi projeler hazırlanacak, projeleri kim hazırlayacak, harcamaları kim denetleyecek? Bunların tamamı henüz belli değil!

Ekonominin sağlıklı gelişimi, cari açık vermeden büyümenin sağlanması için dış kaynak zorunlu. Bu dış kaynağın doğrudan yatırımlarla karşılanması da tercih edileni.

Tamam, elimizden geleni de yapalım. Ancak bunca yıkıma rağmen AB’nin deprem desteğinin durumu bize paranın kıymetini de, fazlasını da gösteriyor. O nedenle dışarıdan kaynak sağlamak kolay iş değil. ‘Küt’ diye olacak şey de değil. 20 yılda gelmeyen yabancı sermayeyi, hele 300 milyar doları bir iki yılda çekmek de mümkün değil.

Gelen sermayenin ‘iyilik’ için gelmediğini de, ekonomik çıkar olgusunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Tüm bu nedenlerle geçmişteki bir ortamın bugün tekrar oluşturulması bana pek de doğal görünmüyor, yüzlerce milyar dolarlık kaynağın hazır olduğunu ummak da gerçekçi görünmüyor. Ama ne yalan söyleyeyim; kulağa hoş geliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Planlamaya geri dönüş 18 Eylül 2023
17. Madde 15 Eylül 2023
Asıl fren 2024’te… 13 Eylül 2023
Enflasyon birikirse!.. 06 Eylül 2023
Enflasyonda atalet 04 Eylül 2023
Kepenkler kapanmasın… 01 Eylül 2023