Küreselleşme sınıfta kalırken, marjinaller kazanıyor

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Bizim seçimlerdeki garip koalisyonları da destekler biçimde, son birkaç yılda Batı’dan yükselen bir aşırı sağ akımı olduğu biliniyordu.

Ancak yükseliş bir tarafa ilk zafer geçtiğimiz yıl İtalya’dan geldi, ardından Arjantin, hadi o normaldir halkı IMF’den çok çekmiş derken…Son şoku ise Hollanda’daki seçim sonuçlarına göre birinci çıkan Gert Wilders’in şaşırtıcı galibiyetinde yaşadık.

Gerçi kendisi tek başına hükümet kuramayacak ve ülke büyük ölçüde garip bir koalisyona teslim olacak fakat trende bakıldığında marjinallikteki hâkimiyet sanki bizi İkinci Dünya Savaşı öncesindeymiş gibi bir dejavuya sürüklüyor. Kilit seçim ise Kasım 2024’te olacak ki İngiliz ve ABD basınındaki Trump paranoyasından şimdiden birkaç korku filmi için malzeme çıkar. Dejavu mu yoksa tarihin tekerrürü müdür?

Bilinmez ancak çıkarsamamı destekleyen yakın tarihi mercek altına alacak olursam: Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen ve galip devletlerle Versailles Anlaşması’nı (tüm kolonilerini, pek çok toprak ve madeni kaybetmesi, ödeyemediği savaş tazminatlarının oluşması) imzalayan Almanya, zaten siyasi kopuştan ötürü yavaşlamış ticari ilişkilerin üzerine bir de 1929 buhranı gelince bunu ekonomik olarak kaldıramaz ve bankacılık sisteminden başlamak üzere büyük bir krize girerek, iflas noktasına gelir.

Sonradan olanlar ise satranç tahtasındaki taşlara yeni isimler verilmesine neden olur. İlginç olanı hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşı öncesinde Balkanlar ve Avrupa’da iç karışıklıkların da var oluşudur. Aynen günümüzde çok da gündem olmayan Kosova’daki gerginlikler gibi… Bu kısmı hatırlatmamın nedeni aslında içinde yaşadığımız dönemin, farklı ekonomik ve siyasi görünümle de olsa benzer bir tabloya sahip oluşudur.

90’lı yıllardan itibaren etkisini teknolojinin hızıyla katlayan, küreselleşmeden belki de en net faydayı sağlayan ülkenin Çin olması ve onun da devlet kapitalizmi ile yönetiliyor oluşu, son yıllarda ABD ile arasını açarak, yeni bir merkantilizm anlayışını dünya ekonomisine dikte etmiştir.

Diğer taraftan gelişen ülkelere dayatılan neoliberal politikalar, tüketimi önceletmiş ve kalkınmayı sağlayacak dönüşüm için yeterli sermaye birikiminin oluşamaması sonucunu doğurmuştur. Savaşlar ise bana göre bu gidişatın bir nedeni değil, en trajiğinden de olsa sonucudur. Küreselleşmenin bölüşümcü, pembe vaatlerinin aksine yeni ekonomik düzendeki ticari çıkar uyumsuzluğu ülke ekonomilerini zorlamaktadır.

Buna belki de en bariz örnek olarak Arjantin gösterilebilir. Seçimleri kazanan ancak mecliste yeterli çoğunluğu bulunmayan Javier Milei ise marjinallik gücünü şimdilerde, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa için demokrasi ve insan hakları tüccarlığı yapan ve bu sayede süper güç haline gelen ABD’den almaktadır.

Merkez bankasını ve bakanlıkları kapatarak, resmi bir dolarizasyona geçmeyi vaat eden Milei’nin bu düşüncesi ise tamamen sağlıksızdır. Bir ülkede yasal olarak dolara geçerek belki talebi kontrol edebilirsiniz. Peki ya paranın arzı? Merkez bankalarının asıl görevi, para arzına müdahale ederek, talep koşullarını etkilemektir.

Arjantin ekonomisine bakılacak olursa; çok yüksek enflasyon ve borçluluğun yanı sıra; ülkenin hâlihazırda IMF'ye 44 milyar dolar borcu var ve döviz rezervleri net bazda yaklaşık 10 milyar dolar. Dolayısıyla büyük buhrandan sonra hiçbir ülkenin yaşamadığı kadar kötü bir ekonomik krizin pençesinde.

IMF’in kemer sıkma politikalarından yıllar boyu bunalan hane halkının ise önemli düzeyde yastık altı dolar tuttuğu biliniyor ancak bu kadar düşük bir resmi dolar rezerviyle dolarizasyona geçmek, okyanusu su alan bir takayla geçmeye benzetilebilir.

İtalya ve Hollanda’ya gelecek olursak; işte orada farklı faktörlerin de ekonominin paralelinde yükseldiği görülecektir. Buna da kısaca dünyada yükselen göç dalgası ve Batılı tarihi kodların farklı renklere tahammülsüzlüğü olarak bakabiliriz.

Üstelik AB ülkelerinde de Arjantin’in dolara geçmesi noktasındaki zorluk euronun arzına müdahale edememenin verdiği çaresizlik hatta üstüne eklenebilecek ECB’nin katı mali kuralları olarak gösterilebilir. "Faşizm kurbanlarının sayısıyla değil, onları öldürme yoluyla tanımlanır." Jean Paul Sartre.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024