Küreselleşme ve popülizm bir araya gelince

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Dünya gittikçe daha ilginç bir yer haline geliyor. Şu son sıralarda ortaya çıkan gelişmelere bakın. Yıllardır adeta dayatılarak bütün toplumların neredeyse toplumsal dokusuna işlenmiş olan küreselleşme, bugünlerde en babayiğit taraftarının dahi hışmına uğruyor. Küreselleşmeye dönük eleştirilerin gittikçe yaygınlaşıyor ve daha yüksek sesle dillendiriliyor olması bir yandan da “peki bunun yerine ne gelecek” sorusunu uyandırıyor. Son dönemdeki siyasi gelişmelere bakılacak olursa küreselleşmenin yerine adaylığını koymuş olan yeni siyaset popülizm. Başlarda popülist siyasetin önde gelen adayları Avrupa’dan geliyordu. Trump Başkan olduktan sonra ABD daha güçlü ve hevesli bir aday olarak ortaya çıkmış gibi görünüyor.

Trump seçim sürecini “daha güçlü bir Amerika” söylemiyle yürütmeye başlayınca işin rengi zaten belli olmuştu. Seçildikten sonra Başkan iki farklı yönde girişimler yapmaya başladı. Bir yandan daha çok zenginlerin kazançlarını arttıracak olan bir vergi indirimi uygulamasını başlattı. Bir yandan da ABD’nin haklarını ve çıkarlarını koruma söylemi altında uluslararası rakipler olarak tanımladığı ülkelere karşı bir tehdit ve korkutma atağını başlattı. Daha doğrusu böyle görünen, böyle takdim edilen bir müdahale hevesini ortalığa döktü.

Daha önce yazmıştım. Trump bir işadamı. Bütün niyetleri ve tercihleri bu çerçeve içinde oluşuyor ve biraz da pervasız bir şekilde uygulamaya konuluyor. Trump işadamlarının çıkarlarını en aleni biçimde uygulamaya aktaran ve bunun üstünü yoğun bir popülist söylemle örtmemeye çabalayan bir siyasetçi. Trump’ın “daha güçlü bir Amerika” söylemiyle başlayan ve günümüzde ABD ekonomisini koruma duvarlarının arkasına çekme niyetiyle devam eden siyasi girişimleri sonuçta ABD kapitalizmini daha da güçlendirme, ait olduğu işadamları kulübünün çıkarlarını ön plana alma isteğinden fazla bir anlam taşımıyor. Başkanın bütün popülist tavır ve söylemleri sonuçta bu noktaya çıkıyor. En azından ben böyle düşünüyorum.

Son günlerde ortaya çıkan dış ticarete müdahale isteği bu durumun yeni ve güçlü bir örneği. Trump geçen hafta çelik ve alüminyum ithalatına yeni vergiler konulacağını açıkladı. İthalata müdahale edilerek yabancı ürünlerin görece daha pahalı hale getirilmesi, bu yolla ulusal üretime daha geniş bir kar marjı sağlanması ve böylece yerli üretimin özendirilmesi yeni bir heves değil. Belki de ülkeler arası ticaretin başlangıcından bu yana süregelen bir eğilim bu. Savaş ve benzeri gibi uluslararası ticareti kesintiye uğratan gelişmeler yaşandığında veya geriden gelen ülkeler sanayileşmeyi özendirerek taze bir kalkınma ivmesi yakalama peşine düştüklerinde ya da ülkenin ekonomisi verimlilik kaybı ve derin bir durgunluk içine sürüklendiğinde düşünülen ilk politika önlemi ithalatı kısıtlayarak gerekli özendirmeyi sağlamak oluyor. Bazen de bambaşka nedenler çıkıyor ortaya. Örneğin, kar hadlerinin yerlere düştüğü kimi durumlarda içerideki iş adamlarına yeni kar imkanları sağlamak için dışarıdan gelen rekabet baskısını kısıtlamak amacıyla kullanılıyor bu ithalata müdahale politikası. Şimdi birlikte düşünelim; öyle ticareti kısıtlayacak ölçüde harp- darp falan yok, ABD’nin yeniden sanayileşme gibi bir durumu da yok, uzun süren durgunluğun ardından ekonomi yeniden büyümeye başlamış; kısacası ithalata müdahale için bilinen gerekçelerin hiç birisi geçerli değil. Peki Trump’ın geçen nisan ayında bazı uluslararası ticaret anlaşmalarını sorgulamakla başlayıp, bugüne kadar kovaladığı bu ithalata müdahale edip yerli üretimi koruma telaşının gerekçesi ne? Bana kalırsa küreselleşmenin yayılıp, derinleşmesiyle birlikte rekabetçilik gücünün azalması ve karlığını gerilemesi oluşturuyor bu gerekçeyi.

İşadamlığı kökenli bir siyasetçi olan Trump adeta içgüdüsel olarak bu yola dönüyor diye düşünüyorum. Ve tabii tarihin en ilginç çelişkilerinden birisi çıkıyor ortaya. Serbest ticaretin en koyu savunucusu, bağımsızlığını bu ilke üzerine inşa etmiş ve herkesi bu doğrultuda baskılamış olan bir ülkenin taze yöneticisi küreselleşmeyi inkar edecek ölçüde korumacı bir kimliğe bürünüyor ve araç olarak da “vatan millet Sakarya” mealinde popülist söylemleri kullanıyor. Bekleyip sonunu görelim bakalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018